Kafasını her duvara vuruşunda, kafasından bir şeyler düşüyordu ayaklarının dibine. Pek çok kereler vurdu kafasını, dökülen ıvır zıvırlar beline yükselene kadar, işin güzel yanı şuydu ki istediğine erişmekteydi, duvar yavaş yavaş direnmeyi bırakmış ufak çatlaklar oluşmasına izin vermişti, içerideki karanlığıda fırtınaya tutan bir şeylerin çağıldamasına. İncecik çatlaklar arasından sızan, saçlarını her dokunuşunda uçuşturuyor ve saçlarına düğümler atıyordu. Elbiseleri üstünde zar zor dururken, içeri sızan karşısında mum alevi acizliğiyle tutunmaya çalışıyorlardı uzun süre asılı kaldıkları bedene.
Çatlağın açılması vuruşları sona erdirmiş ve etrafa saçılanları inceletmeye başlatmıştı. İlk bakışta etrafa yayılanların üzerini bir toz tabakasının kapladığını zannetti ancak bu sadece kepeklerinden başka bir şey değildi. Bu kepek yığını altında yatan şeyler; bir biriyle ilgisi olmayan şeylerin birleşmesinden oluşan nesnelerdi, tellerinin yerinde sayfalar olan bir gitar, altında şişe olan lastik bir ayakkabı, mermerden bir şemsiye ve böyle daha pek çok şey yayılmıştı ortalığa. Kimisini alıp inceledi, kimisini inceleyemedi, o kadar ilgi dışıydılar ki kendisinden değil de başka bir yerden geldiklerine kanaat kıldı. Sanırım bir şeyler arıyordu ve aradığı da kafasından saçılanlar arasında olacağına inanıyordu. Yığının altında doğru ilerledikçe, yemek takımları altında olan bir masanın ayağına basan bir uzunca bir tahta gördü. Aradığını bulmuştu, gayet güzel ve zarifçe işlenmiş bir sörf tahtasıydı bulduğu şey. Onu alıp, çatlaktan sızan şeye doğru yatay bir şekilde tuttu ve içeri sızan şeyin kuvvetiyle dengede tutana dek açısını ayarladı, ardından üstüne binerek çatlakların arasından süzülerek, zindanının karanlığını dağıtan şeyin üstünde, onun kaynağına doğru yoluna devam etti.
İlerledikçe yükselmekteydi ve haliyle aşağısı küçülmekteydi ancak o bunun farkında değildi çünkü sadece üstünde durduğu şeyin zevkine kendisini bırakmış, bitmek bilmeyen senelerin üstünden geçiyordu sadece. Aniden kendini bir enginliğin içinde buldu. Büyük bir ahenkti eğer onun her tarafına yayılan, ona tezatlıklar oluşturan küçük noktacıklar olmasaydı. İlk defa gördüğü bu yeri incelerken, kendisine doğru bir şeylerin yaklaştığını fark edebildi güçlükle. O gördüğü küçük tezatlıkları kapatan karanlık bir şeyler ancak yine de başkalarını, parlak siyah yüzeylerinden yansıtıyorlardı. Bunların üstünde fazla durmadı ve yoluna devam etti.
Parlak kara nesneler küreye yaklaştıkları sırada, oradan dışarıya çıkan birisi vardı. Gittikleri yerden birilerinin dışarı çıkacağını ummuyorlardı ve onun pejmürde giysileriyle sörf tahtası üzerindeki komik görünüşü yüzünden onu rahat bıraktılar.
Görevleri belliydi ve önceden paylaştırılmıştı. Bazıları küreye inecek, bazıları da çevresinde, geceyle giderek, onda süzüleceklerdi ışıktan çizgileriyle. Nocturne küreye inecekler arasındaydı ve gideceği yer gölgede güzel bir yerdi. Yavaşça dalışına başladı etrafına alevler saçarak. Yere yaklaştıkça ortalıkta pek kimseleri göremedi, sadece öylesine yürür gibi birisi vardı. En azından şölen yapacak birisi olacağından alevlerinin arasından bir tane kıvılcım bıraktı. Nocturne yaklaştıkça yerdeki onun farkına vardı. Nocturne, bir kez daha şaşırmanın o abuk suratını gördü ancak biliyordu ki endişelenecek bir şey yoktu.
“Bu kaldırımın arasında da yok, burada da yok, ı-ıh, bunda da yok, hay anasını satayım ya, her yere de döşemişler bunu, dön dolaş hep aynı yere geliyorsun ama aralarında da hiçbir şey yok” diye söylenirken, hiçbir neden yokken etrafın birden aydınlanmaya başladığını fark etti. “Yine ne yapıyorlar acaba?” diyerek etrafına bakındı ancak ortalıkta buna sebep olacak bir şeyler göremeyecekti ki son anda gökyüzünden göz ucuna bir şey takıldı. Kafasını kaldırmasıyla üzerine doğru gelen kocaman bir alev topu gördü. Korkacaktı ama aptal aptal şaşırmaktan ne vakit bulabildi ne de alev topu azıcık ilerisine düşünce kıpırdayabildi. Aslında şaşkınlığı, ölmüş olsaydı geçecekti ve bu şekilde öldüğüne gerçekten şaşırmayacaktı fakat ölmemiş olmasına daha bir şaşkındı ki alev topu yere çarptığında, aslında tamda çarptı denemez; konduğunda, beklediği gibi bir kıyamet kopmamış, sadece hafifçe, birkaç ağaç yaprağını kıpırdatabilen bir meltemden başka bir etki yaratmamıştı.
Şaşırmaktan yorulduğu zamanda oraya konan şeyin aslında bir kuyruklu piyano olduğunu, hafifçe esen meltemin de toplanarak bir siluet oluşturduğunu gördü ama ortaya çıkan adamın kim olduğunu bilmiyordu. Siluet ona göz ucuyla bir kere baktıktan sonra piyanoya doğru ilerlemeye başladı, bir yerlerden bir tabure çıkarıp oturdu, ardından piyanonun tuşlarını kapatan kapağı kaldırdı ve bir parça çalmaya başladı. Orada öylece dikilen, o parçayı daha önceden duymuştu ama tam çıkartamıyordu şimdi ya da bu kadar şaşırmasaydı belki hatırlayabilirdi. Yavaş yavaş kendini müziğe bıraktı ve müzikle beraber ilerlemeye başladı. Ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın kulaklarındaki müziğin şiddeti hala aynıydı.
Yürüyüşünün sonunda bir benzin istasyonuna vardı ve ne yapacağını anlamıştı. Birileri onu gördü mü diye istasyona baktı, neyse ki kimse onu görmemişti. Usulca gölgelerde saklanarak istasyona yanaştı ve uzaklardan gelen bir arabanın sesini taklit etmeye başladı ve ses uygun yüksekliğe ulaşınca araba sesi taklidinin yanında araba taklidi yaparak istasyona girip bir benzin pompasının yanında durdu ve arabanın stop edişinin taklidini yaptı. Bununla beraber içerilerden bir yerden uykulu bir istasyon görevlisi geldi. Araba taklidi yapan “fulle” dedi sadece, istasyon görevlisi hiçbir şeyin farkına varmadan yarı uyur işini yapmaya başladı ve ortada araba olmadığı için, benzin deposu da yoktu ve benzinde depo yerine araba taklidi yapanın midesine gidiyordu. Deponun doluğuna kanaat getirilince, parayı ödeyip araba taklidine devam ederek oradan uzaklaşmaya başladı ve fark ettirmeden, kocaman bir göbekle bu zor olsa da, bir çöp bidonunun arkasına saklandı ve arabanın uzaklaşmasının taklidini yaparak istasyonu kolaçan etti. İstasyon görevlisi farkına varamamıştı, o hala yarı uykulu geldiği gibi gidiyordu, arabanın sesine otomatik uyandığı yere doğru aynı otomatiklikle yarım kalan uykusuna döndü. Taklitçi bunun farkındalığıyla kıs kıs gülerek o kürenin en yüksek yerine tırmanmaya başladı.
Doruğa vardığında, artık zorlukla tutabildiği ve yerinde fırlamaya can atan şelaleyi fazla engellemek için fermuarını indirip işemeye başladı. İşine başlar başlamaz cebinden çıkardığı çakmağıyla kilometrelerce uzağı sulayabilen sidiğini aleve verdi. Uzun zamandan beri işemenin bu kadar rahatlatıcı olduğunu unutmuştu ve bu zevkinin yanına, yıldızlara teğet geçen alevden bir gök kuşağının oluşmasına yol açan, sigarasını küreye salıverdiği sıcaklıkla.
“Ha-ha” diye gülüyordu içinden “hepsini yuttum” diye söylenerek elinde salladığı torbaya doldurduğu bilyelerle hoplaya zıplaya yokuşu çıkıyordu evine doğru. Arada bir durup torbayı aşağı yukarı sallayarak, torbanın içindeki bilyelerin birbirlerine çarpışlarından çıkan sesle zevkine kabartma tozu serpiyor bolca, sonra kabına sığamıyor, taşıyordu gözlerinden. “Hepsini ben kazandım” diye gururlanıyordu kendisiyle, fakat; birden torbası yırtıldı, o kadar çok sallamıştı ki torbasını, torba artık dayanamayıp basmıştı feryadını çocuğun bilyelerini etrafa saçarak. Torbasının hafiflediğini ancak fark edebilen çocuk bilyelerin yere düşüşünün sesiyle belinden yukarıya doğru tırmanan ürpertiyle, bir bir aşağıya ışıltılar saçarak yuvarlanan bilyelere gözlerini çevirdi. Çocuğun sevinciyle zaten gözlerinde hazır bekleyen yaşlar bu sefer haksızlık hissiyle matlaşmış olarak itiliyorlardı.
Haklı kazancının öylece yuvarlanıp gitmesine göz yummadı ve arkalarından o da başladı yokuş aşağı koşmaya, ancak şu vardı ki yokuş her ne kadar bilyelerin yanındaysa da onun da yanındaydı. Yokuş çocuk için bitmeye başlamıştı ve bilyeler içinse çoktan bitmişti. Her bilye gidebildikleri yerlerde yokuştan aşağı koşmanın yorgunluğunu atarken, gözyaşları dinmesini körükten olma bir ciğerle değiştirmiş çocuk bilyelerini toplamaya başladı. Her tekini eline alıp, onu cebine bırakmadan önce kafasındaki karatahtaya bir çizik daha atıyordu ki sahip olduklarının her birini topladığından emin olabilsin.
Sayıları azaldıkça toplanması güçleşen bilyeler de artık çoğunluk olarak çocuğun cebindeydi ve sadece bir tane kalmıştı evine geri dönmeyen. O son kalan bilyesini de almaya kararlı olan çocuk bıkıp usanmadan aranıyordu. Eğer o arada rüzgar esip de dalında duran yaprağın birini kıpırdatmayıp akşama doğru giden güneşin ışığını bilye yansıtmasaydı fark edemeyecekti. Ne yazık ki fark etmişti ve bilyesini almak için eğildiğinde, bilyesine giden elini geri çekip dizinin üstüne koydu. Bilyesini almayacaktı, çünkü yokuştan aşağı düşerken kırılmıştı. Bunun yerine nereden koptuğu belli olmayan siyaha boyanıp güzelce cilalanmış küçük bir çubukla bilyeyi toprağın içine doğru iteliyordu. Yine o yaprağın kıpırdamasından mıdır bilinmez bilyenin içinden bir kıvılcım fırladı. Bilyeyi her derine itişinde inceden inceye bir duman yükselmekteydi. Bilyesini bir güzel gömdükten sonra yokuştan yukarıya doğru, eskisinden azıcık daha az neşeli ama bilyeleri konusunda daha dikkatli olarak evine doğru yol aldı.
Ali Kartal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder