Mülakat Cumhuriyet gazetesinden Esra hanım ile S.E.T adına Rafet Arslan tarafından İzmir sergisine paralel yapılmış ve gerekli görselin eksikliğinden yayınlanmamıştır....
-Önce sizi ve tabii ki Sürrealist Eylem Türkiye'yi tanıyarak başlayalım? Kimlerden oluşuyor Sürrealist Eylem Türkiye, neden böyle bir oluşuma ihtiyaç duydunuz?..
-Öncelikle; İzmir doğumluyum 35 yaşındayım ve Eylül adında bir kızım var. Kişisel yazı serüveni yanında, dilim döndüğünce S.E.T’e beraberce emek verdiğimiz dostlarıma ses olmaya çalışmaktayım. Sanırım bu kadarı sorunuza yanıt oluyordur.
Sürrealist Eylem Türkiye(S.E.T) bu yılın nisan ayında varlığını duyurmuş olsa da, eylemlerinde yer alan kişiler uzunca bir süredir kolektif bir üretim ağının içerisinde yer alan insanlardır.
Ortak dertlere, takıntılara, kötümserliklere, öfkelere ve paylaşımlara sahip bu insanlara eklenen yeni dostlar ve dayanışma ağlarıyla gelişmektedir. Albemuth, Fetus, Düzensiz gibi fanzinler ile yola koyulmuş, şimdiki sergimize de kapılarını açmış sevgili İzmir Hayalbaz da gün ışığına çıkan ilk sergisini yapmış ama üretmek için genelde sokağı mesken tutmuş minör bir çabanın ürünüdür.
Öncü sanat geleneğinin en kadim varoluşu Sürrealizmi kendi adına koymuş, ama Dada’dan Cobra’ya , Sitüasyonistlerden Street Art’a uzanan bir üretim ve ruhsal birleşkenin koordinatlarına bağlı bir otonom yapıdır. Üyelik sistemi yoktur, ortak ruhsal paylaşımı olan insanlar tek tek S.E.T eylemlerine gönüllü olarak katılmaktadır.
Sokağın sanatı ve Mutant sanat için çağrılarımızla derdimizi insanlara duyurmaya çalıştık.
İzmir’deki ilk 2 sergi ardından, Portekiz ve Londra’daki 2 uluslar arası Sürrealist sergiye katılmış ve S.E.T adıyla ilk olarak (sokakta üretilen sanat pratiği haricinde) geçtiğimiz
Haziran ayında Karaköy Hafriyat’taki Müdahale sergisinde 14 aktivistin ortak üretimi olan Kaos Duvarı ile yer almıştır.
-Nereden çıktı tutku ile ilgili bir sergi oluşturma fikri ve neden?
-Neden tutku? Çünkü; çokuluslu kapitalizmin belirlediği tüketim toplumunda insan denilen şey de bir nesne halini almıştır. Daha 19. yüz yılın başlarında tutkunun filozofu Fourier uygarlığın tutkulara ket vurarak, evrensel bir mutsuzluğa yol açtığını söylemişti Sınıf atlamaya yada hayat standartlarını düşürmemeye, güçlü olmaya, yalana ve bencilliğe odaklanmış dünya; artık tamamen bir kötülük dünyasıdır. Özne olmanın çok uzağında, normal olarak anılan statükonun bir aracı halini almış insanların içinde söndürülmüş özgür ruhu uyandırma çabasında, insanın tutkuları ile barışması bir tür arınma girişimidir. Tutku; işte bu dönüşümün devrimci anahtarı konumundadır.
S.E.T, Barışarock sanat atölyelerinin çağrısı üzerine festivale bir sergi ile katılma kararı almıştı. Yaklaşık 20 aktivistin yürüttüğü tema tartışmaları sonucu, yukarı da özetlemeye çalıştığım nedenlerden tutku suçları konsepti ile önce Barışarock festivalinde, ardından İzmir Hayalbaz Sanat Derneği lokalinde yer almayı kararlaştırdık.
Böylece ülkenin ilk sürrealist grubunun, ilk toplu-bağımsız sergisi tutku suçları konseptiyle oluşturuldu.
-Sergide kaç eser var?
-15 katılımcının 20’nin üzerinde çalışması sergide yer alsa da, sergide yer alan bir çok çalışma aktivistlerin kolektif üretiminin eseri. Tutku Suçları’nın İzmir sergi ayağına aktif üretimleri ile katılan arkadaşlarımız ise; Cins, Onston, Hüseyin Ugur, Gözde Genç, Dilana Petrowa, Bob Actor(aka: E.C.A), Fantom, Duygu Kale, Tutkutut, Gökçen Öçalan, Özgür Erman, Gamze Özer, Güner Yeşiloğlu ve Perşembe..
Barışarock etkinliğinde olan bazı arkadaşlar, İzmir ayağında yer alamayan yeni arkadaşlar eklendi yada aynı arkadaşların yeni üretimleri de eklendi.
-Neler "tutku suçları"?
Tutku suçlarını ifşa edecek yada listeleyecek ahlakçı bir bakış açımız hiç olmadı ve amacımızda tutkuları suçlamak olamaz. Suç, suçlu, günah gibi kavramlara sistemin belirlediği gündelik verili gerçekliğin penceresinden bakmıyoruz. Kelimenin Lacancı anlamıyla yamuk bakmaya, verili gerçekliğin statikocu ve güdüleyici bakışının dışında olmaya uğraşıyoruz. Burada ele aldığımız bakış kentsoylu ahlakçılık değil,yeni bir etik kavrayıştır.
Eğer gerçek suçlardan bahsedeceksek, gündelik gerçekliğin sahte örtüsünü kaldırmalı okul, aile, zorunlu hizmet, evlilik, çalışma zorunluluğu gibi denetim aygıtlarına bakmalıyız. Philip K. Dick’in cümleleriyle kimin suçlu olduğunu anlamak için kimin kazandığına bak…
S.E.T’in tutku suçları eylemi; insanların sürekli birbirlerini aldatması, ezmesi ve kuralların buna bağlı çevrelendiği bir sisteme karşı başkaldırıdır.
Tabii, burada total bir eleştiri yanında gündelik, kişisel ilişkilerdeki tahakküme yoğunlaşmaya çalıştık. Bütünsel tahakküm ilişkilerinin, en öznel halini 2 kişi(mesela 2 aşık, 2 kardeş, baba-oğul vb.) arasındaki gizil güç savaşlarında görebiliriz.
Doğurma kabusu, tüketilen cinsellik, tahrip olan beden ve streril beden figürleri ile silahlanma yada 7 ölümcül petrol karteli arasında bağlar kurmaya çalıştık. Sade Markizi ve Althusser gibi olumlanan ve suçlanan tarihsel figürlere mercek uzatmaya çalıştık.
-Sistemde, kadınlara tutkunun öznesinden ziyade nesnesi rolü biçildiğine göre, sanırım bu suç daha çok kadınlara karşı işleniyor, demek yanlış olmaz...
-Feodal kalıntıların hüküm sürdüğü bölgeler için söylediğiniz ne yazık hala geçerli olsa da, günümüz popüler liberal feminist söyleminin tersine kentsel yaşam alanlarında kadının yada erkeğin değil, insanın nesne hatta emtia konumundan bahsetmek daha doğru olur. Post-modern tüketim toplumunun görsele dair bombardımanında kadın bedeni kadar erkek bedeni de nesne haline getirilerek, yapay tutkular oluşturmaktadır. Aşkın kirletildiği bu dünyada beden reklam ve tüketim nesnesine indirgenmekte, bedeni biçimlendiren tinsellik yok sayılmaktadır.
Tutku Suçları’nda da bedenin meta halini almasını, bedeni tersten bir diyalektik ile soyarak ironik bir eleştiri ile ele almaya çalıştık.Yada Cins’in işi gibi eti en mutant formları ile yansıttık.
Sonuçta çıplak bir göz, en az çıplak bir meme kadar tahrik edicidir.
-Bu suçlara insanları iten nedenler neler sizce? Sanırım bunlardan biri, tüketim toplumunun idealize ettiği haz peşinde koşma diyebiliriz
-Sergi bildirgesinde de andığımız gibi, artık sorun ‘haz alma talebi’ değil egemen kültürün ‘haz al’ baskısıdır. Yalana, kötülüğe, zulme teslim olmuş günümüz dünyasından ‘tadını çıkar’ sloganları yükselmesinde sado-mazoşist bir ruhsal durumun yansımaları vardır. Yanı başımızdaki Irak işgalinde 1.5 milyon insanın öldürülmesi, kapıya dayanan küresel ısınma, kanser gibi üreyen ırkçılık ve yükselen savaşlar çağında iyimserliğe yer yoktur. Gündelik medya küçük kişisel suçlara yoğunlaşırken, insanlığa karşı işlenen suçların üstünü örtmektedir. Çılgınlığın egemen olduğu bu ‘cesur yeni dünyada’ zulüm yada ölüm haberlerine paparazzi haberleri ve her türden yozluk eşlik etmektedir. Yapay korkularla, gerçek bir kaos ve yıkım yaşanan bu dünya, ne yazık hepimizin yaşadığı bu dünyadır. Gerçek’in gerçekliğe yenilip, yaratılan bu sanal dünyada ilk önce insanın kendi düşleri bastırılmıştır. Küresel baskı güçleri yanında, küresel iletişim ağları da düş gücünü önleme operasyonlarında iş başındadır.
-Sergi metninde, "Kirletilmiş bir dünyada arzunun masumiyetine sığınarak..." diyorsunuz. "Amaca giden yolda herşey mübahtır" anlayışının körüklendiği ve Hedonizmin yüceltildiği düşünülürse, sizce hala tutkunun bir masumiyeti kaldı mı?
-Sürrealist Eylem Türkiye; tam da bu kirletilmiş dünyanın ortasında önyargısız, çıkarsız,hesapsız paylaşımı, üretimi ve eylemleri ile insana, tutkuya, aşka ve özgürlüğe sığınarak var olan, var eden yeni bir oluşa bir kapı açma çabasıdır. Hırsa karşı ruhsallığa, yalana karşı samimiyete, bencilliğe karşı kolektifliğe mütevazı bir eylem çağrısı olarak.
Hala düşlere, rastlantılara ve gündelik hayatımızda karşımıza dikeliverecek olağanüstüye inanırsak; arzunun da masumiyetine inanabiliriz etrafımızı kaplamış karanlığın koyuluğuna rağmen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder