RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE
30 Aralık 2007 Pazar
Gracq Sonsuzda...
Roland Barthes/Zevk Hesabı (Fourier Üzerine)
Çeviri: Gözde Genç
Fourier’in tüm kuramlarının altında yatan temel kavram ne adalet, ne eşitlik, ne de özgürlük değildir. Fourier’in yapısal zeminini oluşturan kavram zevktir.
Fouriercilik de bir mutluluk öğretisi[1] değildir. Fourierci mutluluk (pozitif mutluluk) en basit anlamıyla zevktir: “aşk özgürlüğü, güzel yiyecekler, kaygısızlık ve Medeni insanların imrenmeye bile cüret edemeyecekleri tüm gerçek zevklerdir –cüret edemezler çünkü medeni felsefe onlara zevkin kötü olduğunu öğretmiştir-.”[2] Fourierci anlayışa göre, hayvani zevk öncelikle damak tadıdır. Tabiatıyla, zevkin en büyük iki kaynağı Aşk ve Yemek’tir ve bu ikisi hemen her zaman atbaşı giderler; yine de Fourier erotik özgürlüğü birinci sıraya koyduğu halde onu yiyecekleri ( kompostolar, limonatalar, kavun, armut, mirliton[3] …) tarif ettiği gibi iştahla ve detay vererek tanımlamaz. Zaten öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Fourier’in üslubu bile başlıbaşına bir zevktir; coşkuyla, heyecanla, sözcüklerin zenginliğiyle, oburca iştahlı betimlemelerle katmerlenen bir dil kullanır. (Neolojizmin[4] erotik bir tarafı vardır, bu yüzden bilgiç kişilerin şimşeklerini üzerine çekmekte üstüne yoktur.)
Fourier’de zevk her şeyden önce pratiktir, ilk bakışta kendini gösterir. Nedenlerin değerlerin, formalitelerin, alışkanlıkların, mazeretlerin karmaşasından kolayca sıyrılır, tamamen kendine özgü ve saf bir biçim bulur, bir manyaklık ( ayak bileği kaşıyıcı, bok yeyici ve “koca bebek”[5]) asla tarafların aldığı zevkten ayrı düşünülmez ve bu zevk asla zevkin kendisinden başka hiç bir anlam taşımaz (saçmalık, uygunsuzluk, zorluk gibi şeyler olaydan uzaktır); kısacası olayın saf haline iliştirilmiş bir metonim bulunmaz. Zevk neyse odur ve ondan başka bir şey değildir. Özün diğer her şeyden ayrı tutulması sembolik bir tören niteliğindedir, hatta denebilir ki müzelik bir orjidir: arzulanan şeyin basit bir ifadesinden ibarettir, aşıkların en dikkat çekici yerlerinin sergilendiği bir ‘seans’tır. “Bu nümayişte göğüsleri güzel olan bir kadın göğüslerini açar ve diğer yerlerini örter…” (Bu taslağın fetişist karakteri üzerinde durmaya gerek yok, bu zaten açık, Fourier’in niyeti analitik değil, ancak etik olabilir, Fourier fetişizmi o aşağılayıcı sembolik anlamıyla almamak yüceliğini gösterir: o da bir çılgınlıktır ama diğer çılgınlıklardan ne daha aşağı ne de üstün değildir.)
Fourierci zevk kötü olmaktan uzaktır: Sadistik anlamı düşünülürse, maruz kalan kişiyi üzen sıkan bir şey değildir, tam tersine sıkıntıyı üzüntüyü dağıtır, Fourier’in zevk tanımı tam olarak “insana iyi gelen şey” dir. Örneğin aşk mücadelesinde (ya da oyununda, ya da gösterisinde), bu şekilde ifadesi pek zarif kaçmasa da, bir bayrak ya da lider bulunmaz. Yine de, Uyum sağlandıktan sonra bile, aşk acısı çekenler olabilir, o zaman bütün bir toplum durumu düzeltmeye çalışır: aşkta hüsrana mı uğradın, red mi edildin, Baccanthes[6] ile Adventuress[7] ve daha nice zevk ortağı çevreni sarar, sana yol gösterir, uğradığın zararı telafi etmeye çalışırlar (Fourier buna iyilikseverlik egzersizi der.)
Fakat biri zararlı bir eğilim gösterirse, buna kimse izin vermez. Saldırgan zevklerin yolu her zaman tıkalıdır, oysa Uyumlu eğilimlere tüm kapılar açıktır, sadizm ise yine bir kabulden ibarettir: Madam Strogonoff’un kötü bir huyu varmış, güzel kölelerinin memelerine iğne geçirirmiş. İşte bu ters-tutkudur. Madam Strogonoff farkında olmadan kölesine aşık olmuştur; Uyum Saffik[8] aşkı onaylayarak ve öne çıkararak onu sadizmden vazgeçirebilirdi. Son bir tehlike de doygunluktur: “İştahı sürekli kılmak için ne yapmalı? İşte Uyum politikasının sırrı buradadır.” Bu sır çift taraflıdır: ilk olarak sürekli değişiklik önerilir, (toplumun beslenme kuralları et, meyve çeşitleri ve çok az ekmek yemeye izin verir), bu insanı sağlamlaştırır, hep aynı zevkle yemesini, daha kolay hazmetmesini ve daha çabuk acıkmasını sağlar; ve ikinci olarak sürekli farklı şeylerden zevk alınması sağlanır (insanın hiçbir işle iki saatten fazla meşgul olmasına izin verilmez). Arka arkaya yaşanan tüm bu küçük zevkler toplamda sürekli ve yekpare zevki oluştururlar.
Burada elimizdeki tek şey zevktir ve bu her şeyin üzerindedir. Zevk ölçülemez, sayılması da mümkün değildir, aslında doğası gereği aşırıdır. (Sandığımızın aksine yanlış olan fazla zevk almak değil, yeterince zevk almamaktır.) Bu kıstasın ta kendisi ölçüt olmalıdır: “duygu” zevkle ilintilidir: “Arzu eksikliği duyguyu azaltır,” ve “duyguyu artırmanın tek yolu tam anlamıyla tatmin olmaktır”: Freud-karşıtı bir yaklaşım: “duygu” bir eksikliğin başka bir şeye dönüştürülmesinin yüceltilmesi değil, tam aksine doyumun doruğunda yaşanan bir patlamadır. Zevk ölümden güçlüdür (ölümden sonraki hayat şehevi zevklerle doludur), bu yaşamla ölümü birleştirir (ölümdeki mutluluk ancak yaşarken mutlu olmakla mümkündür, bunlar bir şekilde sıralıdır: dünyadaki yaşamı mutsuzsa ölü mutlu olamaz; bu son derece cömert bir anlayıştır, hiçbir dini eskatalogyanın[9] cüret edemediği bir ‘bağış’tır). Son olarak, zevk, toplumsal organizasyonun da değişmez kanunudur: kötü anlamıyla tüm toplumun mahvına sebep olmakla birlikte, ( New Lanark’daki Owen deneyi[10] için de “fazla yeğin” denmiştir, çünkü bu insanlar çok sefildi) geliştirici bir tarafı da vardır ve iyi anlamıyla zevki yaşatmak Devlet’in görevidir (burada anılan zevki başıboşlukla karıştırmamak gerekir: bu Fourier’in Uyum’unu günümüzde hakim olan ve başıboşluğu dizginlemek uğruna zevki acımasızca karalayan Devlet anlayışından –neyse ki- ayırır). Sonuçta zevk bir hesap olmaktan çıkıp bir faaliyete dönüşür ki Fourier’a göre toplumsal sevk ve idare işlevinin en üst mertebesi budur; bu hesap tüm toplumsal kuramlarda olduğu gibi, işi zevke dönüştürmeyi ( ve boş zaman için işi askıya almamayı) öngörür: Medeniyet içinde işi zevkten ayıran engel yıkılır, ortak değerlerde (paradigmatik) bir çöküş yaşanır, hoş karşılanmayan şey istenen bir şeye (örneğin vergi vermek “işi başından aşkın bir annenin bebeğinin ihtiyaçlarını gidermek için gerekeni külfetli olsa da isteyerek yapması” gibi cazip bir göreve) dönüşür, ve zevkin kendisi alınıp satılabilen bir değer haline gelir. Çünkü Uyum Angelicate[11] adıyla yüceltilen kolektif fuhuşu tanır ve barındırır: bu da bir bakıma topluma faydalı, ve güçlü bir enerji odaklanmasına imkan verir.
Zevk Tek olduğuna ve başlıca görevimiz zevki açığa çıkarmak olduğuna göre: Fourier tek başına herkese karşı (özellikle de tüm düşünürlere ve tüm kütüphanelere karşı) durmakta haklıdır, haklı olan tek kişi odur ve haklı olmak güzeldir: “Herkesin karşısında olduğum halde sadece benim haklı olmam ne kadar güzel...” Zevk’in tahrip ediciliği de zaten bu Tek’liğinden ileri gelir: yakar, yıkar, şok eder, adını anmaktan bile korkutur: ani bir zevk boşalması nasıl da şok yaratır! Ne tedbir, ne hazırlık para eder.. Fourier bu konudaki tarafsızlığını test etmek için kendini bir denemeye zorlar; (bu kusursuz bir gözlem yöntemi olmamakla birlikte; “hesap”larının sıkıcı olduğunu tahayyül eder ve kendini buna inandırır. Oysa hiç de öyle değildirler...) ve aldığı önlem sürekli bir konuşma sansürü olur: “Engin zevklere gözucuyla bakmaktan bile korkarak şunu söylemek istiyorum ki, ben yazdıklarımda yalnızca...” gibi: Fakat Fourier’in demeci kesinlikle bir giriş ya da hazırlık değildir. Çünkü daha cümlenin başında ağza alınan nesne aynı zamanda cümlenin merkezidir ve gözalıcı bir parlaklıktadır[12]. Zevk sözkonusu edildiği anda (söylenen sözler ne olursa olsun) konuşmanın mezhebini gösteren tek bir kelime olabilir: gözalıcılık!
İhtiyaçların belirlendiği alan Politikadır, Arzu ise tümüyle Yerel[13] bir alana aittir.Fourier bu Yerel alanı Politikadan üstün tutar ve yerel bir ütopya kurgular (gerçi bir ütopya başka türlü olabilir mi ki? Politik bir ütopya mümkün müdür? Yani Politika, her dilin altında bir dil olan Arzu’yu karşılar mı? Mayıs 1968’de Sorbonne’daki ilgili bir gruba Yerel Ütopya konulu bir çalışma konusu taslağı sunuldu –tabii ki çalışma konusu Fourier idi-, verilen cevap bu konunun çok fazla “işlenmiş” ve fazlasıyla “burjuva” olduğuydu; Politika Arzu’ya şans tanımaz, yapacağı şey onu bir nevroz dosyasına koyup ortadan kaldırmaktır, bu vakalara politik nevroz da denebilir ama aslında olay bir politize etme nevrozudur.
Roland Barthes
Sade / Fourier / Loyola
Çeviri: Gözde Genç
[1] Eudaemonism: Mutluluk üretimi kapasitesini artırmayı amaçlayan bir etik sistemi ve öğretisi demektir. (ç.n.)
[2] Kısaca şöyle açıklayabiliriz: Medeniyet’in anlamı Fourier’in kitabında çok kesin ve belirgindir; bu kelime 1. evrenin 5. bölümünü (İnsanlığın çocukluk dönemini), yani federal ataerkil (tarımın gelişmesi ve sanayinin doğuşu) ile garanticilik ve birleşme (ortak sanayi) devirleri arasındaki dönemi gösterir. Daha geniş anlamda: Fourier’de Medeniyet en sefil zorbalıkla eşanlamlıdır ve kendi zamanının (ve bizim de zamanımızın) devletine karşılık gelir ki bu evrensel Uyum’a ( insanlığın 2. ve 3. evreleri) karşıttır. Fourier kendisinin Zorba Medeniyet’le Uyum arasındaki bir çizgi olduğuna inanır. (y.n.)
[3] Mirliton: Amerika’da Louisiana bölgesinde yetişen, görüntüsü avokadoya benzeyen lezzetli bir meyve. (ç.n.)
[4] Neolojizm: Bir dilde yeni sözcükler, yeni deyimler türetmek. (ç.n.)
[5] “Ayak bileği” tabir edilen adamlar sevgililerinin ayak bileğini kaşımaktan hoşlanır (VII,335) yaramaz bir çocuk gibi cezalandırılmak isteyen, güzel bir kız tarafından özellikle de “poposunu pataklamasından” zevk alan altmış yaşlarındaki adamlara ise “koca bebek” denir. (VII,334); (y.n.)
[6] Baccanthes: Şarap tanrısı Baccus ile tanrıçası Dionisus’un hayatın zevklerine ve aşka kadeh kaldırışını temsil eden bronz heykel. (ç.n.)
[7] Adventuress: Kötü kadın. (ç.n.)
[8] Saffo tarzı aşk. (ç.n.)
[9] Eskatalogya: Öbür dünyayı anlatmaya çalışan Tanrıbilim kolu. (ç.n.)
[10] Robert Owen’ın 1800’lerin başında New Lanark’da kayınpederinin fabrikalarında çalışan yaklaşık 2000 kişi üzerine yaptığı bir deneydir. Çocukların madende çalışmasını önlemiş, mütevazi bir eğitim almalarını sağlamış, makine kullanımını teşvik ederek ve işçilerin çalışma koşullarını iyileştirerek fabrikaların verimini artırmıştır.
[11] Angelicate: Meleklere özgü. (ç.n.)
[12] “Belli bir amaca hizmet eden bu tarikatı, Tanrının bu eserini bir an için iş başında görebilseydik... medeni insanların çoğu o coşkunun şiddetiyle oracıkta can verirdi mutlaka. Sadece tarifiı bile (Bkz. 8.Toplumun tanımı) pek çoğunu kendinden geçirmeye yeter, özellikle kadınları... Bahsettiğim cinnet mertebesinde bir heyecandır, ama bu eğlenceyle karıştırılabilir ve öyle görüldüğü takdirde Medeniyetin getirdiği yükümlülüklerle bağdaşmaz.” (I, 65).
[13] Fourier, bu bahiste Politik kelimesinin karşısına Domestik (Yerel) kelimesini koyar. Burada kastedilen alan, sadece belli bir yere, kişilere ve koşullara ait, genel geçer kural ve kabullerden bağımsız bir durumu temsil eden bir alan olsa gerektir (ç.n.).
Otomoatic Text
İnsanları kandıran yıldızlar otomatik olamayacak kadar mantıklıydı
Tevriye
Kara ruhu serildi taş yere
P
Kendini teslim edemedi
T
Hıncın sessizliğiyle boğuldu
P
Yılların tortusu birikmiş bacak arasında
T
Yıldız gözleriyle çizdi rengi
P
Soluktu,
Silik, tebeşir gibi
T
Kara enginar katmanlarına bürünüyor
P
Bırakmaz peşimi sancır
T
Mirasının paslı yetmezliğinde çürümek
P
Leopar pençesinde
T
Paranın soluksuz beynini görmek için
P
Saçaklarda sızan imgede
T
Damarını kesti beklentisi yaranın
P
Püskürtüyor arzuyu çelişik
T
Elinin patiska nasırını öptü
P
Yarılmıştır, beyni açılmıştır, kavruk kıştır, tedirgin
Şair her şeye Tecavüz eder!
(paranoyak-kritik text)
Perşembe
Alacakaranlıkta kırılan imge, belirsizliğe mahkum. Kör bir cücenin kasaturasını bilerken, ölü bir şair karanlık bir dehlize sığınıyor.
Tevriye
Yuvarlak, düz görününce mahkuma, sağaltır özgürlüğünü bacak arasından, ölü cücenin bedenine tecavüz eder, kör yılanın kapana kısılma hakkı olmasa da
P
Manzarayı değiştiren avcı yelekli 10 yaşlarında bir oğlan çocuğudur. Elindeki dinamiti patlatıp, şair ve tecavüz kurbanı cüceyi hiçliğe gömer. Sonra kol saatine bakar, saat 12’de durmuştur.
T
Rastlantı saati vakitsizce gelir, çatar yaşamı. Yeşile kırmızı düşmüştür, karanlığı tazı hızı kollar gitmesin diye, aşk düşünce dehlize parıldamayı engelleyecek güç istenci döner kuru bir göle
P
Aslında yalnız kalmış(bırakılmış) kara cübbeli bir şair/keşiştir. Tırnakları ile dehlizin kör duvarlarına “şiir kötülükten doğar” yazısını kazır. Tırnağından patlayan bir inci kan damlasının düştüğü kör duvarda bir zakkum tomurcuğu patlar.
T
Cüce tecavüze uğrar, şair tecavüz eder. Tomurcuk döngüsel hızda yaşam bulur, kötülük şiir doğurur, şiirin rengi yoktur, ırksal düzlem hiçliğe gömüldüğünde zaman saydamlaşır, kapılar kırılır, dünyanın ırzına ancak bir cüce geçer.
P
Zaman hep 12’de durmuştur. Çünkü dehlizin kendisi bir şiir değil midir ve dizeler içinde bir keşişin yolu asla sabotajcı bir oğlan çocuğu ile kesişmeyecektir.
T
Keşiş ağlama hakkını da kullanmayacaktır. 3 şişe vardır, 3’ünde de 1’er soru, her biri 1 tek oğlan çocuğu içindir, yanıt bekler keşiş umutla, gülen gözleri yaralanmış
P
Üzerinden rüzgarlar, yağmurlar, kuşlar ve yüzyıllar geçer. Genç kızlardan kurulu bir izci takımı bir şair ve bir cücenin gömdüğü hazineye ulaşmak için mağara kapısına dikilir. 13 saat madenci kürekleri ile çalışılıp dehliz açılır, bulunan sandığın dibinde 1 pusula, 1 kör bıçak ve üzerine kanla 1 dize döşeli kuştüyü vardır.
20 Aralık 2007 Perşembe
ONSTON
Başkaları Can Yeşiloğlu der, biz Onston deriz... Bir kış akşamı Hayalbazın üst katında bir masada leziz ceset oynarken, sahilde içip hayali bir ayaklanmadan bahsederken, Alsancak adası sokaklarında kelebek adımları ile gezerken, Kaos Duvarımızı inşa ederken, Düzensiz adlı deliler gemisine 'vira' derken hep Onston vardır...
Sürrealizm Türkiye
S.E.T 2007 Nisan'ında sessiz sedasız yola çıkmadan önce mart ayında SLAG-Londra Sürrealist Eylem Grubuna verilen mülakat..
SLAG ile yapılan bu ilk mülakatta doğal olarak her konuya derinlemesine girilmemiştir. Daha sonra irdelenecek bir çok konu ana hatları ile ortaya konmuştur. Örneğin Şeyh Bedreddin'den Hallac-ı Mansur'a, üstad Siyah Kalem'den Hayyam'a doğu topraklarının tarihsel Sürreal birikimine girilmemiştir.
Daha önce mülakata SLAG'in adresinde ver verilmişti:
http://robberbridegroom.blogspot.com/2007/02/situation-of-surrealism-in-turkey.html
SLAG
1- Sürrealizmin Türkiye'de su andaki durumu nedir? Türkiye'deki Sürrealistler için açık vekolektif çalismalar ne kadar zordur veya kolaydır?
R.A.
Öncelikle Türkiye sürrealizminin temsilcisi olarak değil, bir sürrealist olarak ve bir duruş olarak Düzensiz adına sizleri yanıtladığımı açıklamak istiyorum.
Türkiye de açık yada kapalı bir sürrealist grup hiç olmamıştır. Hareket ise içine praxisi de alan bir geniş alana tekabul eder ve bunun ülkemizde bir karşılığı olamamıştır. Tek tek sanatçılardan bile bahsetmek zordur. Çünkü sürrealizmin temel manifestolarını okuyup, sanat aktivitesini bunların üzerine inşa eden sanatçıların sayısı çok azdır. Ressam Yüksel Arslan, Cihat Özegemen gibi sürrealist manifestoları okuyup Anadolu geleneği ile birleştirmeye çalışan ressamlar olmuştur. Tekil yürütülen faaliyetlerdir bunlar ve genelde estetik üretim ile kısıtlı kalmışlardır. Sanat dışında aktivist bir sürrealizmden bahsetmek mümkün değildir.
Kıssaca Türk sanatı, edebiyatı gerektiğinde Sürrealizmi kullanılacak bir imge deposu olarak kullanmıştır; onu ve onu yaratan zihinsel iklime kafa yorulmamıştır. Sürrealizmin düşünsel kara kutusunu oluşturan Freud, Lacan, Reich, Fourier gibi isimlere düşünce dünyamız gereken ilgiyi gösterememiştir. Tıpkı bilimkurgu gibi Sürrealizm de bu ülkede yeraltına itilmiş, onu anlama çalışan çok az insan olmuştur. Modernizm döneminde toplumcu gerçekçi anlayış yüzünden gündeme alınmayan Sürrealizm, post-modern dönemde ise totaliter ilan edilmiştir. Bu günün bir çok kavramsal sanatçısı aktivizme, kolektif üretime karşıdır.
Sürrealizmi başında papa figürü olan , geçmişe ait angaje bir sanat olarak algılama eğilimi yaygındır. Oysa sadece Marx, Freud, Troçki değil, Fourier’den gelen ütopyacı kök ya da diğer liberter kökenleri kavranamamıştır.
Örneğin son 10 yılda Tan Tolga Demirci’nin kısa filmleri, metinleri ve kurduğu e-posta grubu (sürrealismus) üzerinden bir faaliyeti olmuştur. Fakat bu faaliyet kişiseldir. Bir hareket olmayı hedeflememiştir yada öyle bir yola açık değildir.
Bizim Düzensiz üzerinden faaliyetimize bu noktada bir hareket gözüyle bakılabilir ama yenidir, etki alanı sınırlıdır. 21.yüz yılın başında Sürrealist devrimin ruhuna sadık kalmayı ne ölçü de başarıyoruz; bilmiyorum. Zaten Düzensiz hiçbir zaman saltık bir sürrealist fanzin olarak kendini ifade etmedi. Sürrealizmin dışındaki radikal unsurları da kapsayacak bir duruş sergiledi. Egemen liberal marketing sanat anlayışına karşı bir nevi birleşik cephe örmeye çalıştı. Sadece sanatsal, elitist bir söyleme karşı sanatçı değiliz savaşçıyız –dendi. Gündelik hayattaki olağanüstüne dair araştırmalara girişildi, kolektif oyunlar oynandı. Rastlantı kavramına vurgu yapıldı. Paris komünü, 68 mayıs gibi sürrealist ruhun patlama anları ele alındı. Dada, anti-sanat akımları, Durumcu Enternasyonel, Art Brut üzerine tartışmalara girildi.
Önce İzmir ile başladık ardından farklı illerden arkadaşlara ulaştık, insanlara önce sürrealizmin ne olmadığını anlatmak zorundaydık. Ne rasyonel burjuva mantık ne de yerli metafizik düşünce sürrealizmin kök salacağı düşünsel iklime izin vermişti. Bu yüzden Sürrealizm denilince; insanların kafasında sürrealizm yerine başka saçma sapan şeyler akla geliyor. Bunu aşmak için sürrealizmin ne olmadığından yola çıkıp, ne olduğunu anlatmaya çalıştık; en azından iyi niyetli genç yaratıcılara. Leziz ceset ya da otomatik yöntem ile düzensiz üzerinden tanışan bir çok insan oldu. Tablolarına, metinlerine Sürrealizm girmeye başlandı, sürrealizm üzerine metinler ile düşünce ve tartışma ortamı küçükte olsa oluştu.
Aktivist hareket içinse ne yazık ki hala erken…. Gelişen kapitalist sanatçı mantığı, sorgusuz kabullenilen post-modern model ve ona bağlı kavramsal eğilimler sonucu kolektif olmak çok zorlaştı. Herkes bir sanat markası olma derdindeyken kolektife vurgu yapan tek eğilimi Düzensiz savunuyor. Ve inanın çok yorucu ve yıpratıcı sonuçları oldu hep kollektifte ısrarımızın. Ama ısrar etmeye devam edeceğiz.
SLAG2-Türkiye'deki sürrealist hareketin tarihçesinden bahsedebilir misin?
R.A.
Üste anlatmaya çalıştığın sebeplerden böyle bir tarihi yazmak çok zor. Fikirsel ve eylemsel sürrealizmin yokluğunda sanat formunu aşmaya çalışmış örnekleri vermeye çalışalım. Şiirde önce Orhan veli’nin başını çektiği Garip akımı, ardından şair ve liberter politik bir figür ve etikçi olan ece ayhan’ın ve ressam/şair İlhan Berk’in bulundukları İkinci Yeni şiir akımında sürrealizmi gündeme almışlardır. Ece Ayhan klasik solun toplumcu gerçekçi egemen bakış açısı yüzünden sürrealizmin bir nevi yasak altında olduğunu tespit etmişti. Ancak 50’li yıllarda büyük Türk öykücüsü Sait Faik Maldoror’un bir bölümünü çevirmesi önemli bir etki yapmıştır. Ece Ayhan bu etkiden de bahsetmiştir.
Fransız sürrealist grubun önemli temsilcisi yüksel arslan resim geleneğine karşı olan bir ressam ve sürrealist olarak öne çıkar.
Onun dışında Ömer Uluç, Cihat Özegemen, Mustafa Horasan’ın bazı resimlerinde sürrealizm belirgindir. Fakat saydığım bu ressamlardan Özegemen sürrealizmi ülkeye uyarlama yönünde bir çabaya soyunmuştur. Son yıllarda Extramücadele’nin bazı çizim çalışmalarında güncel bir sürrealizmin etkileri gözükmektedir.
Şu an Düzensiz ekibinden Can Yeşiloğlu, Sürrealist tavrı bizimle paylaşıyorlar. Edebiyat anlamında sürrealist metinler yazan Perşembe ve Ayşe Özkan var. Sanatını sokağa vuran Cins gerek yapıtı, gerekse yapıtın ardındaki düşünsel duruş olarak sürrealist düşünceyle birleşir. Düzensiz ile dialog da olan arkadaşlardan Bora Akıncıtürk, Süleyman Handan, Eren Barış’ın üretimlerinde de benzer yaklaşımlar görülür.
Sinema da ise daha önce andığım Tan Tolga Demirci’nin başta Alfabetik Düşler ve Hayatımın Özeti olmak üzere kısa filmleri dışında Sürrealist örnek vermek güç. Ayrıca Demirci Sürrealist metin de üretmektedir.
Edebiyatta Süreyyya Evren teknik olarak, Mehmet Açar ise tinsel bir bağ ile sürrealizmi yansıtmaktalar. Şiirde Ece Ayhan geleneğinden gelen genç şairlerin yapıtlarında Sürrealizm etkileri görülmektedir. Düzensiz de metinlerine yer verdiğimiz Gözde Genç, Hande Koçak ve Ali Kartal yazınlarında ve düşünce dünyalarında sürrealizmin etkisi açık görülür.
Fotoğraf alanı diğer sanat alanlarına göre sürrealist örneklerin yoğun üretildiği bir alan. Sürrealist resim yada yazın yaptıklarını söyleyen insanlar bulunmazken, bir çok fotoğraf sanatçısı sürrealist ürün verdiklerini söylemektedir. Şahin Kaygun fotoğraflarında bu etkiye rastlarız. Yada Düzensiz’in dostlarından Süleyman Handan toplumsal sürrealizm kavramını ortaya atıp, bu yönde üretimler yapmaktadır.
SLAG3- Türkiye'deki sürrealistlerin şu andaki öncelikleri nelerdir, ne tür aktiviteler içinde bulunuyorlar? Sürrealizmin hangi tarafını daha çok vurguluyorlar ya da geliştirmek için çalışıyorlar?
R.A.
Sürrealist devrimin ruhundaki kolektivizm, dayanışma, tinsellik, politik radikal tahayyül, eros, düşlerin saygınlığı, şiirselliğe vurgu bizim için hep başat değerler oldu.
Bizim fanzin, sokak sanatı, sergi ve yazın faaliyetlerimiz var. Zihinsel ilklim ve yaşama sürrealizmin girmesi uzun bir koşu olacak. Sürrealizmin sanatsal ve aktivist yönünü eşit olarak yada bir tutarlılık içinde ortaya koymaya çalıyoruz. Başlangıç olarak plastik sanatlar ve edebiyatta sürrealist bir damar oluşturmaya çalışıyoruz. Sokağın sanatı bir duruş olarak benimsendi, Aksanat merkezinin bir markete çevrilmesi gibi protesto eylemlerinde düzensiz adıyla yer alındı.
SLAG4- Türkiye'deki sürrealizm için gelecekteki beklentiler neler?
R.A.
Doğru tanınmak, kendini ifade edebilmek, bir hareket olabilmek, aktivist tutumu öne çıkarmak.
SLAG5- türkiye'deki sürrealistlerin daha geniş uluslararasi sürrealist hareketle ne türde ilişkileri var?bu ilişkilerin gelecekte nasil gelişmesini umarsiniz? herhangi bir yerdeki sürrealistler sizi desteklemek ya da siz onlari desteklemek icin neler yapabilirsiniz?
R.A
Düzensiz üzerinden yanıtlayabilirim sorunuzu. Tan Demirci arkadaşın geniş dış ilişkileri var ama onun adına konuşmam yanlış olur.
İçinde yer alan bir türk arkadaş sayesinde kısıtlı da olsa Seattle sürrealist grup ile temasımız oldu.
Londra hareketi ise aktivist vurgu ile ruhsal bir bağa sahip olduğumuz bir Sürrealist grup. Bu yüzden Londra hareketi ile dialogtayız.
Son olarak Portekiz grubundaki arkadaşlar bizimle temasa geçtiler, yapacakları bir etkinlikte üretimlerimizle olacağız.
Zaman içinde bu dialoğlar artacaktır. Dayanışma, ortak üretim ve eylemler gündeme gelmeli. Bu dialogları insanlar ile paylaşmak, tartışmak, tartıştırmak önemli. Ayrıca karşılıklı metinlere yer verilebilir, yapılan sanatsal üretimler/eylemler karşılıklı tanıtılabilir. Yapılan aktivitelere işler gönderilebilir.
Türkiye deki sürrealizmin var olma ve doğru tanınma sorununun çözümü için uluslar arası bir çalışmaya ihtiyaç var.
Mart 2007
9 Aralık 2007 Pazar
Erekte şiir ayaktadır, başkaldırır… Sadece sisteme değil; aynı zamanda dünyaya ve insana da… Parıltılı hümanizm nutuklarına karnı toktur; kötülüğün kaynağını hep insan da arar. Karanlığı çift yönlü okur; gerektiğinde karanlığa dalmaktan çekinmez.
Politik doğruculuğa ve benzer liberal zırvalara pabuç bırakmaz; hep uyanıktır, ayaktadır. Aynaların ve kadınların çoğaltma gücü ile sistemin kendini yeniden yeniden üretme gücü arasında gerekli analojiyi kurar; bu yüzden fallik bir dilden kaçınır.
Hayatın her alanından sızan şiddetin görmezden gelmez; yalanı reddeder; hastalıklarına karşı da dürüsttür. Şiddetin söylemini-eylemini de içine alır. Sade’dan Artaud’a bir gelenekten beslenir, yani Erektedir…
Perşembe
Kendimi Bozduğumun Resmi mi?
Adab ile ırzına geçmeli kontes
Kalabalık kahvelerin alkol bulutlarında
Taramasız bir desen kadar makyajsız kamusal alanlarda
Tedirgin nefeslerindeki baloncuklar kadar
Öpsen dudak kenarımdan
Abartısız herifliğimden utanırım, sabaha kadar..
Salon sosyalistlerinin kabarık samimiyeti
Boşuna sarmasın seni,
Ben diyeyim Madrit’e son tren
Sen oportünist ikircikli
Takmasaydın o güzel kafanı politik doğruculuğa
İtinayla sevişirdik boş akşamlarda
Bitmez ibadet;
İlelebet!
30.11.07
P.
Yayınlanmayan Tutku Suçları Mülakatı
-Önce sizi ve tabii ki Sürrealist Eylem Türkiye'yi tanıyarak başlayalım? Kimlerden oluşuyor Sürrealist Eylem Türkiye, neden böyle bir oluşuma ihtiyaç duydunuz?..
-Öncelikle; İzmir doğumluyum 35 yaşındayım ve Eylül adında bir kızım var. Kişisel yazı serüveni yanında, dilim döndüğünce S.E.T’e beraberce emek verdiğimiz dostlarıma ses olmaya çalışmaktayım. Sanırım bu kadarı sorunuza yanıt oluyordur.
Sürrealist Eylem Türkiye(S.E.T) bu yılın nisan ayında varlığını duyurmuş olsa da, eylemlerinde yer alan kişiler uzunca bir süredir kolektif bir üretim ağının içerisinde yer alan insanlardır.
Ortak dertlere, takıntılara, kötümserliklere, öfkelere ve paylaşımlara sahip bu insanlara eklenen yeni dostlar ve dayanışma ağlarıyla gelişmektedir. Albemuth, Fetus, Düzensiz gibi fanzinler ile yola koyulmuş, şimdiki sergimize de kapılarını açmış sevgili İzmir Hayalbaz da gün ışığına çıkan ilk sergisini yapmış ama üretmek için genelde sokağı mesken tutmuş minör bir çabanın ürünüdür.
Öncü sanat geleneğinin en kadim varoluşu Sürrealizmi kendi adına koymuş, ama Dada’dan Cobra’ya , Sitüasyonistlerden Street Art’a uzanan bir üretim ve ruhsal birleşkenin koordinatlarına bağlı bir otonom yapıdır. Üyelik sistemi yoktur, ortak ruhsal paylaşımı olan insanlar tek tek S.E.T eylemlerine gönüllü olarak katılmaktadır.
Sokağın sanatı ve Mutant sanat için çağrılarımızla derdimizi insanlara duyurmaya çalıştık.
İzmir’deki ilk 2 sergi ardından, Portekiz ve Londra’daki 2 uluslar arası Sürrealist sergiye katılmış ve S.E.T adıyla ilk olarak (sokakta üretilen sanat pratiği haricinde) geçtiğimiz
Haziran ayında Karaköy Hafriyat’taki Müdahale sergisinde 14 aktivistin ortak üretimi olan Kaos Duvarı ile yer almıştır.
-Nereden çıktı tutku ile ilgili bir sergi oluşturma fikri ve neden?
-Neden tutku? Çünkü; çokuluslu kapitalizmin belirlediği tüketim toplumunda insan denilen şey de bir nesne halini almıştır. Daha 19. yüz yılın başlarında tutkunun filozofu Fourier uygarlığın tutkulara ket vurarak, evrensel bir mutsuzluğa yol açtığını söylemişti Sınıf atlamaya yada hayat standartlarını düşürmemeye, güçlü olmaya, yalana ve bencilliğe odaklanmış dünya; artık tamamen bir kötülük dünyasıdır. Özne olmanın çok uzağında, normal olarak anılan statükonun bir aracı halini almış insanların içinde söndürülmüş özgür ruhu uyandırma çabasında, insanın tutkuları ile barışması bir tür arınma girişimidir. Tutku; işte bu dönüşümün devrimci anahtarı konumundadır.
S.E.T, Barışarock sanat atölyelerinin çağrısı üzerine festivale bir sergi ile katılma kararı almıştı. Yaklaşık 20 aktivistin yürüttüğü tema tartışmaları sonucu, yukarı da özetlemeye çalıştığım nedenlerden tutku suçları konsepti ile önce Barışarock festivalinde, ardından İzmir Hayalbaz Sanat Derneği lokalinde yer almayı kararlaştırdık.
Böylece ülkenin ilk sürrealist grubunun, ilk toplu-bağımsız sergisi tutku suçları konseptiyle oluşturuldu.
-Sergide kaç eser var?
-15 katılımcının 20’nin üzerinde çalışması sergide yer alsa da, sergide yer alan bir çok çalışma aktivistlerin kolektif üretiminin eseri. Tutku Suçları’nın İzmir sergi ayağına aktif üretimleri ile katılan arkadaşlarımız ise; Cins, Onston, Hüseyin Ugur, Gözde Genç, Dilana Petrowa, Bob Actor(aka: E.C.A), Fantom, Duygu Kale, Tutkutut, Gökçen Öçalan, Özgür Erman, Gamze Özer, Güner Yeşiloğlu ve Perşembe..
Barışarock etkinliğinde olan bazı arkadaşlar, İzmir ayağında yer alamayan yeni arkadaşlar eklendi yada aynı arkadaşların yeni üretimleri de eklendi.
-Neler "tutku suçları"?
Tutku suçlarını ifşa edecek yada listeleyecek ahlakçı bir bakış açımız hiç olmadı ve amacımızda tutkuları suçlamak olamaz. Suç, suçlu, günah gibi kavramlara sistemin belirlediği gündelik verili gerçekliğin penceresinden bakmıyoruz. Kelimenin Lacancı anlamıyla yamuk bakmaya, verili gerçekliğin statikocu ve güdüleyici bakışının dışında olmaya uğraşıyoruz. Burada ele aldığımız bakış kentsoylu ahlakçılık değil,yeni bir etik kavrayıştır.
Eğer gerçek suçlardan bahsedeceksek, gündelik gerçekliğin sahte örtüsünü kaldırmalı okul, aile, zorunlu hizmet, evlilik, çalışma zorunluluğu gibi denetim aygıtlarına bakmalıyız. Philip K. Dick’in cümleleriyle kimin suçlu olduğunu anlamak için kimin kazandığına bak…
S.E.T’in tutku suçları eylemi; insanların sürekli birbirlerini aldatması, ezmesi ve kuralların buna bağlı çevrelendiği bir sisteme karşı başkaldırıdır.
Tabii, burada total bir eleştiri yanında gündelik, kişisel ilişkilerdeki tahakküme yoğunlaşmaya çalıştık. Bütünsel tahakküm ilişkilerinin, en öznel halini 2 kişi(mesela 2 aşık, 2 kardeş, baba-oğul vb.) arasındaki gizil güç savaşlarında görebiliriz.
Doğurma kabusu, tüketilen cinsellik, tahrip olan beden ve streril beden figürleri ile silahlanma yada 7 ölümcül petrol karteli arasında bağlar kurmaya çalıştık. Sade Markizi ve Althusser gibi olumlanan ve suçlanan tarihsel figürlere mercek uzatmaya çalıştık.
-Sistemde, kadınlara tutkunun öznesinden ziyade nesnesi rolü biçildiğine göre, sanırım bu suç daha çok kadınlara karşı işleniyor, demek yanlış olmaz...
-Feodal kalıntıların hüküm sürdüğü bölgeler için söylediğiniz ne yazık hala geçerli olsa da, günümüz popüler liberal feminist söyleminin tersine kentsel yaşam alanlarında kadının yada erkeğin değil, insanın nesne hatta emtia konumundan bahsetmek daha doğru olur. Post-modern tüketim toplumunun görsele dair bombardımanında kadın bedeni kadar erkek bedeni de nesne haline getirilerek, yapay tutkular oluşturmaktadır. Aşkın kirletildiği bu dünyada beden reklam ve tüketim nesnesine indirgenmekte, bedeni biçimlendiren tinsellik yok sayılmaktadır.
Tutku Suçları’nda da bedenin meta halini almasını, bedeni tersten bir diyalektik ile soyarak ironik bir eleştiri ile ele almaya çalıştık.Yada Cins’in işi gibi eti en mutant formları ile yansıttık.
Sonuçta çıplak bir göz, en az çıplak bir meme kadar tahrik edicidir.
-Bu suçlara insanları iten nedenler neler sizce? Sanırım bunlardan biri, tüketim toplumunun idealize ettiği haz peşinde koşma diyebiliriz
-Sergi bildirgesinde de andığımız gibi, artık sorun ‘haz alma talebi’ değil egemen kültürün ‘haz al’ baskısıdır. Yalana, kötülüğe, zulme teslim olmuş günümüz dünyasından ‘tadını çıkar’ sloganları yükselmesinde sado-mazoşist bir ruhsal durumun yansımaları vardır. Yanı başımızdaki Irak işgalinde 1.5 milyon insanın öldürülmesi, kapıya dayanan küresel ısınma, kanser gibi üreyen ırkçılık ve yükselen savaşlar çağında iyimserliğe yer yoktur. Gündelik medya küçük kişisel suçlara yoğunlaşırken, insanlığa karşı işlenen suçların üstünü örtmektedir. Çılgınlığın egemen olduğu bu ‘cesur yeni dünyada’ zulüm yada ölüm haberlerine paparazzi haberleri ve her türden yozluk eşlik etmektedir. Yapay korkularla, gerçek bir kaos ve yıkım yaşanan bu dünya, ne yazık hepimizin yaşadığı bu dünyadır. Gerçek’in gerçekliğe yenilip, yaratılan bu sanal dünyada ilk önce insanın kendi düşleri bastırılmıştır. Küresel baskı güçleri yanında, küresel iletişim ağları da düş gücünü önleme operasyonlarında iş başındadır.
-Sergi metninde, "Kirletilmiş bir dünyada arzunun masumiyetine sığınarak..." diyorsunuz. "Amaca giden yolda herşey mübahtır" anlayışının körüklendiği ve Hedonizmin yüceltildiği düşünülürse, sizce hala tutkunun bir masumiyeti kaldı mı?
-Sürrealist Eylem Türkiye; tam da bu kirletilmiş dünyanın ortasında önyargısız, çıkarsız,hesapsız paylaşımı, üretimi ve eylemleri ile insana, tutkuya, aşka ve özgürlüğe sığınarak var olan, var eden yeni bir oluşa bir kapı açma çabasıdır. Hırsa karşı ruhsallığa, yalana karşı samimiyete, bencilliğe karşı kolektifliğe mütevazı bir eylem çağrısı olarak.
Hala düşlere, rastlantılara ve gündelik hayatımızda karşımıza dikeliverecek olağanüstüye inanırsak; arzunun da masumiyetine inanabiliriz etrafımızı kaplamış karanlığın koyuluğuna rağmen.
8 Aralık 2007 Cumartesi
Fantom'un Sihirli Sözcükleri...
Ezgisiz bir ritimde yitirdim seni
Sarı mürekkebin döşediği bir yol
Birikim mevcudu yürekler sızınca
Kamçısıyla bir bakirenin
Koca çınar saatlerin körkütük hazmında
Kapa kapa bir çenelik yaşamda
Anlaşılmaz bir bedenlik içim cigarasıyla
Kara çentik bir ip gün sesinde
Saadet bir bahtsız sözcük kümeste
Korkma bulunur her kayıp sesinde,
Bir küpe konmakta kırmızı iktidara
Erk erk gagasında kargaların
Düşüşü beklerken cehennemin koynunda
Süslü orospuların mikrofonundan
Silikon tabancasındaki dehşet
Silik bir hayal iktidar gücünde.
Fantom
26 Kasım 2007 Pazartesi
After the Bienal
The discourse on globalization, which goes side by side with a unipolar world has been turned into a reality from a discourse, in a very short period of time. In international market, together with the concepts ‘hot money’, ‘internet’ and ‘information’, two basic concepts have appeared: mafia and art.
For the last 30 years, due to the international biennial events, art has been very much in the foreground. The so-called “contemporary art”, has become a symbol concept for the art market in the post-modern period. The new generation of the neo-liberal bourgeois with a good education, holding the administrative positions of the multi-national companies, have become the potential consumers/buyers of the contemporary art. Unlike their elders in their family who collected paintings or sculptures, the new generation of the elite families, have become the buyers of popular products exhibited in the biennials of the countries to which they go.
The superficial intellectual references, humorous political satires, pop symbols which do not interest the deep esthetical taste and multi-colorfulness present in many conceptual works exhibited in these events, have been appealing to the deficient psychological and personal development and the low intellectual level of this new generation bourgeois, which is stuck between the company hierarchy and multinational career opportunities into which they plunge once they finished their strict education.
While just one painting of Magritte, has psychological and intellectual relations with Foucault, Hegel or Sade, new generation contemporary artists ‘seem’ to refer to only some things. The concepts making up the topics of videos or installations which have international buyers with high prices have been in accordance with progressive liberal (!) theses of the globolist ideology which revealed in the best-sellers of popular neo-liberal theorists.
It is not hard to say that biennials have now turned into art hypermarkets where the new generation bourgeois consisting international buyers of art, can do shopping freely. A few radical works off market stuck in every biennial, have been sentenced into solitude within the glittering spectacle, like the solitude of the left within the crowd of people.
Within the glitter of the 10th International İstanbul Biennial, the following advertisement: “ we produce appropriate works to the needs of biennials”, published in the newspapers of 22 September, should be read as a notification of rejection made by restless souls who are not attracted by the appealing pressure of the market orgy. With his advertisement, the artist, Fatih Balcı, has gone beyond writing a critique on Biennial but he has realized a playful and a cautionary action. With his protest, Fatih Balcı underlines the death of the artist, i.e. the transformation of the artist into a producer of meta for the market. Of course, he has done it with the universal language of negation, i.e. black humor…
Today, for a very long time, the criticism of contemporary art prefers not to focus on the cultural logic of the multinational capitalism and the forms of spectacle at present. Against the uncontrolled dominance of the market spread like cancer, it can be seen an increase of nationalist responses instead of libertarian and anti-capitalist responses. They, of course cause responses which seem anti-globalist in the groups who are confined to domestic market in the field of art. But the responsibility taken under this process, requires a leftist sensation which will weave an alternative globalization in the field of art, linking the values of our homeland to the libertarian new wave in the world.
The artist who has turned into a worker in the international art arena, has now been transforming into a reality rather than disutopia. We do not need special regulations on censorship anymore, market has been founding its own tyranny in the most creative field, i.e. art. In the new police state of consumption, the artist has been turning into a ‘proll’, in Orwell’s terms, i.e. a work created by serial production. In the name of ‘saying no’, give a response to this advertisement, in opposition to the glitter of the Biennial which became a fair with a missing soul.
We should not think that this minor attempt is an individual notification against the huge art market. Let’s imagine of a scattered organization by including in this rainbow, street painters who set the streets free, as well as the dispossessed initiatives and individuals who produce for themselves. Let’s think also of minor voices to play part in the making process of an artistic position concerning today, bound with life, which does not lost its underground sensation and which carries in itself the radical acquisition coming from the avant-garde art.
25.09.07
Rafet Arslan
25 Kasım 2007 Pazar
CİNS.... Action
Zaman ardına bir daha bakmamacasına bizleri terkediyor. İnsan-denilen tür için zaman azalırken, bizi almaya hiçbir yıldız gemisi gelmezken; yeni çağın mutantları yıkıntılar arasından tedirgince beliriyor.
18 Kasım 2007 Pazar
Korkuya Kurban Edilmek İstenen Sergi
15 Kasım 2007 Perşembe
4 Kasım 2007 Pazar
Kimlik/Gökçen(Sirena)
Crimes of Passion 2/ İzmir Hayalbaz
This scheme is not created by offences of international companies that dominate our life or tyrrany of the governments only. Even the most innocent relationship between two persons exudes fascism, it is in our daily life, it is in our ordinary lives. How can another life be possible unless this is changed?
The trauma of birth becoming a nightmare, the fall into utero from another planet, Althusser’s massage to his wife Helen, aqua fortis: the most immediate manifestation of love, guns and more guns. 7 Fatal sisters; shell, enron, bp…
The collective action and exhibition by Surrealist Action Turkiye, under the name “Crimes of Passion” concentrates in the innocence, guilt, suffering and attraction of passion. Taking a refuge in innocence of desire, in a contaminated world.
Crimes of Passion 2
S.E.T Action in İzmir Hayalbaz
Cins
30 Ekim 2007 Salı
26 Ekim 2007 Cuma
24 Ekim 2007 Çarşamba
Tutku Suçları İzmir Action
Cins
Onston
Güner Yeşiloğlu
Gamze Özer
Özgür Erman
Hüseyin Ugur
Dilana Petrowa
Süleyman Zafer Handan
Bob Actor (aka:E.C.A)
Ali Kartal
Gökçen Öçalan
Tutkutut
Gözde Genç
Duygu Kale
Fantom
Perşembe
Açılış kokteyli 26 Ekim Cuma Saat 19:00’da Hayalbaz’da
1448 Sok. (Hayat Sokağı) No:26 Kıbrıs Şehitleri Alsancak –İZMİR
www.surrealisteylemturkiye.blogspot.com
www.hayalbaz.com
19 Ekim 2007 Cuma
İzmir Oport/ Minör S.E.T Action
7 Ekim 2007 Pazar
Tutku Suçları 2- İZMİR
20 Eylül 2007 Perşembe
İyimser Değil, ÖFKELİYİZ!
9 Eylül 2007 Pazar
Tutkunun Plastik Suçları
1-plastik şehir’in amaç edindiği görev öncelikle ve en önemlisi yeşilin her tonundan sıkılmış, kırsal yaşamı sıkıcı bulan ve bu durumdan kurtulmak isteyenlere plastik bir hayat sunmaktır.
2-plastik şehir, doğala karşı bir duruş olarak oluşturulmuştur. Bu nedenle doğaya ait hiçbir öğe plastik şehir’de bulundurulmamalıdır.
3-plastik şehir’de yaşamayı kabul etmiş bir birey bu fikrinden cayamaz.
4-plastik şehir tamamen plastik bir yapılanmaya sahiptir ve bu yapılanmaya ayak uyduramayacakların en başından plastik şehir’e giriş yapmamaları önemlidir.
5-plastik şehir giriş kartına sahip her birey bir adet plastik araba ve bir adet plastik konuta hiçbir ek ücret ödemeden sahip olacaktır.
6-Yapısında bireye ve bireyin ihtiyaçlarına önem veren plastik şehir bireylerin diğer bireylerle olan iletişimlerinde sınırlı vakitleri olduğunu bilir. Bu nedenle her bireye kişisel iletişim araçlarını sunar. Bu araçlar plastik şehir’e giriş yapan her bireye ücretsiz verilir. Daha sonra bu araçları geliştirmek; ihtiyaçları doğrultusunda bireye bağlıdır.
7-plastik şehir’de yaşamayı kabul etmiş bir birey yirmi dört saat gözetim altında bulunduğunu bilmelidir. Bu gözetim, gözetim polisi tarafından gerçekleştirilmekte olup rahatsız olmamaları için bireylere hissettirilmemektedir.
8-Bu gözetim tamamen bireylerin kendi çıkarları için oluşturulmuştur. Gözetim, bireylerin oluşabilecek yeni plastik ihtiyaçlarını veya sorunlarını erkenden tespit edip önlem almak için şarttır ve plastik şehir’e giriş yapmış herkes bunu kayıtsız şartsız kabul eder.
9-plastik şehir yapılanmasında televizyona büyük önem ve yer verir. Televizyoncular plastik şehir’in rahipleri olarak tanımlanır. plastik şehir halkını televizyondan mahrum etmemek plastik şehir yöneticilerinin görevidir. Bu nedenden dolayı şehrin sokak lambaları televizyon şeklinde tasarlanmıştır. Tüm plastik şehir halkı her zaman ve her yerde televizyon izlemeye hazır olmalıdır.
10-plastik şehir, halkına her türlü kolaylığı sağlamak için bünyesinde yapay zeka sistemine yer vermektedir. Bu sistem bireylerin gereksiz işlerini üstlenir ve onların şehir hayatına daha fazla vakit ayırmasını sağlar.
11-Yapay zeka sistemi gönülsüz işçilerce yürütülmektedir.
(işçiler gönülsüz olmalarının sonuçsuzluğu karşısında , metaforun işe yarayacağı yanılgısına düşüp ,gönüllü işçi olmakta karar kıldılar ve kendilerine ‘robot’ demeyi uygun buldular.
12-plastik şehir’e giriş yapmış her birey kendine ait bir veya birkaç ürün üretme, onu özgürce tanıtma ve bu üretilen ürünleri istediği kadar tüketme hakkına sahiptir.
13-Aynı zamanda bireyler kişisel yetenekleri ve amaçları doğrultusunda; bu amaçlarını gerçekleştirmek adına kendi kendilerini tanıtma hakkına da sahiptirler.
14-plastik şehir’de hayat plastik olan her tür yaşam biçimine açıktır. plastik olmayan yaşam biçimleri uygun görülmemekle birlikte bu tür bir yaşam biçimine sahip olanlar gözetim polisi tarafından saptanırsa ağır biçimde cezalandırılacaktır.
15-plastik şehir halkı kendi plastik yaşamını oluşturma ve onu yaşama sürecinde özgürdür. Manifestonun dışına çıkmadığı sürece bireye hiçbir şekilde karışılmayacaktır. Plastik bir hayat oluşturmayı seçen tüm bireylere plastik şehir saygı duyar.
Gelin ve siz de plastik bir hayata adımınızı atın.
Şimdi başvurun ve giriş kartı için %50 indirimden yaralanın.
plastic manifest
1-The duty that the plastic city has determined as its purpose is firstly and most importantly serving a plastic life to the people who have been bored of every tone of the green and who find country-side life boring and the people that want to get out this situation.
2-Plastic city has been formed as a presence against the natural. Because of this, not any element that belongs to the nature should be presented in the plastic city.
3-An individual who has accepted to live in the plastic city cannot leave this idea.
4-The plastic city has an entire plastic settlement and it is important that the individuals that will not be able to keep in step with this settlement should not enter to the plastic city in the first place.
5-Every individual that has the entry card for the plastic city will possess of a plastic car and a plastic house without making any additional payment.
6-Plastic city that gives importance to the individuals and the needs of the individuals in its structure knows that, individuals have limited time for their communication with other individuals. That being the case, it offers personal communication equipments to every individual. These equipments are given free to every individual that makes entry to the plastic city. Developing these equipments afterwards depends on the individual according to his/her needs.
7-An individual that has accepted to live in the plastic city should know that he/she is being watched (observed) for twenty-four hours a day. This surveillance is made by the surveillance police and it is not evoked to the individuals in order not to make them become comfortless.
8-This surveillance is actualized entirely for the respective interests of the individuals. Surveillance is necessary in order to formerly determine the new plastic necessities and problems of the individuals that may arise and in order to take precaution and every individual that has made entry to the plastic city accepts this unconditionally.
9-Plastic city gives a great importance to television in the settlement of the plastic city. Television operators are defined as the priests of the plastic city. Not depriving the population of the plastic city from the television is the duty of the managers of the plastic city. Because of this reason, the street-lights of the city are designed like television. Entire plastic city population should be ready to watch television everywhere and every time.
10-Plastic city gives place to ‘’artificial intelligence system’’ within its structure in order to present every easiness to its population. This system takes in charge the unnecessary works of the individuals and enables them spare their time more to the city life.
11-Artificial intelligence system is being carried by involuntary workers.
(Against the ineffectiveness of being involuntary, the workers fell into the delusion that the metaphor will work, and have decided to be voluntary workers and they find appropriate to call themselves as ‘’robot’’.)
12-Every individual that has made entry to the plastic city has the right to produce one or more products that belong to him/her, the right to advertise these products freely and the right to consume these products as much as he/she wishes.
13-At the same time, all of the individuals, according to their talents and purposes, in order to actualize these purposes have the right to advertise themselves.
14-Life in plastic city is open to every kind of life-form which is plastic. The life-forms which are not plastic are not found appropriate and the individuals that have these kinds of life-forms will be punished strictly when this situation is assigned by the observation police.
15-The population of the plastic city is free to form its own plastic life and in the process of living this life. Individuals will not be interfered by no matter of means unless they go out of the manifest. Plastic city respects all individuals that have chosen to form a plastic life.
Come and you too take your step into a plastic life.
Apply now and benefit from 50 % discount for entry card.
1 Eylül 2007 Cumartesi
31 Ağustos 2007 Cuma
Crimes of Passion 2
29 Ağustos 2007 Çarşamba
Tutku Suçları Bildirge!
Sürekli uyarılma, sürekli karşımıza çıkan ‘haz al’ ayartmaları, her şeyin daha çok kötülük ve karanlığa gömüldüğü, çökmekte olan bir dünyadan yükselen ‘tadını çıkar’ baskıları..
Bu tabloyu; sadece baskıcı devletlerin ya da yaşamımızı tahakküm altına alan çokuluslu şirketlerin işlediği suçlar yaratmadı. Gündelik, sıradan hayatlarımızdan sızan şiddeti, iki kişinin en masum görülen ilişkisinden sızan faşizmi görmeden,değiştirmeden başka bir dünya nasıl?
Doğum travmasının bir kabusa dönüşmesi, bir başka gezegenden ana rahmine düşüş, filozof Althusser’in karısı Helen’e masajı, aşkın en doğrudan tezahürü kezzap, silahlar, daha fazla silahlar… 7 ölümcül kız kardeş; shell, enron, bp…
Sürrealist Eylem Türkiye’nin Tutku Suçları adlı kolektif sergi aksiyonu; tutkunun masumiyetine ve suçlarına, acılarına ve baştan çıkarıcılığına odaklanıyor. Kirletilmiş bir dünyada arzunun masumiyetine sığınarak..
Tutku Suçları/S.E.T.
24.08.2007
Bob Actor (aka:E.C.A)
Cins
Onston
Pınar Nurhan/Narkız
Özgür Ada
Baysan Yüksel
Gamze Özer
Özgür Erman
Hüseyin Ugur
Dilana Petrowa
Süleyman Zafer Handan
Ali Kartal
Gökçen Öçalan
Tutkutut
Gözde Genç
Fantom
Perşembe
28 Ağustos 2007 Salı
20 Ağustos 2007 Pazartesi
Tutku Suçları...
15 Ağustos 2007 Çarşamba
9 Ağustos 2007 Perşembe
Tutku Suçları/S.E.T Barışarock Festivalinde
4 Ağustos 2007 Cumartesi
Sokağın Sanatı İçin Yoldan Çıkmış Manifesto!
Yıl 2006.. Gezegen dünya… Coğrafya Türkiye… Çağdaş sanat hiper marketine hoş geldiniz. Büyük holdinglerin sponsorluğunda sanat adına üretilen yüzlerce çöp, en ışıltılı ambalajlar da tüketicinin önüne-beğenisine sunuluyor…
- hey sen, oradaki bunları söylemek için, önce bana formasyonunu söyle….
Şuralarda bir yerde ‘kapat’ tuşu olmalı……..
Gerçek, boğucu hüzne ne oldu? Yoldan çıkmış öfkeye? Kötümserliğe ne oldu? Ya da umutsuzluğun doğurduğu inatçılığa ? Sadece boşluğa koparılacak tek bir haykırışa ne oldu? Kelebek kanadında gizli, saf güzelliğe? Tek bir gülücükte baştan çıkartan tutkuya ne oldu? Peki ya yağmur altında dans ettiren deliliğe? Bulut gibi temiz ruhlara ne oldu? Her duyduğumuzda bizi titreten yegane özgürlük sözcüğüne? Ne oldu?. . .
- hey sen, oradaki bütün bunları sormak için yeterli bilgin, tecrüben var mı, kaç dil biliyorsun sen?
Bir –stop- tuşu olmalı; olmak zorunda…..
Kulisler, pazarlıklar; mutlaka çok-uluslu sponsor gerek… Satışlar, açık arttırmalar; bize Pazar gerek… Suni duyarlılıklar, yalan mesajlar; medyada bolca yer tutmak gerek… ne şiş yansın ne kebap; kavramsal takılmalı, post-modern olmalı, olmadı pre-modern olmak gerek…
Yaşadığımız yıkım dünyasında, sanat pazarda mal, sanatçı ise bir hokkabaza dönüştürülmek isteniyor. Bu film de oynamaya, izlemeye devam mı edeceğiz?
Stop- tuşu hala yerinde duruyor…..
- hey sen, konuşmak için kimden izin aldın ha, susturun şu alaylıyı….
Şimdi boş sokakları işgal etmiş hayaletlerin kulağımıza fısıldadıkları, kehanet surelerini tekrarlıyoruz….
Önyargılarımızla, gecikmiş pişmanlıklarımızla, iktidar savaşlarımızla, kasılmaktan gerili gururumuzla, korkunç unutkanlıklarımızla, kül yutmaz şüpheciliğimizle, kaderci boyun eğişlerimizle, ego krizlerimizle, hayatı cehennem eden hatalarımızla, sahte sevgilerimizle, boş umutlarımızla, alçalmış ruhsuzluğumuzla mı yaşayacağız? Daha ne kadar satacaz, satılacağız?
- hey sen, yeter, susturun şunu. Düpedüz deli sözleri bu…..
Stop düğmesi önümüzde, elimizin altında… Basıyorum, bu traji komik sahne, ekranla kararıyor… Sessizlik, kutsal sessizlik…
Şimdi, loş ara sokakların, sek sek oynayan çocukların, terk edilmiş otobüs duraklarının, yollarda sayıklayan meczupların, kaosun doğurduğu devasa caddelerin, sarhoş naralarının, bulvarların gizlediği parkların, seyyar satıcı çığlıklarının, metro çukurlarının, çıkmaz sokakların, kedilerin ve köpeklerin, kaldırım taşlarının olanca gürültüsünü sesimizle birleştiriyoruz…
Akademinin, şöhretin, paranın, imajın değil; sokağın sanatı için gürültü çıkartıyoruz. Cadde sergileri, sokak şarkıcılığı, graffiti, sokak tiyatrosu, duvar magazini, sokak şairliği, fanzinler, karnaval düzensizliğinde nümayişler, kolektif , saf sanat ve eylem…
Biz, kopacak tinsel kıyametin rüzgarıyla gelen mutantlarız. Ve bu saçma dünyadan öcümüzü şiirlerimizle, kolajlarımızla, duvar yazılarımızla, cut-up’la , şarkılarımızla, öykülerimizle, tablolarımızla, sokak tiyatromuzla alacağız.
Artık yeni bir sahne yada ekran istemiyoruz. Yeni dalga, deliliğin bizi özgürleştirdiği yerde; sokaklarda başlıyor. Ve bunun için sadece ruhlarımıza sığınıyoruz, aksak sokak ritmiyle…
Perşembe
01.02.2006
Jorn yada 68'in Arzu Patlamasına Çağrı!
30 Temmuz 2007 Pazartesi
29 Temmuz 2007 Pazar
6.45
Hep Dostumuz olan 6.45 çetesinden kötü çocuklara Selamlarla..
Felix Und Scorpion
Yürek Türbülansı
Kanat çırpma anın önemli
Sakin başlar fırtına
Yutar dev gelir deniz
Fıttırır rüzgar, su
Her şey paramparça olur,
Fırtınanın gözü suyu hürmetine
Güneş doğar kadehlerimize
Fantom..
Portekiz Sürrealistlerinin Sokak Ruhu/Kafesteki Şairler
24 Temmuz 2007 Salı
Ventochild&Akıncıtürk
19 Temmuz 2007 Perşembe
22. Başbakan Alis
16 Temmuz 2007 Pazartesi
Narkız/Çan Sesleri
Çan sesleri geliyor uzaklardan
Korkup kaçtığım
Binlerce hayalin adımları takip ediyor
Korkaklığımı…
Tavuklar gibi kaçışan kalabalıkların
Orta yerinde gizlenmek
Deve kuşuna öykünmenin benzersiz saflığı…
Çanlar çalıyor nemli gecelerde
Bedelin çağırıyor seni
Hayallerinin değil
Kaçışlarının bedelini ödemeye mecbursun şimdi
Ne yazık!
Kaçıncı keşkeni tekrarlıyorsun?
Daha mı hafif geçer sandın
Ya da belki beni unuturlar diye
Yanlışlarını çarpıp diğerleriyle
Kendini de inandırdın…
Çanlar çalıyor
Çanlar seni çağırıyor
Hadi soyun!
Çırılçıplak ve savunmasızca koş kuleye
Hadi öde bedelini vazgeçmişliğinin
Soyun hadi tüm derilerini
İnorganik hiçbir şey kalmasın teninde
Gitmeden önce kuleye
Son bir kez aynaya bak
Gördüğün şeyden utanma sakın
O sensin işte
Kendinden kaçabilmek için zamanı eğip büktüğün
Bir başlangıç provasında değilsin artık
Yakalanman için kesmişlerdi bileklerinden
Koştukça sen izini siliyordu melekler
Yoksa bu kadar uzaklaşabilir miydin?
Damlayan kırmızı sıvının göletin de boğulmaz mıydın sanıyorsun…
Çan sesleri bak!
Dinle hadi
Hortlakların şarkısını
Utanma sakın hayallerinden
Düşlerine inanmayanların mutasyonuymuş
Hortlak sandığımız ucubeler…
Narkız
ARTAUD'a Saygı
13 Temmuz 2007 Cuma
London ACTİON 2
Perşembe'nin Londra sorusu:
Bir müzik kutusuna dönüşen kurşun askerin kayıp şiiri..
ilk başta gölgeler vardı, karanlığın içinde usulca büyüyorlardı. sonra yana yana gelmeye başladılar, karaltıların içinden mutant fügürlar oluştu; kaotik, otonom yürekler. süpürge saçlı tenekeye dönüşen kadın,fallusun soru anahtarları. ve çöp adamın gizli bir bildiği var. bir aşk yada ayaklanma...
şimdi; balık kılçığına geçirilen iğneden garip bir ritm yükseliyor.. ağır, aksak.. sokak ruhlu insanlar yada kayıp bir şaman büyücü; gözleri japon..
kayıp bir mektubun vardı geçmişte, şimdiyse sadece bir soru anahtarı olarak bir aşka şiiri. bir dostun yüreğinin ince çizgilerine tekinsiz bir ezgi karışıyor. büyücü kadının kulağı ezgiye büyürken, boşluğun dişleri bize doğru geliyor.
Ve sevdiğim kadın bir şiire dönüşürken, dizeler hangi gölgenin içine saklanıyor?
Eksik şiir nerede?