hippi romantizmine ve gösteriye 1 hareket çekiyordu...
RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE
THE DIN OF STREET SPIRIT SOUNDS IN THE RYTHME OF DREAMS
26 Ocak 2009 Pazartesi
25 Ocak 2009 Pazar
Ayaklanma mı Var?
Ocak ayında Kargart’ta Gerçekleşen Post-Situasyonist Sergisi Üzerine…
"Friedrichstrasse metro durağında, Batı Berlin'de, insanlar trene aktarma yapmak için kalktıklarında bir sarhoş bağırıyor: Ne diye ayaklanıyorsunuz? Ayaklanma mı var?
"Bu sahne Tezer'e, şimdiye dek akılsız bir insanın alkolik olmadığını düşündürmüş. Ya da zamanında Kadıköy’de bir otel odasında kendini öldürmüş çocuk yaşta bir şairin dediği gibi, insanlar kırmızı çarpılı uyuşturuculara başlıyorsa, bunun bir nedeni de, bir hayallerinin olması. Öte yandan, Kalamış’ta bir polis otosunun üzerine çıkmış, Ginsberg’den şiirler okuyan her çatlağın size söyleyebileceği gibi, ister geriye, kayıp gitmiş bir zamana, ister hiçbir zaman gelmeyecek fiktif bir geleceğe endekslenmiş olsun, uzun süre tutulan hayaller ölümcül zehirlenmelere yol açar. Daha da kötüsü ise, zehirlenmiş bir yaşama sıkışıp kalmak olabilir.
Daha da kötüsünü yaşadığımız bir zamandayız.Berlin’den, Atina’dan ya da Buenos Aires’ten çok uzakta, karanlık uzay-zamanın diğer bir ucundaki çirkin bir metropolde, bir imge mezbahasının açılış kokteylindeyiz. Çirkin dünyanın imgeleri asılı duvarlarda; elektrik yükünü atmış bir direncin görüntüleriyle iç içe bu imgeler. Sevişmek yerine sikişen bedenlerin, kendini adamak yerine hükmeden başbakanların, iş adamlarının ve peygamberlerin, isyan ve ayaklanmanın en fazla şehvetini alıp, kaldırılması zor taraflarını yok sayan hadım edilmiş 80 ihtilali sonrası kuşağın bulantılarının arasında; Kabe’nin Anıtkabir’den ayırt edilemeyeceği kadar bir karanlığın içinde; 68 Paris sokaklarından fotoğrafların, termodinamiğin şu en ünlü ve en az anlaşılan kanununa riayet eden çıldırmış metinlerin, elleri mayolarının cebinde, plaja sevişmeye giden güzel veletlerin doluştuğu bir salon burası.
Devrim nostaljisiyle kıçını silen ve adını anmaktan özenle kaçınmamız gereken yabani bir adam tarafından yan yana asılan bütün bu posterler, metinler, fotoğraflar, kolajlar herhangi bir estetikten, ciladan, yapmacıklıktan yoksun. Ortada sadece çiğ bir gerçeklik var. Dahası, her şeyin çalıntı ve saptırma olduğu sergi afişinde bile kocaman harflerle belirtilmiş. Bütün bu çirkin, seksist, anarşist, saldırgan ve kafa karış imgelerin yan yana asılmış olduğu bir zihnin içinde hayatımızı geçirecek olsaydık, belki de bu yabani adamı anlayabilirdik. Ama anlayamıyoruz. Anlayamayacağız. Bu serginin çirkinliğini nasıl kabul edemiyorsak, kendi hayatlarımızın bu sergiden farksız olduğunu da asla kabul etmeyeceğiz. Bunun yerine, eve gidip Into The Wild izleyeceğiz. Bunun yerine arkadaşlarımızı arayıp birbirimizi kandıracağız. Bunun yerine, bu yabani adama küfrü basıp, profesyonel yalancılarımıza döneceğiz. Çünkü biz toplumuz. Gene de, en azından kendimize bir soru sorabiliriz. Çok uzakta değil, birkaç yüz kilometre ilerimizdeki Atina’da, Selanik’te çöp varilleri henüz sönmemişken, içine sıkışıp kaldığımız sefalet kendisini bu sergide dışavurduysa, neden bunun günahı bir tek sergiyi yapan yabaninin boynuna?
Reks sinemasının önünde, fiyat etiketi sarkmış bir pespayelik içinde takılan ve aslında kaykay modasını takip ettiklerinin bile farkında olmayan 2000 kasa punk ve emolara, “hepiniz Kenan Evren’in torunusunuz!” diye küfretmek ne denli anlamsızsa, bize 90’lardan kalan ve sırf bu yüzden bile önemli sayabileceğimiz Karga gibi bir mekanda düzenlenen post-situasyonist bir sergi için çığırtkanlık yapmak da aynı derecede anlamsız olacaktır. Zaten yalnızca ve yalnızca 5-6 kişiyle açılışı yapılan bu serginin sessizlik içinde karşılanmasından ve ardından zihnimizin ücra bir köşesine, yıllar içinde üzerini toz kaplayacak bir yere itilmesinden daha makul bir şey de düşünemiyoruz. Bu “kötü” serginin insanlara anımsattığı, uzun sarhoş bir gecede konuşulan ve hayal gücümüzle hafızamızın arasındaki silikon banda yapışıp kalan imgelerden farksız olabilir. Uyandığınızda, tamamlayamadığınız cümleler gibi.
Her şey bir kenara, yirminize basmadan bir otel odasında kendi icabınıza bakmadıysanız, bu sergi sizi de ilgilendiriyordu. Kaçırdıysanız, dert etmeyin. Yaz tatilinde Yunanistan’a da gidebilirsiniz.
Taylan
"Friedrichstrasse metro durağında, Batı Berlin'de, insanlar trene aktarma yapmak için kalktıklarında bir sarhoş bağırıyor: Ne diye ayaklanıyorsunuz? Ayaklanma mı var?
"Bu sahne Tezer'e, şimdiye dek akılsız bir insanın alkolik olmadığını düşündürmüş. Ya da zamanında Kadıköy’de bir otel odasında kendini öldürmüş çocuk yaşta bir şairin dediği gibi, insanlar kırmızı çarpılı uyuşturuculara başlıyorsa, bunun bir nedeni de, bir hayallerinin olması. Öte yandan, Kalamış’ta bir polis otosunun üzerine çıkmış, Ginsberg’den şiirler okuyan her çatlağın size söyleyebileceği gibi, ister geriye, kayıp gitmiş bir zamana, ister hiçbir zaman gelmeyecek fiktif bir geleceğe endekslenmiş olsun, uzun süre tutulan hayaller ölümcül zehirlenmelere yol açar. Daha da kötüsü ise, zehirlenmiş bir yaşama sıkışıp kalmak olabilir.
Daha da kötüsünü yaşadığımız bir zamandayız.Berlin’den, Atina’dan ya da Buenos Aires’ten çok uzakta, karanlık uzay-zamanın diğer bir ucundaki çirkin bir metropolde, bir imge mezbahasının açılış kokteylindeyiz. Çirkin dünyanın imgeleri asılı duvarlarda; elektrik yükünü atmış bir direncin görüntüleriyle iç içe bu imgeler. Sevişmek yerine sikişen bedenlerin, kendini adamak yerine hükmeden başbakanların, iş adamlarının ve peygamberlerin, isyan ve ayaklanmanın en fazla şehvetini alıp, kaldırılması zor taraflarını yok sayan hadım edilmiş 80 ihtilali sonrası kuşağın bulantılarının arasında; Kabe’nin Anıtkabir’den ayırt edilemeyeceği kadar bir karanlığın içinde; 68 Paris sokaklarından fotoğrafların, termodinamiğin şu en ünlü ve en az anlaşılan kanununa riayet eden çıldırmış metinlerin, elleri mayolarının cebinde, plaja sevişmeye giden güzel veletlerin doluştuğu bir salon burası.
Devrim nostaljisiyle kıçını silen ve adını anmaktan özenle kaçınmamız gereken yabani bir adam tarafından yan yana asılan bütün bu posterler, metinler, fotoğraflar, kolajlar herhangi bir estetikten, ciladan, yapmacıklıktan yoksun. Ortada sadece çiğ bir gerçeklik var. Dahası, her şeyin çalıntı ve saptırma olduğu sergi afişinde bile kocaman harflerle belirtilmiş. Bütün bu çirkin, seksist, anarşist, saldırgan ve kafa karış imgelerin yan yana asılmış olduğu bir zihnin içinde hayatımızı geçirecek olsaydık, belki de bu yabani adamı anlayabilirdik. Ama anlayamıyoruz. Anlayamayacağız. Bu serginin çirkinliğini nasıl kabul edemiyorsak, kendi hayatlarımızın bu sergiden farksız olduğunu da asla kabul etmeyeceğiz. Bunun yerine, eve gidip Into The Wild izleyeceğiz. Bunun yerine arkadaşlarımızı arayıp birbirimizi kandıracağız. Bunun yerine, bu yabani adama küfrü basıp, profesyonel yalancılarımıza döneceğiz. Çünkü biz toplumuz. Gene de, en azından kendimize bir soru sorabiliriz. Çok uzakta değil, birkaç yüz kilometre ilerimizdeki Atina’da, Selanik’te çöp varilleri henüz sönmemişken, içine sıkışıp kaldığımız sefalet kendisini bu sergide dışavurduysa, neden bunun günahı bir tek sergiyi yapan yabaninin boynuna?
Reks sinemasının önünde, fiyat etiketi sarkmış bir pespayelik içinde takılan ve aslında kaykay modasını takip ettiklerinin bile farkında olmayan 2000 kasa punk ve emolara, “hepiniz Kenan Evren’in torunusunuz!” diye küfretmek ne denli anlamsızsa, bize 90’lardan kalan ve sırf bu yüzden bile önemli sayabileceğimiz Karga gibi bir mekanda düzenlenen post-situasyonist bir sergi için çığırtkanlık yapmak da aynı derecede anlamsız olacaktır. Zaten yalnızca ve yalnızca 5-6 kişiyle açılışı yapılan bu serginin sessizlik içinde karşılanmasından ve ardından zihnimizin ücra bir köşesine, yıllar içinde üzerini toz kaplayacak bir yere itilmesinden daha makul bir şey de düşünemiyoruz. Bu “kötü” serginin insanlara anımsattığı, uzun sarhoş bir gecede konuşulan ve hayal gücümüzle hafızamızın arasındaki silikon banda yapışıp kalan imgelerden farksız olabilir. Uyandığınızda, tamamlayamadığınız cümleler gibi.
Her şey bir kenara, yirminize basmadan bir otel odasında kendi icabınıza bakmadıysanız, bu sergi sizi de ilgilendiriyordu. Kaçırdıysanız, dert etmeyin. Yaz tatilinde Yunanistan’a da gidebilirsiniz.
