RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE

THE DIN OF STREET SPIRIT SOUNDS IN THE RYTHME OF DREAMS

26 Haziran 2008 Perşembe

Erekte Şiir 2 ve Durumlar/Yorumlar

Erekte Şiir manifestosuna Ön Giriş 2

Erekte Şiir, Sokak Şiiridir;
Sokağın deneyimlerine ortak olmak, sokakta yeni deneyimler yaşamak, gündelik gerçekliğin gizlediği olağanüstüyü açığa çıkarmak, yeni durumlara yelken açmak…
Önemli olan sadece sokakta kalmak-yaşamak değil, sokakla yaşamaktır. Şiir sadece basılı kâğıda hapsedilemez. Markör ile duvara, elektrik direğine, telefon kulübesine de yazılabilmelidir. Sokaklara kendimizi sürüklerken sticker’a şiir otomatik yazılmalı ve yapıştırılmalıdır. Büyük bina çatılarından, otobüs camlarından kuşlanmalıdır. Sokakta yazılan şiir kaynağına yani sokağa geri dönmelidir.

Erekte Şiir, Gerçekliğin Karşısındadır;
Gündelik gerçekliğin sistemin sürekli yeniden ürettiği bir illüzyona dönüştüğü 21. yüzyıl başında Erekte Şiir, Gerçek için gerçekliğin karşısındadır. Gerçekliği düş ile takas eder.

Erekte Şiir, Anti-Oligarşiktir;
Edebiyat dünyasının köşelerini tutmaya çalışan, egolarının ağırlığından kendi cemaatlerini kuran, ‘bu iyi-bu kötü şiirdir, bu şiirdir-bu değildir’ fetvaları yayınlayanlardan icazet almaz.

Erekte Şiir, Bağımsızdır;
Her hangi bir güç merkezi ya da odağına uzaktır, onlara eklemlenmez, bağımsız ve özgür varolur. Şiirin belli kurallara, geleneklere bağlı olmasını manipüle eden derebeylerine karşı özgünlüğün ve özgürlüğün savunucusudur.

Erekte Şiir, Liberterdir;
Toplumun her hücresine kanser gibi yayılmaya çalışılan lümpen milliyetçi, gerici, muhafazakâr anlayışlarla uzlaşmazdır. Osmanlıca avantgarde kurgularına pabuç bırakmaz.

Erekte Şiir, Erektedir!


Rafet Arslan
22 Haziran 2008
..........................................

Erekte Şiir Manifestosu Ön Giriş 2’ye
1. Lettrist Sitüasyonist Yaklaşım

Rafet Arslan’ın kaleme aldığı “Erekte Şiir Manifestosu”na 2. Giriş metni açık seçik Lettrist Sitüasyonist Enternasyonalin mührünü taşımaktadır.
Sanatın hayat oluşu, hayatın sokak oluşu, sokağınsa sanat oluşu gerçeği Arslan’ın manifestosunda yeniden dile getirilirken; zamansızlık ve anın içinde durumlar yaratmak, geçici otonom oluşturmak söz konusudur metnin pratiğinde.
Manifestonun teorik yapısı pratik safha noktasında net değerlere sahipken an dahilinde yapılan pratikler, teorinin güçlü gerçekliğini doğrulamaktadır ki böylece; sokağın ait olduğu şehrin psikocoğrafyasının haritası da çizilmeye başlanacaktır ve diğer yandan Sitüasyonist Enternasyonal öncesi Lettrist sürecin “oyun” ve “eğlence” (lunapark yaşam) amacı aynı zamanda polis ve fikri sabit halk ile karşılıklı oynanarak yaşam bulurken, erekte insanlar için tatmin edici bir şenliğe dönüşecektir.
Modern zırıltılar dünyasında modernin gerçeğine atılan bir adım ve bu kavram dahilinde şiirin ve sanatın özgür kalması ve gerçeğine dönmesidir ki bu bakımdan net olarak Lettrist Sitüasyonist bir harekettir.
Toplumsal devrime varasıya amaç Lettristlerin belirttiği küçük delikleri açmaktır.
Debord, modern şiiri ele geçirmekten bahsederken onu yazmak değil yaşamak gerekir demektedir. “Erekte Hareket”, şiiri yaşamaktadır, bundan yanadır, bundan bahsetmektedir. Sitüasyonist anların sanatı halka indirmek derken kastettiği şey yanlış anlaşılmamalıdır, Debord ve grup bir tür halkçı sanattan falan bahsetmemektedir. Erekte şiir sokakta: eğlenmekte, anından zevk almakta ve sisteme sistem tarafından ciddiye alınan minimal sabotajlar düzenlemektir. Bunu yaparken de zaten lettrist mikroyu kendi içinde oluşturmakta ve uygulamaktadır.
Hayata geçirmek ve tamamlamak istediğimiz şey şiirdir diyecektir Guy Ernest Debord.
Şiirin diliyle eylemi arasında bağ kurulmadığı sürece kâğıt mendildeki spermler kadar ölüdür ve öte gidemeyecektir şiir, ki artık “bunlar”ın karşısına konulması gereken bir taş üzerine yazmaktayım ben.
Şiir kamuya ait olanda olmalı ona uygulanmalıdır, bireyler şiire ve metne kendilerini eklemlemeli ve yeni şiir an be an değişerek ve gelişerek ortaya çıkmalıdır. Bu aynı zamanda şiirinde örgütlenmesidir. Örgütlenmeliyizdir.


Şenol Erdoğan
senolerdogan77@yahoo.com
25 Haziran 2008

....................................................

Halkla ilişkisizlik servisine (Internationale Situationnist)

Seyrek zaman katkısı:



Sevgili Şenol Ve Rafet birkez daha şunu hatırlattılar:

Şiirin heybesinde pahabiçilmez başka “insani” ve marifeti kollayacak değerlerin olması gerekliliğidir.

Edebiyat tarihine bu kaygıları canlı tutarak geçen adlar-yapıtlarla yakından oluşturlan her türlü kan bağını önemsemeliyiz. Günlük yaşamın gerçekleriyle bir hücrenin iç yapısı kadar ilintili olan her dize, haykırış barındırdığı özgünlüğün ötesinde özgürlüğün de beslendiği kılcal damarlar olmuştur. Pavese’i anımsayalım ve onun o kısa “yeşil ağaç” dizelerini. Bir insan düşünün, uzun yıllar yattığı poltik görüşlerinden dolayı tutukulu kaldığı hapishaneden adıımını dışarı atar atmaz herşeye bıraktığı yerden başlamak niyetinde, buradaki tek fark ve farkındalık artık o “içerideki” umudundan zerrece eser yok! Çok sevdiği tepelerin üzerine çıkar ve düş tarlasına o bölgenin emekçileri dikilir:

“ tepeler yağmur tadındalar

O garip tat ki bazen rüzgarla beraber hapishaneye varırdı”



Şiirin yenilgisi ve bu girizgahta yaşadığı deneyimler “dil” sorunuyla ilintiliydi, T.S Eliot’u ve onun “dört kuvartet”ını anımsayalım:” sözcükler yalvarmaya başlar, taşıdığı yükün etkisiyle çatlaklar oluşur bazen ezilir, kayganlaşılar, yok olurlar, dikkatsizlikten çürürler, kalıcı olamazlar, hareketsizler”…dikkat edersek buradaki tek araç “sözcüklerdir” ve modern şiirin en parlak temsilcilerinden sayılan bu dizeler bir “yenilgiden” söz ediyor. Şiirin kırılması bilinç ve hakikat arasındaki tüm köprülerin dinamitlenmesi demektir. Bu türden “şeyleri” bol bol okuyoruz her gün “orda-burda”. Ama bezen yaşamın yükü, içsel med-cezirler, toplumsal olgular o denli bir boğucu çemberle yaklaşırlar ki “çıkış” sözcüğünü sadece “şiir” karşılamaz. Herkes, her şair Rilke kadar içinde tasavvuf vari bir olguyu da barındıramaz, her durum ve olguyu yenebilecek ve de çadaşları için hep paracetamol etkisi yapabilecek dizeler yaratsın, gerçi bu gizem ve sır dolu eksen daha sonraki dönemlerde Rilke ve Stefan G. Arasında süre giden keyifsiz tartışmalarla baltalandı. Sorun dün de aynıydı bugün de!



Mesele bir Brecht veya Rilke merceğinden olup bitene bakmak da değil, her ikisi bir yığın politik şiire imza attılar, oysa aralarında dereler, dağlar vardı. Bizim kavradığımız ve sevgili Rafet’le, Şenol’un da altını çizdikleri şey tanık olma durumun ötesine geçme kaygısıdır, en uç, alt dil kullanarak en derin insani kuyularda kendini kollayan rüzgarla beraber çağın vahşetine bayrak açabilmek!

Sarter’ın tamamen öznel merceğinden irdelediği ve kendi metafizik yorumuyla beraber bu şiir ve yenilgi kavramları hakkında düşünmemiz isabetli olur diye düşünüyoruz.

Malllarme gibi şiirin intiharını deneyerek tesadüfleri ortadan kaldırmak da bir tercihtir. Onun “ şiirde sözcükleri tam ve eksiksiz kullanmak diye bir kural hiç olmadı” çıkarsaması önemlidir.



Bu toprakların kendine özgü bir “melal” nehirleri de var, dikkatlice baktığımızda, yine Pavese ve öteki isyancı baharlarla bir duygu bütünlüğü kendini gösterir, aramızdan kaç kişi Pavese’ın şu dizelerine tepkisiz kalabilir ki:

“ yalınız adam- ki hapishanede idi- hapishaneye geri döner

Her defasında ekmeğinden bir parça koparır dişleriyle

İçeride, rüyasında, kaçan tavşanları görürdü

Kış toprakları üzerinde

Kış sisinde

Adam, caddelerin korunağı arasında günlerini geçiriyor

Serin su içiyor ve bir parça ekmek yiyiyor..”- Pavese

(çev. -aceleyle oldu kusuru varsa aff ola)



Sorun galiba Deleuze’un da dile getirdiği şifrede saklıdır:

“bu güzeldir” yargısıyla, “bu yücedir” arasındaki o ince ama bir okdar ölümcül mesafe!

Erekte şiir üzerine yazılan ve Şenol beyin katkısı belki de üzerinde titrediğimiz “bu yücedir” kavramında kilitleniyor. Farklı bir etkinlik sahası arma çabası, bir hurufi gibi biçimsiz olanla veya “biçimi bozulmuş” olan ne varsa tümüyle yüzyüze geldiğimizde yine biçimsel düşünümsel yansıtmaların ötesine adım atma cesareti, niyeti taşımaktır. Bırakın hayal gücünü, varoluşun kendisi bile bu durumda kendi sınırları zorlar.

Nesimi, Hallac Erkete şiirin ilk hurufi neferleridir, bedeli ise ortda:

Aşk!

“aşk nedir ey Hallac?” sorusuna verdiği cevaptır:

-yarın dizle kıyısına gelin görürsünüz ne olduğunu”

Önce derisi soyulur, sonra yakılır, külleri dicle ve fırat’a serpilir!



“ve böylece taş parçasına dönüştüm

Uçsuz bucaksız bir cehennem

Karanlık ve derin

Bir ayrılık ki cehennem köşesi

Ve içim fakir, cimri bir el

Bir köşk: heyber cahillerinin yeri

Gölgeden yoksun,

Taştan bir halı

Ve kederle beslenen bir yürek!” –Şiir Hallac-Çev.Hamuş



“heyber cahillerinin” kol gezdiği “uyduruk” bir şiir tarlasından Situationniste vari bir başkaldırı herşeye meydan okumaya muktedirdir, gücün kendisine bile!

Ne demişlerdi Situationnist’ ler:” Şiir, özgürleşmiş, kendi zenginliğini yeniden kazanmış dilden başka bir şey değildir: kalıplaşmış imlemerleri yıkan ve aynı anda sözcükleri, müziği, çığlıkları, jestleri, resmi, matemetiği, olguları, eylemleri kucaklayan dil. Bu yüzden şiirin varlığı, sosyu-ekonomik yapının belli bir evresinde, hayatı yaşama ve değiştirme imkanlarının zenginliğine bağlıdır.”

İşte tüketim toplumunun boşluk noktasına yine onların tanımıyla” karşı-madde”.





Şiir adına baki kalan sadece bir “hoş seda” olmasın!

Anlama yetisi hep yargı verir “fakat akıl akılyürütür”!

Ne tümden akıl, ne tümden divanelik: iki cehennem arasındaki bir gerçekci ses, aranan budur!



Sevgiyle

Hamuş

(borges defteri’nden)

..........................................

Erekte Sokak Şiirinin Ruhsal Kaynakları

Geçtimiz sene yayınlanan Erekte Şiir Manifestosuna Ön Giriş metnine, yapılan ek kuşkusuz Şenol'un altını çizdiği Lettrist ve Situasyonist vurgulara sahiptir. Ayrıca da Hamuş'un vurguladığı ruhsal direniş çizgilerine sahiptir.

Aynı zamanda kesip-yapıştılan, tekrar bozulan, kolajlanan bu şiir Dada gelenegine de selam gönderir.

Gündelik hayatta gizli olaganüstünü arayışı ve gerçekliğe karşı düşü tercih edişi ile de Sürrealist Devrimin tektonik sarsınılarını da içinde taşır.

Şiirin hakim olacağı bir dünya düşlüyoruz, Lautreamont'un deyişiyle herkesçe yazılabilecek bir şiir. Burada en büyük Handikap İ.S.'nin deyişiyle dilin iktidarın dili olmasıdır. Fourier yada Sade'ın metninde sözcüler özgürce sevişebiliyorlardı. Yaşadığımız sahte gerçekliğin 'cesur yeni dünyasında' da sözcüklere özgürlükleri nasıl geri verilebilir?

Ece Ayhan'ın dile çekiçle saldıran, onu kıran, yamultan, saptıran geleneği burada yol göstericimizdir. Dil iktidarın diliyse; direnişin dili de yine şiir ile konuşucaktır.

Sürrealist Eylem Türkiye
26.06.2008

Hiç yorum yok: