RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE

THE DIN OF STREET SPIRIT SOUNDS IN THE RYTHME OF DREAMS

20 Nisan 2009 Pazartesi

James Graham Ballard'a Saygıyla 4


USULCA SANDIĞA KALDIRILAN DEVRİM

‘yaşamın bir bedeni vardı umut geriyordu yelkenini
ışıl ışıldı uyku düşlerle ve gece
güvenli bakışlardan bir şafak vaadediyordu’
Le Phenix/Paul Eluard

Çok değil, 10-15 sene önce ‘tarihin’, ‘ideolojilerin’, ‘yoksulluğun’ sonu ve yeni küresel bilgi çağının başlangıcı ilan ediliyordu. Tek yapmamız gereken küresel imparatorluğun önümüzde açtığı yeni geleceğe hazırlanmaktı.

Dediklerini yaptık.. yıl 2005… gezegen dünya… yeni liberalizmin teknolojik devrimi ve küresel pazar planları gerçekleşti ve hala gerçekleşiyor. Fakat karşılaştığımız, bugüne sızan gelecek profili ise kap karanlık.

Bizden ‘devrim’ fikrini usulca evlerimizin en gizli sandıklarına kaldırmamızı ve üstünü iyice kilitlememizi istemişlerdi, yaptık.. yeni bin yılla her çok daha iyi olacaktı.
Bu değişim döneminde sadece ekonomik küreselleşme sağlanmadı. Cyberpunk kurgularda karşılaştığımız küresel mafya ve diğer suç organizasyonlarıyla tanıştık. Yeniden popülerleşen kölelik ve insan kaçakçılığı faaliyetlerini gördük. Uzak okyanus sularında yeniden dirilen korsanlık eylemlerine biraz şaşırdık. Bağdat şehrinin 4-5 yıl arayla havai fişek gösterisi haline çevrilen bombalanışını evlerimizden izledik.

1984, Cesur Yeni dünya, Fahreinheit 451, Biz, Damızlık Kızın öyküsü…. Yüzlerce bilimkurgu eseri anlatmıştı, gelecekte insan türünü bekleyen, kendi kendini kapatacakları hapishaneleri. Foucault’un hapishanelerin fabrikalara, okullara, kışlalara, hastahanelere ve bütün bunların da hapishanelere artık benzediği uyarısı da unutuldu. Ama Panoptikon’dan korkunç Gunatanamo ve Ebu Gahaip’lerle tanıştık. Gizli toplama kampları ve hayalet esirler artık sadece P.K. Dick gibi adı deliye çıkmış bilimkurgu yazarının karanlık kabusları değildi.

J.G. Ballard’ın suç üçlemesinin ilk ikisini oluşturan Kokain Geceleri ve Süper-Cannes romanlarında sık sık karşımıza çıkan güçlünün, elitin şiddeti uygulaması ve bunu filme çekerek uzun vadeli bir tüketim ayini haline getirilmesi, Irak yada Afganistan’daki öldürdükleri insanların görüntülerini porno siteye üye olmak için takas eden ABD askerlerince kısa sürede gerçeğe dönüştürüldü. Tıpkı Süper-Cannes romanın psikopat doktoru Winder Penrose’un ‘bu yeni türde bir pornografidir ve aslında kendileri de zavallı bir kurban olan suçlular için ‘delilik bir tedavidir’ tespitini doğrularcasına. Bu tedavinin sonuçlarını kameralı telefonlarla çekilip küresel tüketime sunulan Irak’taki manzalardan görülebilir. Tüm dünya cinnet nöbetine girmişken peki devrim nerede? Hiçbir Yerden Haberler, Demir Ökçe, Hukuk Gladyatörü, Ekotopya… dönüştürülecek geleceğe yönelik Ütopya nerede?
Evet, yaşanan toplu bir cinnet nöbetidir ve suçlu da sadece ulu orta önümüze dikilen bildik failler değil, tüm insanlıktır. ‘bu böyle giderse varılacak karanlık yer’ bu gün bulunduğumuz yerdir. Ama yeni milenyumun insanları daha fazla haz, daha fazla tüketim, daha fazla şöhret, daha fazla zenginlik, daha fazla gençlik peşindeler ve bizlerin bu tip mecralardan yazdığımız metinlerle ya da anlatmaya çabaladığımız gerçeklerle ilgilenmemektedir.

İşte bu yüzden J.G. Ballard’ın kriminal üçlemesinin son kitabı Milenyum İnsanları’nı yenik doğmaya mahkum bir devrim öyküsü olarak kurgular. Tıpkı 19.yüzyılın Paris komünü gibi. Ama roller değişmiş devrimin öncülüğünü yeni proleterya yani orta sınıf almıştır….’yeni bir devrim gerçekleşiyordu; öyle alçakgönüllü ve iyi huylu bir şeydi ki hemen hemen kimse farkına varmamıştı’ sözleriyle açılan kitap umursamaz, robotlaşmış kamusal alan karşısında var edilmeye çalışılan yeni bir ütopik çabayı konu alır. Bir taraftan toplumsal değişim talebinin ayartıcılığı, sistemin her zamanki bastırma tedbirleri ve diğer taraftan günümüz dünyasında El Kaide tipi grupların sergilediği amaçsız şiddetinin sorgulanması. Ballard son 30 yılda yinelediği gibi soluğunu ensemizde hissettiğimiz bir çok yakın gelecek tablosu oluşturur. Baskıcı olmayan her ütopya gibi ikircikli ve insan denilen tuhaf şey’in derin iç uzayını kaplayan tüm aydınlık ve karanlık yönlerini yansıtarak.

Roman ‘ama aslında başka bir zamanı düşünüyorum o anda, Chelsea Marina’nın gerçekten bir vaatler ülkesi olduğu kısacık dönemi; genç bir çocuk doktorunun halkını özgür bir cumhuriyet, sokak işaretleri olmayan bir şehir, cezaları olmayan olaylar ve gölgesi olmayan bir güneş yaratmaya ikna ettiği o kıssacık zamanı düşünüyorum’ sözleri ve geleceğe yönelik bir dönüşüm çiçeğinin filizlenen ilk tomurcuklarıyla biter.

Ballard’ın romanını da tıpkı Londra metrosunda patlayan terörist bombalar gibi hepimizin geleceğine yönelik bir uyarı olarak okunmalıdır. Suçun, acının, şiddetin yada sömürünün bitmesine yönelik niyetler hipnotik bir bekleyişe yenik düştüğü sürece güneş üzerindeki gölge daha da artacaktır. Belki de herkesin evlerinin en gizli köşesine tıkıştırdığı sandığı açığa çıkartma ve Pandora’nın kutusu gibi açma vakti, değişimi…

Rafet Arslan/2005

Hiç yorum yok: