RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE

THE DIN OF STREET SPIRIT SOUNDS IN THE RYTHME OF DREAMS

26 Mart 2009 Perşembe

Ozan Durmaz/ Düş Kaydı

"Sorgunuzla eşleşen kayıt yok." dedi tilki.

gözünde gözlükler vardı, iki büyücek agacin arasında duruyordu, önünde masa gibi kullandığı bir kaplumbağa vardı.

kuyruğunu pat pat yere vurdu, "sıradaki" dedi, elime bir belge tutuşturdu.
üzerinde "negatif prosesör" yazıyordu.

ben kağıda bakarken ağacın tepesinden bembeyaz bir tavşan inegeldi. "telgrafınız!" var diye bağırdı arkasından bir başkası, daha kırçıllıcaydı.

"geç kaldım" dedi tavşan, seni yanağından öptü ve uzaklaştı. "aaa" dedim "senin burda ne işin var?", "kedimin tapusu bitti de" dedin, "yeniletmem gerek".

"ne kedisi ne tapusu" diye sormak istemedim. gözlerine bakıyordum. gözlerine baktığımı anlayınca gülümsedin. gülümseyince gülüşüne baktım. "hadi gittim!" dedin, "dur" diyemeden bir ağacın kovuğuna girip gittin.

ağaç koskocamandı, gövdesi mor ve yaprakları kahverengiydi. üzerinede turuncu gagalı, al kuşlar vardı. baktığımı görünce "bize bakma!" diye çıkıştılar. bir anda başımı yere eğme gereği hissettim.

"niye?" dedim. gülüştüler. gülüşlerinden anladım hepsi kadındı: "biz meme kuşlarıyız çünkü bunda bilmeyecek ne var!" dediler hep bir ağızdan. "ne alem çocuksun sen!" dedi bir diğeri, "çık ağaca da vericem sana, beleş, benden, içimden geldi yani.." gene gülüştüler. midem kalktı, iğrenerek arkamı dönüp tilkiye doğru yüzümü verdim. uzaklaşırken hala aynı ses "yanlış anladın ütülenecekleri diyorum!" diye bağırdı; "ütülenecek kanatlarımı!"

umursamadım. zira tilki kaplumbağanın kıçına bir kaç evrağı sokuşturup, üstüne tık tık diye vurdu. kaplumbağa ilerlemeye başladı.

"durun" dedim tilki bey, "bu yazdığınız ne demek?" tilki umursamadı. ağacın kısa dallarından birinde asılı olan tilki kürkünden bir palto aldı, üzerine giydi. parlak açık rengi tüylere o kapkara palto hiç yakışmıyordu. "pardon..." dedim. tilki gene oralı olmadı. fakat kaplumbağa arkasını dönüp, "saat kuruyemiş oldu, mesai bitti, şimdi daha fazla sorgulayamazsınız" dedi. "nasıl yani" dedim "ama ben.." cümlemi bitiremeden kaplumbağa kabuğuna çekildi. "servis geldi" dedi kabuğunun içinden "iyi seslerde olun..." bir anda bir kartal alçaldı, kaplumbağayı aldığı gibi hızla yükseldi. ben arkasından bakarken, kaplumbağayı boşluğa bıraktı...

"aaaaa!" diye bağırım "masa gitti tilki bey!", oysa tilki çoktan uzaklaşmıştı.

etrafıma bakındım. pembe gökyüzünün altında, bu garip ormanda kalakalmıştım. bu sık havadan olsa gerek diye düşündüm, elimi başıma koydum "ne arıyordum ben ne soruyordum?"

etrafıma bakındım, hava beyaza doğru bir pembeye dönüyordu, bir ses; ıslık sesi gibi siren ses gibi yükseliyordu. gitmeliyim dedim. geç olmadan da nereye? barınacak bir yer bulmalıyım diye düşündüm istemsizce...

sık ağaçların arasından gördüm. gözümün önünden inatla uçtu meme kuşları, kimi sarkık kimi kocaman, kimi geniş ağızlı kimi sivri gagalı... laf atmalar, sürekli laf atmalar... adımlarımı hızlandırdım. siren sesine benziyen bu ses yükseliyordu, tekrarlayan seslerle sanki bir tren yaklaşıyor gibiydi... "kril kril, kril kril..."

ormanın bu tarafında ağaçların rengi kızıldan kor kızıla dönüyordu. gözlerim youluyor, beynimin ağırlaştığını hissediyordum. sanki arkamdan birşeyler gizli gizli koşup beni izliyordu... "kril kril..."

arkama bakmak istemiyordum. oysa kaçmak da çare etmiyordu. siren yaklaşıyordu, meme kuşlarının tacizleri bitmiyordu. hem tilki de gitmişti. bir de kaplumbağa vardı o da sanırım öldü, ya da ölüm neydi ? ne kadar garip bir ormandı burası, gerçeklik neydi ?

düşünmek istemiyordum, sarsakça ve yalpalayarak ilerliyordu bacaklarım zorla... düşünmediğim bir tek sen kalmıştın. sen olabilir miydin yoksa bu !?!

bir anda içimi neşe sarmıştı. ancak tedirgindim de. ama bu meme kuşlarının üzerime dalışları, o gördüğüm kartal aklıma geliyordu, ya beni de alıp yukarıdan bırakırsa diye düşündüm. ya arkamda daha feci bir şey varsa, kril kril ya homurdanan bir canavarın ağız şapırtısıysa.. ya...!

gözlerimi yumup bir anda arkama döndüm. kril kril kril kril kril kril!
büyüdü sesler yakınlaştı. sonra yanımda büyük bir tısssss edip durdu bir şeyler. istemsiz titriyordum. sonra ellerimde bir sıcaklık hissettim. esmer bir his... ellerin...

gözlerimi açtım, sana sarılıp kucakladım. çok güzel geniş bir şapkan vardı kordelalı, üzerinde ingiliz aristokrat gençlerinin giydiği tipte bir elbise... senden bir an açıldım, sana baktım, sevinçle, sonra güldüm "bu ne kılık" dedim! tekrar sarıldım, gözlerimi şiddetten yumup sıkı sıkı sırıldım sana.

birşey demedin, öpüp gözlerimi açtın, yanımızda en son Red Kit'de gördüğüm iki kişilik raylarda giden araçtan vardı. "atla" dedin. "bununla mı gideceğiz? e burda ray yok birşey yok!"

"sorgulama" dedin, "hala sorguluyor musun?". "ama tilki cevap verecekti bana! yetişemedim sadece, tekrar denemeliyim..."

"yeter" dedin sakince. ellerin ensemdeki saçların arasında geziniyor, yaralarımı okşuyor ve iyileştiriyordu... "bunu kabuullen artık... kabullenmelisin"

şaşkın gözlerle gözlerine baktım, ne demeye çalıştığını anlamaya çalışan bir ifadeye büründü istemsiz suratım.

gözlerim içine aşkla baktın.... "savaştayız canım... artık kabullen" gözlerin yaşardı... suratın düştü, büzüldü... usulca okşadın bütün yaralarımı; "yoksa hepimizi öldürecekler, lütfen gör artık, gör...." dedin tatlı tatlı...

elini tutup bindim. gözlerimizin içine bakıyorduk sadece. alete yüklenmeye ve yavaşça hızlanmaya başladık. "negatif prosesör neydi peki ?" dedim.

ormanın bilinmeyenine doğru ilerledik, tüm herşey geride kalıyor ve eriyip yanıyordu... "silah" dedin...

kril kril ! kril kril !
her yana ateş ederek ilerliyorduk, savaştaydık...

Hiç yorum yok: