RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE

THE DIN OF STREET SPIRIT SOUNDS IN THE RYTHME OF DREAMS

25 Aralık 2011 Pazar

Bird-watchers are doing magic behind the scene/Kuş izleyicileri sahne arkasında büyü yapıyor

Kuş izleyicileri sahne arkasında büyü yapıyor



Kuşları görebilir misiniz derin karanlığın?

Sadece parıldayan kuşları yarasaları

Dip çeker sizi geceleyin

Kuytu bir ana rahmine

Geri dönüş büyüsü

Üzerinize üfleyen duman

Yokoluşa esir

Hazır bir gezegen

Sahne ortasında iblislerin dansı

Ruhunuz can bile çekişmeden

Duyumsamadan yaşadığınızı

Sadece sahne ortasında

İblisler dans eden

Borazan çalan gitaristler

Ve ölüm kuytuda

İzliyor tüm felsefelerden uzak



Fantom-2010

*

Bird-watchers are doing magic behind the scene


Can you see the birds of deep darkness?

Only the shining birds and the bats

The depth sucks you at night

The magic for going back

To an obscure womb

The smoke is blowing on you

Enslaved by non-existence

A ready planet

The dance of demons on the scene

Your soul without even in its death throes

Without feeling that you’re living

Just on the scene

Those demons dancing

Guitarists playing trumpets

And the death

In an isolated corner

Watching

staying away

All the philosophies


Fantom-2010

10 Aralık 2011 Cumartesi

Manifesto of Mutant Existence!- Mutant Varoluş Bildirgesi!

Mutant Varoluş Bildirgesi!


İnsan türü, yüzyıllardır, yaşadığı gezegeni ve onda varolan farklı yaşam formlarını yokoluşa sürüklemektedir. Elimizde kalan ise petrole bulanmış denizlere, eriyen buz dağlarına, soyu tükenen canlı türlerine ait bir yokoluş müzesinin arşiv görüntüleridir.

Teknik ve bilim de sağladığı büyük ilerlemenin, karşılığını insan tininde bulmak imkansızdır. İnsan uygarlığının geliştirdiği ilerlemeci-aydınlanmacı ütopyaların hep vardığı menzil; haz, tüketim, iktidar, şeyleşme batağındaki bir virüs formülüdür.

Sürekli üretilen-tüketilen küresel gündelik yaşam, sürekli güncellenen bir sanal hayat döngüsüne dönüşmüştür. Artık “idrak” edebilen, her radikal öznelliği boğan bu gerçeklik hapishanesi yıkılmalıdır.

O zaman “insan”dan geride kalan etik-poetik mirası farklı formlara, yaşamlara taşımayı tartışmalıyız. Bu yokoluş sarmalından ufukta beliren tek çıkış yolu, yeni ve mutant varoluşunların kapısını “tık tık”lamaktır.

Yeni –gerçeküstü- var oluş,

Yeni et-bilinç,

Yeni mutant tin!


Rafet Arslan

Ekim-2001 (İstanbul)

*
For centuries, humankind has been leading the planet that it lives in and dissimilar life forms existed on it into destruction. What remains to us, are only the archive images of a museum of destruction consists of seas soaked in petroleum, icebergs melting away and species becoming extinct.

It is not possible to find a corresponding advancement for the great advances of science and technology in the human spirit. The limit reached by the enlightenment-advancement utopia developed by the human civilization is a virus formula in a deadly trap of pleasure, consumption, power and objectification.

The global daily life which is constantly being produced-consumed has transformed into a virtual cycle of life that is constantly updated. This prison of reality which destroys all radical subjectivity and can now be “perceived” must be destroyed.

Then, we should be discussing the ways to carry the ethical poetic heritage left from the “humankind” into lives. The only emerging way out of this spiral of destruction is “knocking on” the doors of new and mutant ways of existence.

The new surreal existence

The new flesh-consciousness

The new mutant soul!

Rafet Arslan
Ekim-2001 (İstanbul)


Translated by Alican Azeri



mixed media on the wood

Ubik ya da Hasar Tespiti

Can Batukan/Rafet Arslan (for Ubik Project)
http://soundcloud.com/alpha60-1/ubik-ya-da-hasar-tespiti

slowdive/Bob Arc

Faceless/onstOn



acrylic on canvas

5 Aralık 2011 Pazartesi

Postmodern Zamanlarda Gerçeküstücü Devrim

Gerçeküstücülüğün bilinen, “resmi” tarihi André Breton ile başlar ve onun ölümü ile biter. Bu ölümün, Paris 68 isyanlarının patlama döneminin hemen öncesine gelmesi, bazı sanat tarihçilerinin işini kolaylaştırır ve modernizmin ölümü ile onun en sivri, ele avuca gelmez, gayrı meşru çocuğu Gerçeküstücülüğün ölüm tarihleri eşitlenir.

Fakat; Gerçeküstücülüğün henüz tam yazılmamış bir de “gayrı resmi” tarihi vardır ve bu tarihe küre çapında yaşayan gerçeküstücü toplulukların pratikleriyle her gün yeni çentikler atılmaktadır. Bu erken mezar kazıyıcıların kaçırdığı nokta, Gerçeküstücülüğün modernizm ötesinde, Batı uygarlığın temeline karşı toptan bir reddiye olmasıdır. Onu oluşturan elementlerin kökleri Breton’dan çok eskiye, söylencelere, gizli batıni cemaatlere, bilinmeyen dillere, şifrelere, korsan ütopyalarına dayandığı için ölümsüzdür; her “opus magnum” gibi zamanın altını içinde parıldamaya devam eder.

Kaldırım Taşları Altında Gerçeküstücülük
Breton’un,1966 Eylül’ündeki ölümü ardından hareketin eskilerinden ve güçlü kanaat önderlerinden Jean Schuster, artık Gerçeküstüclüğün bir hareket olarak sona ermesi gerektiğini savunan bir bildiri yayınlar. Paris Gerçeküstücü Topluluğunun 1968 ayaklanmasına katılımının başını çeken, yeni kuşaktanVincent Bounoure ise bu bildiriye çok sert bir karşı yanıt vererek, hareketin yok edilemezliğini savunur. Prag ve Chicago’daki önemli Gerçeküstücü toplulukların verdiği Bounoure’ya verdiği destek ile 80’li yıllara kadar hakim olacak, merkezi üç Gerçeküstücü topluluğun başını çektiği yeni bir süreç başlar. Yayınlanan « Sürrealist Uygarlık » başlıklı antoloji ve çıkartılan « Sürrealist Bülten » ile Breton ‘un mirasına ve hareketin geleneğine sıkıca bağlı yeni bir enerji merkezi oluşturulmaya çalışılır.

Yeni Durumlar Yaratmak
80’li yıllarla birlikte kürenin farklı noktalarında Paris, Prag ve Chicago’daki üç merkezi Gerçeküstücü topluluğun çizgisi dışına taşan, yeni sınır ihlallerine soyunan gruplar çıkar. 1986 yılında kurulan Stockholm Sürrealist Topluluğunun başını çektiği « yeni » gruplar Cobra’dan Situasyonist Enternasyonele hareketin içinden ya da etki alanından çıkmış avangard’ların deneyimlerini Gerçeküstücüğe katan bir çizgi oluştururlar. Bu yeni süreçle psikocoğrafya araştırmalarından deneysel müziğe, performanstan video sanatına uzayan yöntemler, hareket içerisinde yeni kanallar yaratılmasına ve zamanıun ruhuna bağlanmasına katkıda bulunur. Yeni süreçle birlikte Fransa, Çekoslovakya ve Birleşik Devletler’de yeni ve alternatif otonom Gerçeküstücü topluluklar çıkar. Londra ve Japonya(Nagoya)da Stockholm grubuna bağlı seleksiyonlar kurulur. Atina ve Madrid’teki Gerçeküstücü topluluklar politik aktivizmi temel alan bir rotaya kayarlar ve Madrid grubu işi görsel estetik formların artık üretilmemesi savunan bir noktaya çeker.

Yeni Millenyum, Yeni Enternasyonel
Amerika kıtasının keşfinin 500. Yıl dönümünde, geleneksel ve yeni dalga Gerçeküstücü topluluklar sömürgeciliğin ağır mirası ve Batı uygarlığının mahküm edilmesi temelli bir bildiri için yan yana gelirler. Ve böylece Breton’un ölümü ardından Gerçeküstücü hareketin küresel varlığının altını kalınca çizen, yeni bir atılımın startı verilir. Bu uluslararası kollektif deklarasyonlar Irak’a yapılan Amerikan saldırılarından, Sırp hükümetinin tutukladığı Sürrealist/liberter sendikacılara dek uzayan bir listeyle günümüze dek devam eder.

Portekiz Gerçektücülüğün öncüsü Mario Cesariny’in anısına Mart 2007’de düzenlenen ‘Cesariny’ye Kartpostal’ adlı sergi 21. Yüzyılın ilk uluslararası ve toplu Gerçeküstücü etkinliğini oluşturur. Dünyanın çeşitli ülkelerinden katılımlarla birlikte, oluşum halindeki Türkiye Sürrealist Hareketi de sergide yer alır. Ardından Londra Sürrealist Eylem Grubu üç adet uluslararası festival düzenler ve bunların ikisine artık S.E.T(Sürrealist Eylem Türkiye) adını almış ülkemizin Gerçeküstücü grubu da katılım sağlamıştır.

2011 yılı Mayıs ayında, Istanbul’da gerçekleşen Destruction/Yıkım 2011 sergi-etkinliklerinde ise altı ülkeden Gerçeküstücü toplulukların çalışmaları da sergilenir. Düzenlenen performans, film gösterimleri yanında ; « Yaşayan Gerçeküstücülük» başlığı altında yapılan forumda, Türkiye, İsveç ve Yunanistan’dan Gerçeküstücüler güncel önerilerini dile getirirler ve deneyimlerini paylaşırlar.

2010 yılı Ocak ayında yayınlanan Hydrolith adlı uluslararası dergi-antoloji ile yeni çağın Gerçeküstücülüğü güçlü bir sese sahip oldu. Hydrolith; yaklaşık iki yıl süren bir hazırlık aşaması sonrası, aralarında Türkiye’nin de olduğu 17 ülkeden 85 katılımcının katkısıyla gün yüzüne çıktı. Dört ülkeden altı editörün başında olduğu ilk nüsha sonrası ; şu an hazırlık aşamasında olan ve 2012 yılı içinde yayınlanacak 2. Nüsha için dünyanın bir çok farklı ülkesinden yirmi üç editörün içinde olduğu bir editoryel inisiyatif oluşturuldu. Ki bu da Breton’un ölümü ardından oluşturulan en geniş Gerçeküstücü koalisyon anlamına geliyor. Hydrolith ; California’lı otonomist Gerçeküstücü Eric Bragg’ın yayıncılığındaki Blue Oyster Press bünyesinde basılan bir yayın ve yayınevi « non-profit » bir Gerçeküstücü yayın politikası izlemektedir.

Hydrolith ; İngilizce hazırlanan ve internet üzerinden küresel olarak satışa/dolaşıma çıkmış bir yayın olarak, gelişen dünya düzeninin Gerçeküstücü hareket üzerindeki izlerini de yansıtan bir mecra olarakta kabul edilebilinir. Çünkü hala köklü Gerçeküstücü gruplar sadece kendi lisanlarında, ülkelerinde yayın yapan bir hat izliyorlar. Salamander İspanyolca, Analogan Çekçe, S.U.RR ise sadece Fransızca dilinde yayınlanıyor. Bu duruma bir istisna olarak Mayıs 2011 de yayınlanan, Türkçe-İngilizce (bazı metinler de İspanyolca ve Portekizce 3. dil de olan) özel edisyon S.E.T bülten gösterilebilir.

Gerçeküstücü Müzik- kavramı üzerine devam eden tartışma ve üretimler, Hydrolith’in ilk sayısının girişinde, geniş bir dosya halinde sunulacak önemli bir yere sahiptir. Kanada kökenli, deneysel müzik-ses-gürültü performanslarını merkeze alan Recordism grubu ve deneysel müziği yeni tip Gerçeküstücü performanslarla birleştiren Stockholm Gerçeküstücü Topluluğu 21. Yüzyıl Gerçeküstücülüğünün bu yeni başlığında ilk akla gelen mecralar. Bunun yanında Arjantin ve Montevideo’lu Gerçeküstücüleri bünyesinde toplayan Rio de la Plata Gerçeküstücü topluluğunun çalışmaları, Leeds Gerçeküstücü Grubu üyesi Garret Brown’ın kayıtları ve ülkemizde Duygusal Provokasyon başlığında yapılan performanslar bu önemli başlık içinde yer alır.

Köklü bir geleneğe sahip Gerçeküstücü sinema alanında ise Svankmajer, Jodorowsky, Arrabal gibi yaşayan usta isimlerin yanına, İngiltere’den Aniano Henrique, İspanyol Carlos Atanes ve Türkiye’den bağımsız Gerçeküstücü Tan Tolga Demirci gibi yeni kuşak isimler eklenmiştir.

S.E.T ve 21. Yüzyılın Gerçeküstücü Dili
Sonuçta 21. Yüzyıl Gerçeküstücü Hareketi yeni bir « enternasyonel » kurmak yerine, küresel bir iletişim ve dayanışma ağı kurmayı tercih etmiştir. Yaşanan postmodern durum tek ve yekpare bir Gerçeksütücülüğe mahal vermemektedir ve bunun sonucu olan daha otonomist, liberter ve çok sesli yeni bir Gerçeküstücü hayalet büyümektedir.

Türkiye Gerçeküstücü Hareketi S.E.T’te güncel, yaşayan, hayatın içinde bir Gerçeküstücülüğün savunucusudur. Bazı Avrupalı köklü Gerçeküstücü toplulukların aksine içine kapalı değil, tamamen dışarı açık ve gündelik hayata müdahale eden bir pratik hat izler ; sokağa da galeriye de kapalı değildir. Güttüğü niyet geniş çaplı bir karşıt kültür cephesini büyütmek, bağımsız sanat kanalıyla hayat ile köprüler kurmaktır. S.E.T ; geleneğin aksine kendini Troçkist, Komünist ya da Anarşist olarak tanımlamanın ötesinde Sürrealist olarak tanımlar ve bu tanımın ideoloji karşıtı doğasını provakatif bir dille savunur.

Amaçlanan ruhsal bir devrimse, politik gruplara anjage olmayı ya da toplum ile uyumu bir zaaf olarak görür. Sonuçta Sürrealist imgenin oluşturduğu engin galaksi ; reklamcılıktan tasarıma tüm gündelik hayata yayılmışken, gösterinin kullandığı silahı tersine çevirme görevi 21. Yüzyıl Gerçeküstücü hareketinindir.

Rafet Arslan
Eylül 2011/İstanbul

21 Kasım 2011 Pazartesi

Oiseaux en péril/ M.Ernst




18 Kasım 2011 Cuma

Carnival of Sleep/ Ribitch

Amerika Sürrealist geleneğinin köklü isimlerinden dostumuz Ribitch'in öykü, şiir ve çizimlerinden oluşan özel bir seçki, Carnival of Sleep başlığıyla yayınlandı.

Kitabın yayıncısı ise uluslararası Sürrealist antoloji Hydrolith'e imza atan Oyster Moon Press. Kitabın pdf formatını 0,99 dolardan lulu.com adresinden indirebilirsiniz.

Kitabın duyuru metni ve kapağı:

Between dream and hallucination, the Carnival of Sleep opens its tent for the unwary somnambulist. Ribitch’s prose and poetry are sometimes dark and humorous, sometimes sublime lamentations of erotic beauty and deeply surrealist in storytelling. They are like ruptured blood vessels, gushing forth a spray of blood droplets, each bearing a different face. Illustrations by the Author

Ubik Project action in Amsterdam


action by Defter Kazıyıcılar Kooperatifi

Phosphor No.3-Leeds Surrealist GROUP

Phosphor No.3 - Memory Reclaimed

'Childhood memories, very much like dreams or primitive myths, can provide us with the keys to analogical thought; indeed, the morphologies of dreams and childhood memories are very closely linked and the exploration of the their latent narratives can lead to a rediscovery of what has been lost, which, paradoxically, is something that in the depths of our spirit we already know.'
- from the editorial, Artery of Hope, by Kenneth Cox

84 pages - B5 format - Winter 2011 - ISSN 1755-0009

Texts, poems, images on the theme of 'Memory Reclaimed' - including:

-Krzysztof Fijalkowski, Gherasim Luca: Reinvent Everything - an essay on the Romanian poet
-Three pieces on childhood memory by Bill Howe, Sarah Metcalf & Eugenio Castro
-Mike Peters, The Ruins of Memory and No Hot Ashes - two texts on memory & history
-Lurdes Martínez, Echoes of Experience Ruined - an essay on memory & place
an interview with Jan Švankmajer by Sarah Metcalf
-Bruno Solarik, Our Dreams Are A Second Life - an essay on Svankmajer's latest film
-Sarah Metcalf, Playing Memory Games - an essay on the collective exploration of memory, followed by extracts from two memory games played by Leeds Surrealist Group
-supplement: responses to a ludic enquiry
poems by Kenneth Cox, Gherasim Luca, John Hartley Williams
images by Stephen J. Clark, Jan Drabble, Krzysztof Fijalkowski, Bill Howe, Juan Carlos Otaño


-

14 Kasım 2011 Pazartesi

Siber Gnosis yayında!

Siber Gnosis, Periferi Kollektif tarafından hazırlanan ve bağımsız sanatçı-çevirmen-yazarların gönüllü katılımıyla şekillenen, bir yatay yayıncılık deneyidir.


Siber Gnosis’in ilk sayısı, her bir nüshasına Periferi sanatçıları tarafından yapılan “işler” ile birer koleksiyon nesnesi olarak sunulmuştur. Sınırlı sayıda baskısı yapılan (150 adet) bu dergi, Yıkım 2011’den Toplum Düşmanı’na, Sürrealist Eylem’den Albemuth Bilimkurgu’ya, Periferi Kollektifin 10 yıllık birikiminin sonucu ortaya çıkmıştır.

Siber Gnosis; ağırlıklı olarak avangard, bilimkurgu, radikal politika, gotik ve heterodoksi alanlarında yayıncılık yapacaktır.

PERİFERİ
Kasım 2011

*
Siber Gnosis - 1- içerik:

Metinler:

Budist Anarşizm- Gary Snyder

Bitişik odalar veya eskiden Avrupa komseri olan vampir- Carlos Martins

Maddox on William Gibson- Tom Maddox

Asger Jörn için prelüde- Rafet Arslan

Gnostizm ve Heterodoksi-Kenneth Rexroht

Bir paralel evren varsayımı olarak Sürrealizm üzerine- Ombresblanches


Görsel çalışmlarıyla: Horasan, cins, Nejat Satı, Defter Kazıyıcılar Kooperatifi, Eda Gecikmez, Onston, Ubik Project

Şiirleriyle: Ela Dinçer, A. Emre Cengiz, Alper T. İnce

Bilimkurgu öyküleriyle: ED, Seran Demiral

Çevirileriyle: Sufi, Gökhan Turan, Seran Demiral, Etilen-flagg, A. Emre Cengiz

*

Satış noktaları:


Taksim: Mefisto ve Simurg kitapevi

Kadıköy: Mefisto

İzmir: Hayalbaz veYakın Kitabevi

Ankara: İmge Kitabevi

Eskişehir: İnsancıl ve Adımlar kitabevi

Konya: Ücra şiir

12 Kasım 2011 Cumartesi

SLAG e-zine

http://dl.dropbox.com/u/24921037/SLAG%20ezine%202011.pdf

Ubiko

installation by Rafet Arslan
2011/İstanbul

A Statement from the Chicago Surrealist Group

FRIENDS OF THE IMAGINATION,UNITE!

The Chicago Surrealist Group and friends of the imagination everywhere stand in solidarity with the Teamster Local 814 art handlers locked out by Sotheby’s. In Sotheby’s last auction, the obscenely high prices paid for the work of surrealist artists—among others—were celebrated by the fawning press to show that all was well in the land of dollars.

Surrealism has always been an insurgent movement identified with freedom and with the emancipation of labor everywhere. The anti-worker campaigns of Sotheby’s, an auction house enjoying record sales, are of a piece with the contempt for freedom, dreams, and poetry that drives the commoditized art world. Making beauty an object of speculation, herding the ostentatious rich across picket lines to produce record sales in the hardest of times, Sotheby’s uses the terror of unemployment and the forces of law and order to bully workers.

We are not surprised by such thuggery. The relentless illogic of miserabilism makes Sotheby’s care not at all for the imagination, the labor, or even the paintings on which its profits rest. Nor are we impressed. The shows of force by the employer, and the laughable complacency of art/business reporting, represent nothing like the wave of the future.

In applauding the courageous actions of the Sotheby workers, and the ties of their struggles to Occupy Wall Street, we surrealists recognize that the triumphalist crowing of Sotheby’s and its patrons hollows out on second listen, and sounds much more like a last gasp.

And why shouldn’t it? Hanging out with millionaires and billionaires can’t be good for you. Each day a little piece of imagination withers away, acts of kindness get “lost in the shuffle,” acts of tyranny and cruelty come to the fore, until finally the equation is complete: Other people’s suffering = a larger bank account. The choice between Sotheby’s and the citizenry can be made a thousand times a day in every human action undertaken.

We fervently hope that the day is coming soon when Sotheby’s, Goldman Sachs (and all of their ilk) are recognized as the major sources of our distress. The compass wielded by the Occupy Wall Street demonstrators is pointing the way.

The Surrealist Movement in the United States


http://www.surrealistmovement-usa.org/

30 Ekim 2011 Pazar

The Inner Invasion of a City


26.10.2011/ Istanbul

26 Ekim 2011 Çarşamba

e-skop dergi "Sürrealizm Yaşıyor" dosyası yayında

-Postmodern Zamanlarda Gerçeküstücü Devrim/Rafet Arslan

http://www.e-skop.com/skopbulten/surrealizm-yasiyor-postmodern-zamanlarda-gercekustucu-devrim/419

-Sürrealizm ve Mimarlık Yeniden/Nur Altınyıldız Artun

http://www.e-skop.com/skopbulten/surrealizm-yasiyor-surrealizm-ve-mimarlik-yeniden/420

-Sürrealist Mimarlık Manifestosu/Jean Arp

http://www.e-skop.com/skopbulten/surrealizm-yasiyor-surrealist-mimarlik-manifestosu/421

-Mehmet Koyunoğlu'nun Sirk Evreni/Ali Artun

http://www.e-skop.com/skopbulten/surrealizm-yasiyor-mehmet-koyunoglunun-sirk-evreni/422

24 Ekim 2011 Pazartesi

SNUFF FİLM LİBYA

SNUFF FİLM LİBYA- rafet arslan

31*30- kağıt üzerine akrilik&mürekkep

ekim 2011
 

23 Ekim 2011 Pazar

Sağduyu Organizasyonları...

2 Ekim 2011 Pazar

Ütopya'ya Giriş 1/OnstOn


OnstOn
Kağıt üzerine akrilik,yaz 2011

Ubik Project, S.E.T ve Periferi Kollektif üzerine not...

.İlkinini Destruction/Yıkım 2011 ile gerçekleştirdiğimiz "Periferi" etkinliklerinin ikincisi, yine Rafet Arslan ve Alper T.İnce koordinatörlüğünde Ubik Project ile devam ediyor.


Sanat-Sokak-Hayat; mottosuyla yola çıkıp, konsept projeler üreten Periferi Kollektifin yeni projelerini ilerleyen günlerde duyurucağız.

S.E.T grubu ise aldığı "ricat" kararı dahilinde, yurtiçi ve dışı faaliyetlerine daha "dar" bir alanda, Dada'dan Cobra'ya Cyberpunk'tan "geçici otonom bölgelere" güncel bir "Gerçeküstü" imge yaratma ve gündelik hayata müdahale perspektifi ile devam edecektir
Ubik Project event:
https://www.facebook.com/event.php?eid=284511231574535

Ubik Project blog:
http://ubikproject.blogspot.com/

S.E.T

Hayata Dönüş/Rafet Arslan

19 Aralık 2000...

50*34; Kağıt üzerine akrilik, markör, kolaj
Eylül 2011

25 Eylül 2011 Pazar

Poetic Destruction: Stockholm Sürrealist Grup




12 Mayıs 2011, Destruction 2011, açılış performansı.
Mattias Forshage&Johannes Bergmark

11 Eylül 2011 Pazar

Her zaman ve Her yerde..

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Look

Jacqueline & André Breton
by Claude Cahun, 1935

29 Ağustos 2011 Pazartesi

UBİK Project

UBİK Project sergi, lansman, blog, sokak, hayat...

Ubik, yazar/düşünür P.K.Dick'in yaşam, ölüm, gerçek, gerçeklik, entropi, varoluş, algı, duyuötesi, metafizik kavramları üzerine yazdığı felsefi bir Bilimkurgu başyapıtıdır. Ubik projesi; Ubik'in dünyası, kavramları, tartışmalarını derinlemesine ele alan ve onu imge formlarına dökmeye soyunan bir projedir. Kavramlar, metinler, disiplinler arası çakışmalar,bağlantılar, sınır ihlalleri üzerine yoğunlaşarak, Ubik Project kollektif bir düşün/yaratı atmosferini tahrik etmeye soyunmuştur.

Ubik; kendine ait felsefi/metafizik/politik bir dünya görüşü yaratmış, eserleri bir çok dile çevrilip, sinemaya uyarlanmış P.K.Dick imgesinin bir tepe noktası, çatısını temsil ettiğinden; proje doğal olarak Ubik üzerinden PKD'nin büyük düş dünyasına da sızmayı da amaçlamaktadır.

Konsept: Rafet Arslan
Koordinatörler: Alper T. İnce&Rafet Arslan

Proje çalışma grubu(ön liste):
Ali Mete Sancaktaroğlu/Defter Kazıyıcılar Kooperatifi
Alper T. İnce
AltKomşu
Andrea Buran
Anti-pop
Bob Arc
cins
Eda Gecikmez
Gamze Özer
Hannah M.G. Shapiro
Merve Şendil
Nezaket Tekin&Çağdaş Ülken
OnstOn/Can Yeşiloğlu
Rafet Arslan

Sergi- UBİK
4-28 Ocak 2012
Mekan: Hayaka+
Proje & Sergi Mekanı:
Çukurcuma Caddesi No:19A Tophane 34425 Istanbul

Ubik Lansman- 6:45 Yayın, new edisyon
Aralık 2011

25 Ağustos 2011 Perşembe

Sabah Yıldızı/Morning Star- Micheal Löwy


Dünyayı yeniden büyülemeye dair romantik stratejiler arasında mite başvurunun özel bir yeri vardır. Çeşitli geleneklerin sihirli kavşağında, mit, tükenmez bir semboller ve alegoriler, fanteziler ve iblisler, tanrılar ve yılanlar haznesi sunar. Bu tehlikeli defineden beslenmenin çeşitli biçimleri vardır: eski mitlere şiirsel veya edebi atıflarda bulunmak, mitolojiyi “bilimsel” açıdan incelemek, ve yeni bir mit yaratmaya girişmek. Bu üç durumda da, mitin dinî özünden bir şeyler yitirmesi, onu, dünyayı yeniden büyülemenin dünyevi bir aracı, ya da daha doğrusu kutsal olana kavuşmanın dinî olmayan bir yolu haline getirir.

Mitlerin Alman faşizmi tarafından tehlikeli bir biçimde yolundan saptırılması, ulusal ve ırksal simgelere dönüştürülerek manipüle edilmesi, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından mitolojinin gözden düşmesine büyük oranda katkıda bulunmuştur. Bununla birlikte, Ernst Bloch* gibi kimi antifaşist Alman entelektüelleri, miti –“geleceğin ütopik ışığıyla” aydınlatıldığı taktirde– Nazilerin kirli ellerinden kurtarmanın mümkünâtına inanıyorlardı (Frank, 1982).
Önceleri, ilk romantizm döneminde, bu ütopik ışık varlığını yoğun biçimde hissettiriyordu; 19. yüzyılın şafağında Friedrich Schlegel tarafından yaratılan “yeni mit”i, içinden aydınlatan gizli bir lamba gibiydi. Karşılaştırıldığında, bu yüce kaynak ile Üçüncü Reich’ın peydahladığı o karanlık mitolojik taklitler arasındaki karşıtlık göz çarpar.

Frühromantik* için yeni mit “milli-germanik” değil insani-evrenseldir. Alman romantizminin muhtemelen en hayalci/sezgisel görüşler barındıran, “kuramsal” olarak tabir edilen metinlerinden biri olan Mitoloji üzerine Söylev’inde (1800) Friedrich Schlegel yalnızca Avrupa geleneklerinden değil, “Doğu’nun hazineleri”nden de beslenen sınırsız bir mitsel-şairane [mythopoétique] kainâtın hayalini kurar. Ve de özellikle, eskisinin soluk bir taklidi olmayan ve bizzat doğası gereği, yahut daha doğru bir ifadeyle, tinsel dokusu itibariyle ondan kökten biçimde farklılaşan yeni bir mitolojinin hayalini kuruyordu: eski mitoloji, duyusal dünyadaki en yakın ve en canlı olana dolaysız biçimde bağlanırken, yenisi, tam tersine, “tinin en mahrem derinliklerinden” (tiefsten Tiefe des Geistes) yola çıkarak oluşturulmalıydı. Bu iç kaynağın bir ürünü olan yeni mitoloji, dolayısıyla, tinden yola çıkarak bizzat tinin kendisi tarafından yaratılacaktı; kendisi de “hiçbir şeyden” yaratılan (aus Nichts entstanden) idealist felsefeyle arasındaki seçmeci yakınlık da bundan ileri gelir (Schlegel bu konuda özellikle Fichte’ye atıfta bulunuyordu). Derinliklerden gelen bu mitsel-şairane içsellik, akıl yürüten aklın dayattığı sınırları kabul edemez: o, “bilincin bir türlü kavrayamadıklarının”, “hayalgücünün o güzel dağınıklığının”, “insan doğasının ilksel kaosunun” krallığıdır. Fakat bu dış dünyayı görmezden geldiği anlamına gelmez: yeni mit aynı zamanda “hayalgücü ve aşkın dönüştürdüğü, insanı çevreleyen doğanın hiyeroglifsi ifadesi”dir (Schlegel, 1984). Schlegel’in bu satırlarda, Freud’ün bir yüzyıl sonra bilinçdışı kategorisiyle kavramaya çalışacağı alana sezgisel biçimde işaret ettiği izleniminden sıyrılmak zordur.
Ve kimi zaman psikanalizi, kimi zaman gerçeküstücülüğü önceliyor gibi görünen bu şaşırtıcı ve parlak sezgiler içeren metnin sonuç kısmında, Schlegel bakışını geleceğe yöneltir: bir gün, insanlar tanrısal güçlerini (divinatorischen Kraft) yeniden keşfedecek ve “hâlâ gelmesi beklenen” altın çağı tanıyacaklardır: “İşte mitolojiden anladığım budur”. Altın çağı geçmişe değil de geleceğe yerleştirerek, Schlegel miti ütopik bir enerjiye dönüştürür ve mitsel-şairaneliğe sihirli bir güç yükler (Schlegel, 1984).

Yüz elli yıl sonra, mağaranın karanlık köşelerini aydınlatmak üzere, gerçeküstücüler yeniden bu köze üfleyeceklerdir. Breton ve dostları için, mit değerli bir ateş kristalidir: onu faşist mitomanlara terk etmeyi reddederler. 1942’de, savaşın en korkunç günlerinde, Breton bu alandaki bir karşı saldırının gerekliliğine her zamankinden çok inanmaktadır: “bugün dünyayı sarsan bu çatışma karşısında, en zor zihinler, Odin’in ve diğerlerininkinin karşısına çıkarılabilecek bir mitin yaşamsal gerekliliğini kabullendiler” (Breton, 1965).

Breton, ilk kez olarak, 1937 tarihli “Gerçeküstücülüğün sınırsız hudutları” metninde, gerçeküstücülüğün “çağımızın kolektif mitinin tasarlanması” görevini önüne koyması gerektiğini ileri sürer. Bu mitin, hem yıkıcı, hem erotik rolü, 18. yüzyılın sonunda, Fransız İhtilali’nden kısa zaman önce “kara” romantizmin oynadığı rolün benzeri olmalıydı (Breton, 1973).
Bunun yanı sıra gerçeküstücüler açısından mitin önemi, rasyonel-olmayan üzerindeki dinî etkiye, (ezoterik geleneklerle birlikte) dünyevi bir alternatif oluşturmasından kaynaklanır. Breton’un, Çılgın Aşk kitabının, dostu Armand Hoog’a gönderdiği nüshasındaki imzalı sözleri –ki bunları kışkırtıcı ve putkırıcı bir imge olarak okumak gerekir– de bu çerçevede yorumlamalı: “Kiliseleri, hem de en güzel olanlarından başlayarak yıkmalı, taş üzerinde taş kalmayana dek. Ve işte o zaman, yaşasın yeni mit!” (Beaujour)

Gerçeküstücülüğün Üçüncü bir Manifestosunun Olması veya Olmaması Hakkında Önbilgiler’de Breton şu soruyu (kendisine de) sorar: “Bizler için arzu edilir olan toplumla ilişkili bir miti ne ölçüde seçebilir yahut benimseyebilir ve de dayatabiliriz?” (Breton 1994). Bu sözler, kendisi için mitle ütopyanın ayrılmaz olduğunu gösterir: bu ikisi özdeş değilse de, her iki alan, arzunun birinden diğerine geçişini sağlayan bir bitişik kap sistemiyle birbirine bağlıdır.
Gerçeküstücüler kolektif bir mit “dayatmayı” başaramadılarsa da, romantik yöntemi izleyerek, yani “tinin en mahrem derinliklerinden” beslenerek yahut, Breton’un sözleriyle “insan varlığının, reel dünya çerçevesinde kendini gösteremeyen ve tezcanlılığı içerisinde sembollerin ve mitlerin sonsuz isteklerine yanıt vermekten başka çıkar yolu olmayan en derin duygularına” başvurarak bunu yaratabildiler. “Genel bir sembolikle donatılmış evrensel bir mitoloji” (Schelling*) oluşturamadılarsa da, gerçeküstücüler, modern kültürün kapalı gökyüzünün içinden alev alev yanan bir kuyruklu yıldız misali geçen yeni bir mit –kelimenin simyasal anlamıyla- icat ettiler.

Peki nedir bu mit? Bu soruya cevap verebilmek için Breton’un en “mitolojik” eseri Arcane 17’ye bakmak gerekir. Şair bu metinde, İsis ve Osiris mitlerinden, Mélusine mitinden, Kadın tarafından sağlanan Dünyevi Selamet mitinden, Arcane 17 astrolojik mitinden, Özgürlük Meleği Satan’ın mitinden ve de özellikle – Breton’un “beni kendine bağlamaya devam eden en güçlü mitlerden” dediği– “tüm iktidarı eline alan aşk”ın mitinden, “bünyesinde dünyanın tüm yenilenme gücünü barındıran” çılgın aşk mitinden söz eder. Kitabın sonucunda –ki gerçeküstücülüğün en parıltılı kitaplarından biridir– tüm bu mitsel simalar, birer ateş nehri gibi, hepsini içinde tutacak bir imgeye doğru akarlar, o imge ki Breton’un gözünde “romantik düşüncenin en üstün ifadesi” ve “bizlere bıraktığı en canlı sembol”dür: bu “melek Lusifer’in alnından düşmüş” büyük sabahın yıldızıdır. Bu yıldız, boyun eğmeyişin en yüksek alegorik imgesini temsil eder: bizlere “bizzat isyanın, yalnızca isyanın ışık yaratabildiğini” öğretir. “Ve bu ışık ancak üç yoldan tanınabilir: şiir, özgürlük ve aşk ile” (Breton, 1944, 1965).

O halde, isyanı, şiiri, özgürlüğü ve aşkı (modern biçimleri altında) kapsayan, (aralarındaki seçmeci yakınlıklar sayesinde) onları bir araya getiren, (herhangi bir hiyerarşi kurmadan) bunları birleştiren bu yeni mit nedir? Bu, “tanrısal gücüyle”, “hâlâ gelmesi beklenen altın çağa” yönelmiş ütopik bakışıyla ancak gerçeküstücülüğün kendisi olabilir. Şiirsel bir mit olarak gerçeküstücülük, yüz elli yıl önce Frühromantik’in ilan ettiği programın varisidir. Bununla birlikte şöyle bir özelliği vardır ki, hiçbir zaman tamamlanmamış ve her daim yeni mitolojik imgelerin ve simgelerin yaratımına açık, hareket halinde bir mittir. Her şeyden önce tinin bir faaliyeti olan gerçeküstücülük, kendini “son mit”, yeniden keşfedilecek bir Kutsal Kâse veya şeyleşmiş bir “gerçeküstülük” olarak donduramaz: daimi tamamlanmayışı onun ölümsüzlük iksiridir.

Yale öğrencileri karşısında 1942’de yaptığı konuşmada, Breton gerçeküstücülüğün hedeflerinden biri olarak “mitsel hayata yapılacak ve ilk başta büyük kapsamlı bir temizlik şeklini alacak olan müdahalenin pratik düzeyde hazırlanışını” gösterir (Breton 1942). Bu görev, bizim çağımızda da, yakıcı güncelliğini korumaktadır. Esasında, 20. yüzyılın sonunda yalnızca ahırlara değil fakat tüm odalara ve salonlara yerleşmiş olan mitolojik vebayı temizleyebilmek için tüm bir nehrin akışını değiştirmek gerekir.

Dinî ve milliyetçi karanlıkçılık mitleri, bataklıklarda sonsuza dek boğulduğu düşünülen bu kurbağa kafalı putlar (kurbağalara duyduğumuz tüm saygıyla birlikte), bilinçlere yeniden yerleşmek ve ruhları dogmaların aşırı ısıtılmış sıvı kurşununda boğmak üzere çamurlu derinliklerinden çıkıyor.
Fakat bu putların ardında, bambaşka bir ihtişama sahip, yüzyılımızın her yerde hazır ve nazır bulunan, kadiri mutlak, koca göbekli Büyük Miti dikiliyor: Tüm tanrıları yutan Tanrı, tüm fetişlere hâkim Fetiş, istediği tüm kurbanları elde eden efendi Moloch*, önüne çıkan her şeyi ezen at arabası Juggernauth*, kâh ruhun tüm ürünlerini yutan bir çekirge bulutu şeklinde, kâh her yere işleyen ve zamanın havasını solunmaz yapan, görünmez ve leş bir koku biçiminde beliren, hiçbir hasmı kalmamış Üstün Varlık: Mammon*.
Kökenlerinden bugüne, gerçeküstücülük hiçbir vakit sihirli bir direniş mekânı, şeffaf bir reddiye ışığı olmaktan, tüm bu vıcık vıcık mitolojik kulluk gösterilerinin ironik bir biçimde olumsuzlanışının ruhunu taşımaktan vazgeçmemiştir.
Sabahın Lusiferci yıldızı, aynı zamanda bunlardır da.

(Bu yazı Michael Löwy’nin şu kitabında yer alır: Sabah Yıldızı. Gerçeküstücülük ve Marksizm, çev. Aslıhan Aydın-U. Uraz Aydın, Versus, 2009.)

*Bloch Ernst (1885-1997) : Yahudi/Alman felsefeci, romantik eğilimli marksist, ütopyanın kuramcısı. Nazizm döneminde Birleşik Devletler’e sürülmüş, savaş sonrasında Doğu Almanya’ya dönmüş ama bu ülkeyi de 1961’de terk ederek Kıta Almanya’sına yerleşmiştir. En önemli yapıtları şunlardır: L’Esprit de l’Utopie (1918) (Ütopya Ruhu, çn), Thomas Münzer, théologien de la révolution (19219 (Thomas Münzer, Devrimin İlahiyatçısı, çn) Héritage de notre temps (1935) (Günümüzün Mirası, çn), Le Principe Espérance (1959) (Umut İlkesi, çn). 30’lu yıllardaki yazılarında gerçeküstücülükle ilgilenir.
* Frühromantik : Edebiyat tarihinde, Athenäum dergisinin (1789-1800) etrafında, aralarında Novalis (Friedrich von Hardenberg), Friedrich ve Wilhelm Schlegel kardeşler, Ludwig Tieck, Caroline von Günderrode da bulunan genç yazar ve şairleri toplayacak olan ilk Alman romantizmini belirten terim. Romantik hassasiyet ve geçmişe özlem bu ilk dönem süresinde (1789-1804) Fransız Devrimine ve cumhuriyetçi fikirlere belli bir yakınlık duyulmasını engellememiştir.
*Schelling, Friedrich Wilhelm Joseph von (1775-1854) : 19. yüzyıl başında Alman romantik Okulu’nun en önemli felsefecilerinden biri. Gençliğinde Fransız devrimine karşı sempati besler ama daha sonra epeyce muhafazakâr olur. Ruh ve doğa arasındaki mutlak özdeşliği ve içgüdünün saf akılcılık üzerindeki hâkimiyetini ifade eden romantik doğa felsefesinin esinlendiği kişidir.
*Moloch: İbranice ha-Moléch’den gelir, muhtemelen “Kral” anlamına gelen ha-Méléch sözcüğünden türemiştir. Chanaan halklarının (Kenaniler, İ.Ö. 3. yüzyılda, İsraillilerden önce Chanaan – Lübnan, Filistin– ülkesinde yaşayan halklar, çn) insanların korkunç şekilde kurban edilmesini, özellikle çocukların diri diri yakılmasını isteyen putu. Eski Ahid peygamberleri tarafından lanetlenir. Marx’ta Sermaye’nin istiaresidir.
*Juggernauth: Hint dilindeki Dshagannat’tan gelir, tanrı Wishnu’nun görünümlerinden biri. Büyük kutlamalar öncesinde Wishnu-Juggernauth idolünü taşıyan arabanın devasa ve ağır tekerlekleri altına insanlar atılır, kurban edilirdi. Marx’ta Sermaye’nin alegorisidir.
Mammon: Aram dilinde Mamna, “servet”, zenginliklerin biriktirilmesine önderlik eden Suriye tanrısı. Yeni Ahid’de haksızca elde edilmiş zenginlikleri sembolize eden put.

Çev. U.Uraz Aydın


Orijinal metinde kullanılan “visionnaire” kelimesi hem hayalci ve çılgınca düşüncelere, hem de doğru sezgileri nedeniyle ileride benimsenecek fikirlere işaret eder -çn.
Mythomane : yalan söyleme hastalığına kapılmış kişi –ç.n..
Breton, mite yönelik ilgisini paylaşan “zor zihinler” içinde Bataille, Caillois, Duthuit, Mason, Mabille, Léonora Carrington, Max Ernst, Etiemble, Péret, Calas, Seligmann, Hénein’i sayar (Prolégomène à un troisième manifeste du surréalisme ou non, 1942)
Breton, özellikle “naif” denilen ressamlarda mitsel bir boyut seziyor gibi: “ Genel anlamı, bir çok yönüyle bizler için karanlık kalan modern mitolojide, eczacı Csontvary, gümrük görevlisi Rousseau ile postacı Cheval arasında oturur, “profesyonellerden” oldukça uzaklarda” (Breton 1965, s.238

*
MORNING STAR
Th e New Myth from Romanticism to Surrealism

Among the romantic strategies for reenchanting the world,
the use of myth occupies a special place. At the magical intersection
of many traditions, it off ers an inexhaustible reservoir of symbols
and allegories, ghosts and demons, gods and serpents. Th ere are
many ways to seek that dangerous treasure: the poetic or literary
reference to ancient myth, the “learned” study of mythology, and
the attempt to create a new mythos. In the third case, the creation
of a new mythos, the loss of religious substance in myth transforms
it into a profane image of reenchantment or, rather, a nonreligious
way of regaining the sacred.

Th e sinister perversion of myth in German fascism, its manipulation
as a national symbol or as racial heritage, contributed to
discredit mythology in the aftermath of World War II. However,
some German intellectuals, such as Ernst Bloch, believed in the
possibility of retrieving myth from the Nazi taint—on the condition
that it be illuminated by “the utopian light of the future.”1
At the beginning, in early Romanticism, that light was omnipresent;
it was the hidden lamp which lit, from within, the idea of
the “new myth” invented at the dawn of the nineteenth century by
Friedrich Schlegel. If one returns to that lofty source, the contrast with the morbid mythological manipulations of the Th ird Reich is striking. For Schlegel, the new myth was not “German-national”
but human-universal. In his Discourse on Mythology (1800), one of
the most visionary “theoretical” texts of German Romanticism,
Schlegel dreamed of a borderless mythopoetic universe, drawing
not only from European traditions but also from the “treasures of
the Orient.”

Above all, he imagined a new mythology, one which would not
be a pale imitation of the past but would radically distinguish itself
by its very nature, by its spiritual texture; while formerly myth
immediately connected to the closest and most lived experience in
the world of sensation, the new myth must be created, by contrast,
from the “deepest depths of the mind” (tiefsten Tiefe des Geistes).
Coming from that internal source, the new mythology would
thus be produced by the mind from itself; from there it derives its
elective affi nity with idealist philosophy (Schlegel here is thinking
primarily of Fichte), that also created itself “from nothing” (aus
Nichts entstanden). Th at mythopoetic interiority coming from the
depths cannot accept the limits imposed by rationalist reason; it
is the realm of “whatever forever evades consciousness,” of “the
beautiful disorder of the imagination” and “the original chaos of
human nature.”

Th at’s not to say that it ignores the exterior world; the new myth
is also “a hieroglyphic expression of surrounding reality under the
transfi guration of the imagination and of love.”2 It’s diffi cult to
avoid the conclusion that Schlegel, in these passages, intuitively
identifi ed the domain that Freud would a century later crown with
the name Unconscious. Concluding this text, saturated with fulgurant
intuitions and seeming to announce now psychoanalysis,
now Surrealism, Schlegel turns his eye toward the future. One
day, human beings will rediscover their divinatory power (divinatorischen
Kraft) and will greet the Golden Age, “which is yet to
come.” “Th is is what I mean by the new mythology.” In situating
the Golden Age in the future, not the past, Schlegel transfi gures
myth into utopian energy and invests mythopoetics with a magical
power.3

One hundred fi fty years later, the Surrealists stirred those embers
anew, illuminating the cave at the heart of darkness. For Breton
and his friends, myth was a crystal of precious fi re; they refused
to abandon it to fascist mythomaniacs. In 1942, at the worst moment
of the war, Breton believed more than ever in the necessity
for a counterattack in this domain: “Faced with the current war
mobilizing the world, the most profound minds are admitting the
vital necessity of a myth opposed to that of Odin.”⁴
In 1937, in “Limits, Not Frontiers, of Surrealism,” Breton fi rst
suggested that Surrealism must take up the task of “the elaboration
of the collective myth of our time,” one in which a simultaneously
erotic and subversive role would be analogous to that played
in the eighteenth century, just before the French Revolution, by
the Gothic novel.⁵ Th e importance of myth to the Surrealists lies
also in the fact that it constitutes (along with the esoteric traditions)
a profane alternative to the irrational grip of religion. It is
in this sense that we must interpret Breton’s remark (often taken
as a provocative and iconoclastic statement) in the dedication of a copy of Mad Love sent to his friend Armand Hoog: “Let’s demolish
the churches, starting with the most beautiful, so that no stone
remains unturned. Th en the New Myth will live!”⁶
In the Prolegomena to a Th ird Manifesto, Breton asks (and asks
himself) the question, “To what extent can we choose to adopt
and impose a myth in relation to society that we judge desirable?”⁷
Everything indicates that for Breton myth and utopia were inseparable;
if they are not identical, they are at least linked by a system
of communicating vessels which assures the passage of desire between
the two spheres.

Th e Surrealists have not succeeded in “imposing” a collective
myth, but they have created one—using the Romantic method,
by searching “the deepest depths of the mind” (Schlegel) or, in
Breton’s words, “into the deepest emotional depths of our being
where emotions exist that are incapable of expressing themselves
in the limitations of the real world; emotions which have no other
outlet than responding in desperation to the eternal lure of symbols
and myths.”⁸

If they could not create what Schelling calls a “universal mythology,
endowed with a general symbolism,” the Surrealists have
at least invented—in the alchemical sense of the word—a new
myth, destined to traverse the grim sky of modern culture like an
incendiary comet. What is this myth? In order to answer this question,
it would be useful to return to Breton’s most “mythological”
work, Arcanum 17. Th e poet evokes, while transforming them, the
myths of Isis and Osiris; the myth of Melusine; the myth of Nut,
the Sky Goddess, arching over the earth in a bow; the astrological
myth of the 17th Arcanum of the tarot; the myth of Lucifer, angel
of liberty—and above all, in Breton’s words, “one of the most powerful
myths which continues to compel me,” mad love, “love that
encompasses all one’s passion” and in which “resides the power to
regenerate the world.”

In the conclusion of Breton’s book—one of Surrealism’s most
luminous works—all these mythological fi gures fl ow, like so many
rivers of fi re, toward an image that contains them all and that, in
Breton’s eyes, is “the supreme expression of Romantic thought”
and “the most vivid symbol inherited by us”: the Morning Star,
“fallen from the brow of the angel Lucifer.” Th is star represents
the great allegorical image of rebellion; an image from which we
learn that “revolt itself, and revolt alone is the bearer of light. And
that this light can reveal itself only through three methods: poetry,
freedom and love.”⁹
So what is the new myth which contains (in modern form),
unifi es (thanks to their elective affi nities), and organizes (without
imposing a hierarchy upon them) revolt, love, poetry, and liberty?
It can only be Surrealism itself, in its “divinatory power” (Schlegel),
in its utopian gaze toward “the Golden Age which is yet to come”
(Schlegel).

As poetic myth, Surrealism is the heir to the ideals announced
a century and a half earlier by Romanticism. It has, however, a
particularity of being, it is a myth in perpetual motion, always
incomplete and always open to the creation of new mythological
fi gures and images. Being above all an activity of the spirit, Surrealism
cannot be fi xed in an “ultimate myth,” a Grail to recover
or a reifi ed “Surreality”; perpetual incompleteness is its elixir of
immortality.

In his speech to students at Yale in 1942, Breton presented, as
one of the objectives of Surrealism, the “preparation in a practical
way for an intervention into mythic life, one which would need to
begin with a large-scale clean up.”1⁰ In our time that task continues
to be of the most urgent necessity. In fact, it has become a river
which one must divert from its course to clear away the mythological
muck that has settled itself not only in the stables but in
all the cottages and palaces. Th e obscurantist myths of religion
and nationalism, these toad-headed idols (despite the respect we
owe the toad) that we thought were forever swallowed up by the
swamp, have left their tangled morass to haunt our consciousness
again, overwhelming our minds with the overheated molten lead
of dogma.

But behind these idols rises—even more formidably, omnipresent,
omnipotent, and ventripotent—the real “Dominating Myth of
Our Century,” the god that has devoured all other gods, the fetish
that rules all other fetishes, unrivaled and sometimes presenting
itself as a plague of locusts devouring all the mind’s fertile fi elds,
sometimes as an untraceable odor, impregnating everything, making
the air of our time unbreathable: the god “money.”

From its origins up through our own time, Surrealism has never
ceased to be a magical place of resistance, a transparent light of
refusal, an ironic spirit of negation of all those manifestations of
mythological servitude. Th e Luciferian Morning Star shines here.

translated by Jen Besemer.