Taylan
21 Ocak 2009 Çarşamba
haykırırşiir
haykırırşiir
size çoktandır anlatamadığım şeyler var:
elinizdekileri kendinize ayırınız demiştim
elinizdekileri kendi dininize n'aparsanız yapın
evvela homurtularınız, somurtularınız mesela
pis değerleriniz uğruna açtığınız çukura
infazlarınız ihlaslarınız iflaslarınız şöyle dursun
kovuk ufak umutlara kovuklarını dar ettiğiniz ağaçlara
bir kez olsun dönüp bakmadınız
bir kez olsun dönüp bakmadınız
meymenetsiz suratınıza, o âli adınıza
balgam suyu ikram ettim yarabbi şükür
sayıkladınız, pirincin taşını ancak
pirinç sütunlarla ayıkladınız
sıkışiir'e sıkıyönetim sıkısokağa çıkmayasağı
belinizdeki tabanca elinizdeki cop dilinizdeki hop
gözünüze dizinize dursun arkadaş’ımın canı
sefil sonunuz açtığınız çukurdan olsun
ellerini kendi kusmuklarında yuyan
üniformlu ünikornlar, hepinize selam olsun
burda kurşuna dizilmeyi bekleyen bir şair var!
tozan, 8 0cak, izmir
PS: Tozan'a, Asan'a, Nurhak'a, Zythum'a ve diğer taze-duru şairlere selamlarla...
yaşamın olduğu kadar şiirin d ebir geleceği var, selam olsun itaatsiz dizelere...
size çoktandır anlatamadığım şeyler var:
elinizdekileri kendinize ayırınız demiştim
elinizdekileri kendi dininize n'aparsanız yapın
evvela homurtularınız, somurtularınız mesela
pis değerleriniz uğruna açtığınız çukura
infazlarınız ihlaslarınız iflaslarınız şöyle dursun
kovuk ufak umutlara kovuklarını dar ettiğiniz ağaçlara
bir kez olsun dönüp bakmadınız
bir kez olsun dönüp bakmadınız
meymenetsiz suratınıza, o âli adınıza
balgam suyu ikram ettim yarabbi şükür
sayıkladınız, pirincin taşını ancak
pirinç sütunlarla ayıkladınız
sıkışiir'e sıkıyönetim sıkısokağa çıkmayasağı
belinizdeki tabanca elinizdeki cop dilinizdeki hop
gözünüze dizinize dursun arkadaş’ımın canı
sefil sonunuz açtığınız çukurdan olsun
ellerini kendi kusmuklarında yuyan
üniformlu ünikornlar, hepinize selam olsun
burda kurşuna dizilmeyi bekleyen bir şair var!
tozan, 8 0cak, izmir
PS: Tozan'a, Asan'a, Nurhak'a, Zythum'a ve diğer taze-duru şairlere selamlarla...
yaşamın olduğu kadar şiirin d ebir geleceği var, selam olsun itaatsiz dizelere...
19 Ocak 2009 Pazartesi
Yine mi 68 Bebek ya da Yeni Bir strateji Yok mu?
ADI VAR KENDİ YOK-ŞENOL ERDOĞAN’IN 19 OCAK 31 OCAK TARİHLERİ ARASINDA GERÇEKLEŞTİRECEĞİ SERGİMSİ GÖSTERİ KARGARTTA YAPILACAK. BU PROJE ICIN YAZDIĞIMIZ METİN AŞAĞIDA YER ALMAKTADIR:
Yine mi 68 Bebek ya da Yeni Bir strateji Yok mu?
Yıldönümleri zamanın yıpratan izlerini bir nebze hafifletirken, geçmiş dediğimiz ayna yardımıyla geleceğe ışık tutma çabalarımızı da içine alır.Muhafazakar nostaljik artı-keyiflerin peşinde koşmayan eleştirel teori; bu güne dünden, yarına bu günden ve hepsine gelecekten dönen Gerçek’e dair bilginin peşindedir. Uyanık, kahince bu arayış, geçmiş unutulmuş insanlık anlarına dair kıyamet sezgilerini de kelimenin en Benjaminci anlamında içinde taşır…
Yıl 2007; Punk’ın 3o’uncu, Che yoldaşın katlinin 40. yıl dönümü… Yıl 2008; Mayıs ayaklanmasının 40.yıldönümü…Geçmişin devrimci anlarına kaplan sıçrayışları yapamazken, bu günün teorisine dair devrimci bir silaha çeviremezken, kimse ölmek-öldürmek,yıkmak-yıkılmak istemezken. Herkes hırs, ego, sürekli gençlik, güç, para, şöhret peşinde koşarken. Gösteri kendisine karşı her şeyi bir nesneye çevirmiş ve her şey tüketilirken. Viet-Kong, General Giap, Ernesto Che birer sembol, 68 cool ve her şey birer markayken.68’den 69 yapılabiliyor,1984 değil ama cesur yeni dünya günlerinde…Sistemin hazzı yasaklamasına gerek yok, arzunun bozuk para gibi harcandığı yerde. Her şey satılık.Hey; duydunuz mu, her şey satılık,tin bile!15 yaşında Che tşortü giymiş,aygında converse, zulasında cigara gizli gence kızamıyoruz ama çok değil az ötede Alexis kardeş ölebiliyor umarsız, çığrından çıkmış bir mayıs günü gibi…
Post-Modern Çağların Semptnomu Olarak Nostalji
Post-modern kültür, retro ya da nostaljinin patlama anı olmuştur. Sürekli bir büyüsel geçmişe döngüsel bir zamana hap solmuşuzdur. Gelecekten bir beklenti şansı yoktur, hatta gelecek şu an çoktan tüketilmiş hiç yaşanmayacak, boğucu bir şimdi’den ibarettir.Kültleştirilmiş bir eskiye sürekli zaman yolculukları yaparken sürekli sayıklamalıyız: ah o güzel günler, düşler…
Geçmişe dinsel bir kült değeri atfederken aynı zamanda kösnül bir erotizmi de gark etmekten geri durulmaz. O’geçmişte tüm penisler erekte ve tüm vajinalar ıslaktı. Bu sayede sadece geçmiş düşünülüp; özgürce mastürbasyon yapılabilir,geçmişin ağır yükü altında herkes kendi iç uzayına hapis, kösnül tatmin olma fantazyaları kurabilirdi. Tıpkı sistemin ürettiği ara yüzeyler, siber-uzay gezintileri sanal gerçeklik gibi.
Deniz ve arkadaşları iyi insanlardı, çünkü onlar kimsenin canını almamışken idam edilmişlerdi. Mahir ve arkadaşları kötüydüler, çünkü onlar can verir gibi can da almayı bilmiştiler. Yeni-düşün sisteminin bize sunduğu kodlar vardı sadece, melekler ve şeytanlar, düşkünler ve azizler.68 hoş bir eğlenceydi; sex, drugs and rock’n roll… Hippyler ve junkler, gurupiler ve Andy Warhol. Herkes 15 saniyeliğine meşhur olabilir, Godard ise sadece tefekkürcü bir tarikat.
Punk mı? İstiklal caddesinde, Kızılay da yada Kıbrıs Şehitleri caddesinde, 1977 yılından bir punk’ı zaman makinesi ile ışınlasak sanırım ’vay be’ derdi; ‘no future-dedik ama yanlışmış. Sokaklar artık punkların’.Punk’ı ruhunda, bedeninde yaşayan gençler bu günlere gelmeden ebediyet ile çoktan buluşmuşken, madam Westwood o yağmurlu 77 mayısından, bu günün ışıltılı dünyasına gelebilmişti. Punk içi boş bir şekil üzerinden bir endüstriye dönerken; sevgili bay burjuvazi muhalif her durumu kendi ırmağına doğru döndürme de ustalığını konuşturuyor. Gösteri kazanmaya devem ediyor,bizler oyunun anlamını yitirmişken…
Ölen bir devrimciyi önce ikona, hemen ardından her zaman hedef kitlesi geniş bir tüketim nesnesine çevirebilme gücü de, Marx’ın devrim yapmadan duramaz dediği burjuvaziye ait. Katledilişinin 40. yılında Che’nin hayaleti her kesimin sömürdüğü bir nesne halinde dolaştırılmak isteniyor şu köhnemiş dünyada. Küresel kapitalizme söyleyecek sözü, yapacak muhalefeti olmayanlar Che adına binlerce etkinlik, ürün ortaya atıyorlar.Che’nin katlinin kuşkusuz en büyük artçı sarsıntısı 68 Mayıs’ında bir çığlık olarak kopmuştu. Kaldırım taşlarının altındaki kumsalı düşleyebilen barikatların gençlerinden; 2008’nin güncel sanat istismar dünyasına bakmak bile yanlış olacak. Marksist iddialı Bianeller görmek varmış serde, Brecht’in dediği gibi’ ne yazık ki onlara kahramanlara ihtiyaçları var’.
Büyük söylemlerin ölümüne halaya duranlar, kentsel dönüşüm projelerine karşı medyatik-gerilla savaşları(!) açıp ruhsal dönüşümün tahribatlarını es geçenler , salt gerçekçi olup imkansızı unutanlar; geçmişin ‘o’ güzel günlerine karşı koca bir 31 çekiyorlar. Sokağın sanatçıları kültür endüstrisine sövdükçe onlar üzerlerine alınıyorlar, gösteri olmadan varlık gösteremeyecekleri bilinciyle.
Bir Sergi ne Başarabilir?
Önümüz de post-Situasyonist bir sergi var. Sanırım bu ülkedeki ilk post-situasyonist sergi. Sonuçta; Kasım 2008’deki benim de aktivistlerinden biri olduğum ‘bu bir situasyonist sergi değildir’ etkinliği , Situasyonist Enternasyonel’e avant garde gelenek ile sokak sanatının birleştiği bir yerden bakıyordu. Situasyonist ya da post-Situasyonist bir iddiası yoktu.Oysa Ş.E ya da new media theory grubunun sergisi salt saptırma ve çalıntılama cephanelerinden oluşarak bu güne dair post-Situasyonist bir söylem ve imge üretiyor. Sonuç cüretkar, isyankar ve prokavatif bir söyleme sahip bir iş ortaya çıkıyor.
Oluşturulan kolajlardaki dil ile onlar eşlik eden metinler ister beğenin ister beğenmeyin bir uyum içinde. Böylece liberter bir dil ile geçmiş ve gelecek, gösteri ile kanıksama, sözde solun reformizmi ile çalınan arzuların taşıdığı potansiyel ameliyat masasına yatırabiliyor.
Teknokratik tüketim toplumuna karşı doğalın nefesi, sözde dini temelli iktidarın söylemine karşı ontolojik bir inanç, ah o güzel günler nostaljisine karşı yeni söylemler ortaya konabilmiş. Ortaya konan işlerde, estetik bir çabaya girilmemiş olmasını boş verin, zaten yıllardır güncel sanat adına aynı kitsh bulamacını tüketmemizi istemiyorlar mı?
Yaşadığımız bu ülkede bu güne dair sorgulamalara girmek ve oradan geçmişin retro keyfine değil, geleceğin otonom, lidersiz alanlarına dair cümleler, imgeler üretmek. Çalıntılama ve saptırmadan yola çıkıp, yaşadığımız güne dair provakatif, porno-politik bir söylem üretmek, işte bu sergi bunu başarabilir!
Bay Perşembe
Yine mi 68 Bebek ya da Yeni Bir strateji Yok mu?
Yıldönümleri zamanın yıpratan izlerini bir nebze hafifletirken, geçmiş dediğimiz ayna yardımıyla geleceğe ışık tutma çabalarımızı da içine alır.Muhafazakar nostaljik artı-keyiflerin peşinde koşmayan eleştirel teori; bu güne dünden, yarına bu günden ve hepsine gelecekten dönen Gerçek’e dair bilginin peşindedir. Uyanık, kahince bu arayış, geçmiş unutulmuş insanlık anlarına dair kıyamet sezgilerini de kelimenin en Benjaminci anlamında içinde taşır…
Yıl 2007; Punk’ın 3o’uncu, Che yoldaşın katlinin 40. yıl dönümü… Yıl 2008; Mayıs ayaklanmasının 40.yıldönümü…Geçmişin devrimci anlarına kaplan sıçrayışları yapamazken, bu günün teorisine dair devrimci bir silaha çeviremezken, kimse ölmek-öldürmek,yıkmak-yıkılmak istemezken. Herkes hırs, ego, sürekli gençlik, güç, para, şöhret peşinde koşarken. Gösteri kendisine karşı her şeyi bir nesneye çevirmiş ve her şey tüketilirken. Viet-Kong, General Giap, Ernesto Che birer sembol, 68 cool ve her şey birer markayken.68’den 69 yapılabiliyor,1984 değil ama cesur yeni dünya günlerinde…Sistemin hazzı yasaklamasına gerek yok, arzunun bozuk para gibi harcandığı yerde. Her şey satılık.Hey; duydunuz mu, her şey satılık,tin bile!15 yaşında Che tşortü giymiş,aygında converse, zulasında cigara gizli gence kızamıyoruz ama çok değil az ötede Alexis kardeş ölebiliyor umarsız, çığrından çıkmış bir mayıs günü gibi…
Post-Modern Çağların Semptnomu Olarak Nostalji
Post-modern kültür, retro ya da nostaljinin patlama anı olmuştur. Sürekli bir büyüsel geçmişe döngüsel bir zamana hap solmuşuzdur. Gelecekten bir beklenti şansı yoktur, hatta gelecek şu an çoktan tüketilmiş hiç yaşanmayacak, boğucu bir şimdi’den ibarettir.Kültleştirilmiş bir eskiye sürekli zaman yolculukları yaparken sürekli sayıklamalıyız: ah o güzel günler, düşler…
Geçmişe dinsel bir kült değeri atfederken aynı zamanda kösnül bir erotizmi de gark etmekten geri durulmaz. O’geçmişte tüm penisler erekte ve tüm vajinalar ıslaktı. Bu sayede sadece geçmiş düşünülüp; özgürce mastürbasyon yapılabilir,geçmişin ağır yükü altında herkes kendi iç uzayına hapis, kösnül tatmin olma fantazyaları kurabilirdi. Tıpkı sistemin ürettiği ara yüzeyler, siber-uzay gezintileri sanal gerçeklik gibi.
Deniz ve arkadaşları iyi insanlardı, çünkü onlar kimsenin canını almamışken idam edilmişlerdi. Mahir ve arkadaşları kötüydüler, çünkü onlar can verir gibi can da almayı bilmiştiler. Yeni-düşün sisteminin bize sunduğu kodlar vardı sadece, melekler ve şeytanlar, düşkünler ve azizler.68 hoş bir eğlenceydi; sex, drugs and rock’n roll… Hippyler ve junkler, gurupiler ve Andy Warhol. Herkes 15 saniyeliğine meşhur olabilir, Godard ise sadece tefekkürcü bir tarikat.
Punk mı? İstiklal caddesinde, Kızılay da yada Kıbrıs Şehitleri caddesinde, 1977 yılından bir punk’ı zaman makinesi ile ışınlasak sanırım ’vay be’ derdi; ‘no future-dedik ama yanlışmış. Sokaklar artık punkların’.Punk’ı ruhunda, bedeninde yaşayan gençler bu günlere gelmeden ebediyet ile çoktan buluşmuşken, madam Westwood o yağmurlu 77 mayısından, bu günün ışıltılı dünyasına gelebilmişti. Punk içi boş bir şekil üzerinden bir endüstriye dönerken; sevgili bay burjuvazi muhalif her durumu kendi ırmağına doğru döndürme de ustalığını konuşturuyor. Gösteri kazanmaya devem ediyor,bizler oyunun anlamını yitirmişken…
Ölen bir devrimciyi önce ikona, hemen ardından her zaman hedef kitlesi geniş bir tüketim nesnesine çevirebilme gücü de, Marx’ın devrim yapmadan duramaz dediği burjuvaziye ait. Katledilişinin 40. yılında Che’nin hayaleti her kesimin sömürdüğü bir nesne halinde dolaştırılmak isteniyor şu köhnemiş dünyada. Küresel kapitalizme söyleyecek sözü, yapacak muhalefeti olmayanlar Che adına binlerce etkinlik, ürün ortaya atıyorlar.Che’nin katlinin kuşkusuz en büyük artçı sarsıntısı 68 Mayıs’ında bir çığlık olarak kopmuştu. Kaldırım taşlarının altındaki kumsalı düşleyebilen barikatların gençlerinden; 2008’nin güncel sanat istismar dünyasına bakmak bile yanlış olacak. Marksist iddialı Bianeller görmek varmış serde, Brecht’in dediği gibi’ ne yazık ki onlara kahramanlara ihtiyaçları var’.
Büyük söylemlerin ölümüne halaya duranlar, kentsel dönüşüm projelerine karşı medyatik-gerilla savaşları(!) açıp ruhsal dönüşümün tahribatlarını es geçenler , salt gerçekçi olup imkansızı unutanlar; geçmişin ‘o’ güzel günlerine karşı koca bir 31 çekiyorlar. Sokağın sanatçıları kültür endüstrisine sövdükçe onlar üzerlerine alınıyorlar, gösteri olmadan varlık gösteremeyecekleri bilinciyle.
Bir Sergi ne Başarabilir?
Önümüz de post-Situasyonist bir sergi var. Sanırım bu ülkedeki ilk post-situasyonist sergi. Sonuçta; Kasım 2008’deki benim de aktivistlerinden biri olduğum ‘bu bir situasyonist sergi değildir’ etkinliği , Situasyonist Enternasyonel’e avant garde gelenek ile sokak sanatının birleştiği bir yerden bakıyordu. Situasyonist ya da post-Situasyonist bir iddiası yoktu.Oysa Ş.E ya da new media theory grubunun sergisi salt saptırma ve çalıntılama cephanelerinden oluşarak bu güne dair post-Situasyonist bir söylem ve imge üretiyor. Sonuç cüretkar, isyankar ve prokavatif bir söyleme sahip bir iş ortaya çıkıyor.
Oluşturulan kolajlardaki dil ile onlar eşlik eden metinler ister beğenin ister beğenmeyin bir uyum içinde. Böylece liberter bir dil ile geçmiş ve gelecek, gösteri ile kanıksama, sözde solun reformizmi ile çalınan arzuların taşıdığı potansiyel ameliyat masasına yatırabiliyor.
Teknokratik tüketim toplumuna karşı doğalın nefesi, sözde dini temelli iktidarın söylemine karşı ontolojik bir inanç, ah o güzel günler nostaljisine karşı yeni söylemler ortaya konabilmiş. Ortaya konan işlerde, estetik bir çabaya girilmemiş olmasını boş verin, zaten yıllardır güncel sanat adına aynı kitsh bulamacını tüketmemizi istemiyorlar mı?
Yaşadığımız bu ülkede bu güne dair sorgulamalara girmek ve oradan geçmişin retro keyfine değil, geleceğin otonom, lidersiz alanlarına dair cümleler, imgeler üretmek. Çalıntılama ve saptırmadan yola çıkıp, yaşadığımız güne dair provakatif, porno-politik bir söylem üretmek, işte bu sergi bunu başarabilir!
Bay Perşembe
14 Ocak 2009 Çarşamba
Aktif Kollektif
aktif kollektif/istanbul// görsel ifade alanı olan sokakları dönüştüren,manipüle eden bireylerden oluşmaktadır ve hiç bir hiyerarşi içermeyen komünal ve bağımsız,organizeden ziyade senkronize olarak sokaklara müdahale eden bireylerin ortak paylaşım ve hareket ortamıdır:
http://aktifkollektif.blogspot.com/
http://aktifkollektif.blogspot.com/
Snuff Film Chicago
Snuff Film Chicago
Vakitsiz bir hava korsanı macerası bu
Çatışarak geri çekiliyor aşk
Biliyorsun uçurumdan aşağıya koşabilirim
Postalıma zulaladığım tabanca ile
Geceyi tam 12’den vurabilirim
William Burroughs’un yüce ruhu adına!
Bir şeyler eksik biliyorsun
Bu hava boşluğu, bu tımarhane zincirleri
Şehir bir reklama dönüşürken
Çocuklar ölüp duruyor mızıkasız
Dikiliyor karşımıza çölün koskocaman sfenksi
Sen gülüyorsun hepsine, usul bir
Çarşaf sarıyorsun, dilinde bir
Jefferson Airplane türküsü
Takma kafanı diyerek öpüyorsun
Öpüyorsun ve tüm çöl sarmaş dolaş
Sevişiyor karışıyor vadiye
Çatışa çatışa geri çekiliyor aşk
Kendi hücre çeperine…
Vakitsiz bitecek bir hava korsanı macerası bu
Çıldırmış dünya üstümüze
Mermi boşaltsa da
Bekleyecek seni ruhum
Zabrieski Noktasında…
20.04.08
Vakitsiz bir hava korsanı macerası bu
Çatışarak geri çekiliyor aşk
Biliyorsun uçurumdan aşağıya koşabilirim
Postalıma zulaladığım tabanca ile
Geceyi tam 12’den vurabilirim
William Burroughs’un yüce ruhu adına!
Bir şeyler eksik biliyorsun
Bu hava boşluğu, bu tımarhane zincirleri
Şehir bir reklama dönüşürken
Çocuklar ölüp duruyor mızıkasız
Dikiliyor karşımıza çölün koskocaman sfenksi
Sen gülüyorsun hepsine, usul bir
Çarşaf sarıyorsun, dilinde bir
Jefferson Airplane türküsü
Takma kafanı diyerek öpüyorsun
Öpüyorsun ve tüm çöl sarmaş dolaş
Sevişiyor karışıyor vadiye
Çatışa çatışa geri çekiliyor aşk
Kendi hücre çeperine…
Vakitsiz bitecek bir hava korsanı macerası bu
Çıldırmış dünya üstümüze
Mermi boşaltsa da
Bekleyecek seni ruhum
Zabrieski Noktasında…
20.04.08
Rafet Arslan
Cümleden Arta Kalanlar
Bir cümle cesedinin üzerinden atlayarak geçen gri saçlı, yılan çerçeveli gözlük takmış kızın karasızlığı geceye karışıyor.Kendisi bir kalemin metresi ama ölü cümlelerden korkuyor. Acı, şiddet, baskı cümlelerine sızmasın istiyor. Portakal renkli şemsiyesinin ucundan çıkarttığı bıçak ile beğenmediği cümleleri ölüme mahkum ediyor.
Oysa ben; Tavşan Yılının ejder mevsiminde cümle katletmemesi için onu defalarca uyarmıştım. Cinayetlerinin yarattığı ruhsal titreşimleri hisseden ardıç kuşları, kara haberleri bir bir medyum kulaklara fısıldıyor. Medyumların uyarısıyla harekete geçen düş bekçileri, kara cüppeleri içinde kalemin metresi kızı yakalamaya gidiyorlar.Yaklaşan tehlikeyi sezen kız, hazin öyküler yazmak yerine Bordo Kente kaçmayı seçiyor. Düş bekçileri gri saçlı kızın şatosuna geldiklerinde sadece bahçede kuş tüyleri buluyorlar ve de odaları doldurmuş cümle cesetlerini.
Şimdi Bordo Kenti saran sisin içinde, her gece düşüne çağırdığı Rimbaud’un hayaletiyle kavga ediyor yılan çerçeveli gözlük takan kız. Yalnızlığı hazin tek bir öykü yazana dek sürecek, sürecek; hiç bitmeyecek…Hala kalemin, kaleminin metresi…
Oysa ben; Tavşan Yılının ejder mevsiminde cümle katletmemesi için onu defalarca uyarmıştım. Cinayetlerinin yarattığı ruhsal titreşimleri hisseden ardıç kuşları, kara haberleri bir bir medyum kulaklara fısıldıyor. Medyumların uyarısıyla harekete geçen düş bekçileri, kara cüppeleri içinde kalemin metresi kızı yakalamaya gidiyorlar.Yaklaşan tehlikeyi sezen kız, hazin öyküler yazmak yerine Bordo Kente kaçmayı seçiyor. Düş bekçileri gri saçlı kızın şatosuna geldiklerinde sadece bahçede kuş tüyleri buluyorlar ve de odaları doldurmuş cümle cesetlerini.
Şimdi Bordo Kenti saran sisin içinde, her gece düşüne çağırdığı Rimbaud’un hayaletiyle kavga ediyor yılan çerçeveli gözlük takan kız. Yalnızlığı hazin tek bir öykü yazana dek sürecek, sürecek; hiç bitmeyecek…Hala kalemin, kaleminin metresi…
Marcos/ Gaza
''İki gün önce, şiddeti tartıştığımız gün, anlatmakta kelimelerin kifayetsiz kaldığı Condoleezza Rice, bir ABD yetkilisi, Gazze’de olup bitenlerin vahşi doğalarından ötürü Filistinlilerin hatası olduğunu beyan etti.Dünyayı çapraz kesen yeraltı nehirleri kendi coğrafyalarını değiştirebilir ancak aynı şarkıyı söylerler.Ve şuan bizim duyduğumuz, savaşın ve acının şarkısı. Buradan çok uzakta değil, Gazze adında bir yerde, Ortadoğu’da, tam burada bizim yanı başımızda, İsrail hükümetinin ağır eğitimli ve silahlı ordusu ölüm ve yıkım yürüyüşüne devam ediyor.Attığı adımlar klasik bir askeri işgal savaşının adımları: Öncelikle “stratejik” askeri noktaları (askeri kılavuzların söylediği şekliyle) yok etmek amaçlı yoğun bir toplu bombalama ve direniş güçlerini “zayıflatmak”; sonra istihbarat üzerinde sıkı bir kontrol: “Dış dünyada”, operasyon alanının dışı, görülen ve duyulan her şey askeri kriterlerle seçilmelidir; şimdi de taburların yeni mevzilere ilerlemesi için düşman askerlerinin üzerine yoğun top atışı; sonra da düşmanın garnizonunu zayıflatmak için bir kuşatma olacak; sonrasında da mevzi işgal eden ve düşmanı yok eden saldırı, ve muhtemel “direniş yuvalarının” “temizlenmesi”…Modern savaşın askeri kitapçığı, birkaç varyasyon ve eklemeyle adım adım istilacı askeri güçler tarafından takip ediliyor.Bunun hakkında çok şey bilmiyoruz ve “Ortadoğu’da çatışma” diye adlandırılan konu hakkında şüphe yok ki uzmanlar var, ancak dünyanın bu köşesinden bizim de söyleyeceğimiz bir şey var:Haberlerdeki fotoğraflara göre İsrail hükümetinin hava güçlerince imha edilen “stratejik” noktalar; evler, kulübeler, sivil binalardır. Yıkıntıların ortasında tek bir sığınak, kışla, askeri havaalanı ya da bombardıman silahı görmüyoruz. Yani -ve lütfen cahilliğimizi bağışlayın- bize göre ya uçakların silahlarının kötü amaçları var ya da Gazze’de öyle “stratejik” noktalar yok.
Hiçbir zaman Filistin’i ziyaret etme onuruna sahip olmadık ancak insanların, erkeklerin, kadınların, çocukların ve yaşlıların -askerlerin değil- evlerde, kulübelerde ve binalarda yaşadıklarını varsayıyoruz.Henüz direnişin takviye kuvvetlerini de görmedik, sadece yıkıntılar.Ancak istihbarat kuşatmasının nafile çabalarını gördük ve işgali görmezden gelmekle alkışlamak arasında karar vermeye çalışan dünya hükümetlerini ve epey zamandır bir işe yaramayan, dışarıya ılımlı basın açıklamaları gönderen Birleşmiş Milletleri.Ancak bekleyin. Birden aklımıza geldi belki de İsrail hükümetine göre bu erkekler, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar düşman askerleri; ve böylece ikamet ettikleri kulübeler, evler ve binalar da yok edilmesi gereken kışlalardır.Yani şüphe yok ki bu sabah Gazze’ye yağan kurşun yağmuru, İsrail birliklerinin ilerleyişini bu erkekler, kadınlar, çocuklar ve yaşlılardan korumak içindi.Ve bütün Gazze’ye yayılan kuşatma ile zayıflatmak istedikleri düşman garnizonu orada yaşayan Filistin nüfusunun ta kendisi. Saldırıları bu nüfusu imha etmeye çalışacak. Ve bu kanlı geçeceği kolaylıkla tahmin edilebilir saldırıdan kaçmayı ya da saklanmayı başaran herhangi bir erkek, kadın, çocuk ya da yaşlı daha sonra “avlanacak”, böylece temizlik tamamlanacak ve operasyonları yöneten komutanlar da kendi efendilerine rapor verebilecekler: “Görevi tamamladık.”Cahilliğimizi tekrar bağışlayın, belki de söylediğimiz asıl mevzunun dışındadır. Ve devam eden suçu mahkum etmek yerine, biz yerliler ve savaşçılar olarak, olup bitenin “siyonizm” mi “antisemitizm” mi olduğunu, ya da bunu başlatanın Hamas’ın bombaları olup olmadığını tartışıyor olmamız ve bu tartışmaların içinde bir konum almamız gerekiyor.
Belki bizim düşüncemiz çok basit ve analizler için çok gerekli olan nüansları ve dipnotları kaçırıyoruz, ancak Zapatistalar için bu durum profesyonel bir ordunun savunmasız bir nüfusu katletmesi gibi görünüyor.Ezilenlerden ve soldan kim buna sessiz kalabilir?Bir şeyler söylemek işe yarar mı? Bizim ağlayışlarımız bir bombayı dahi durdurur mu? Bizim sözümüz bir tek Filistinlinin dahi yaşamını kurtarır mı?Evet, bize göre bu işe yarar. Belki bir bombayı durduramayız ve sözümüz böylelikle fişeğinin üzerine “IMI” ya da “Israeli Military Industry” (İsrail Askeri Endüstrisi) harfleri kazınmış 5.56 mm ya da 9 mm kalibrelik mermilerin bir kız ya da oğlan çocuğunun göğsüne saplanmasını engelleyen bir zırhlı kalkana dönüşmeyecek. Ancak belki de sözümüz Meksika’daki ve dünyadaki öteki sözlerle güç birliği yapmayı başarır ve belki de ilk etapta bir mırıltı olarak duyulur, giderek gürleşir ve sonra Gazze’de duyulabilecek bir çığlık, feryat olur.Biz sizin hakkınızda bir şey bilmiyoruz, ancak biz EZLN’den Zapatistalar, biz, yıkımın ve ölümün ortasında birkaç cesaret sözü duymanın ne kadar önemli olduğunu biliyoruz.Bunu nasıl açıklamam gerektiğini bilmiyorum ama olan şu ki, evet çok uzaktan sözler bir bombayı durduramaz ancak adeta ölümün kara odasında bir delik açılmış ve ufak bir ışık parıltısı içeriye düşermiş gibi olur.
Diğer her şey için olduğu gibi, ne olacaksa olacaktır. İsrail hükümeti terörizme ağır bir darbe indirdiğini açıklayacak, katliamın büyüklüğünü kendi halkından saklayacak, büyük silah üreticileri krizi göğüslemek için ekonomik destek sağlayacaklar ve “küresel kamuoyu”, her zaman moda olan kolayca biçimlendirilebilir varlık, başka tarafa yönelecek.Ancak hepsi bu değil. Filistin halkı da direnecek ve yaşayacak ve mücadele etmeye devam edecek ve amaçları için ezilenlerden sempati görmeye devam edecek.Ve belki Gazze’den bir kız ya da erkek çocuğu da yaşayacak. Belki büyüyecekler, onlarla beraber kuvvetleri, kızgınlıkları ve öfkeleri de büyüyecek. Belki Filistin’de mücadele eden gruplardan biri için asker ya da milis olacaklar. Belki kendilerini İsrail’le savaş halinde bulacaklar. Belki bunu bir silahı ateşleyerek yapacaklar. Belki kendilerini bellerine sarılı bir kuşak dinamitle feda edecekler.Ve sonra tepede, yukarıdan birileri Filistinlilerin vahşi doğaları hakkında yazacak ve bu şiddeti kınayan açıklamalar yapacak ve bunun siyonizm mi anti-semitizm mi olduğunu tartışmaya geri dönecekler.Ve hiç kimse şu anda hasat edileni kimin ektiğini sormayacak.
Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu erkekleri, kadınları, çocukları ve yaşlıları adına,
Komutan Yardımcısı İsyancı Marcos...''
Yazıyı Daplatform.com’dan Onur Günay çevirdi.
Hiçbir zaman Filistin’i ziyaret etme onuruna sahip olmadık ancak insanların, erkeklerin, kadınların, çocukların ve yaşlıların -askerlerin değil- evlerde, kulübelerde ve binalarda yaşadıklarını varsayıyoruz.Henüz direnişin takviye kuvvetlerini de görmedik, sadece yıkıntılar.Ancak istihbarat kuşatmasının nafile çabalarını gördük ve işgali görmezden gelmekle alkışlamak arasında karar vermeye çalışan dünya hükümetlerini ve epey zamandır bir işe yaramayan, dışarıya ılımlı basın açıklamaları gönderen Birleşmiş Milletleri.Ancak bekleyin. Birden aklımıza geldi belki de İsrail hükümetine göre bu erkekler, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar düşman askerleri; ve böylece ikamet ettikleri kulübeler, evler ve binalar da yok edilmesi gereken kışlalardır.Yani şüphe yok ki bu sabah Gazze’ye yağan kurşun yağmuru, İsrail birliklerinin ilerleyişini bu erkekler, kadınlar, çocuklar ve yaşlılardan korumak içindi.Ve bütün Gazze’ye yayılan kuşatma ile zayıflatmak istedikleri düşman garnizonu orada yaşayan Filistin nüfusunun ta kendisi. Saldırıları bu nüfusu imha etmeye çalışacak. Ve bu kanlı geçeceği kolaylıkla tahmin edilebilir saldırıdan kaçmayı ya da saklanmayı başaran herhangi bir erkek, kadın, çocuk ya da yaşlı daha sonra “avlanacak”, böylece temizlik tamamlanacak ve operasyonları yöneten komutanlar da kendi efendilerine rapor verebilecekler: “Görevi tamamladık.”Cahilliğimizi tekrar bağışlayın, belki de söylediğimiz asıl mevzunun dışındadır. Ve devam eden suçu mahkum etmek yerine, biz yerliler ve savaşçılar olarak, olup bitenin “siyonizm” mi “antisemitizm” mi olduğunu, ya da bunu başlatanın Hamas’ın bombaları olup olmadığını tartışıyor olmamız ve bu tartışmaların içinde bir konum almamız gerekiyor.
Belki bizim düşüncemiz çok basit ve analizler için çok gerekli olan nüansları ve dipnotları kaçırıyoruz, ancak Zapatistalar için bu durum profesyonel bir ordunun savunmasız bir nüfusu katletmesi gibi görünüyor.Ezilenlerden ve soldan kim buna sessiz kalabilir?Bir şeyler söylemek işe yarar mı? Bizim ağlayışlarımız bir bombayı dahi durdurur mu? Bizim sözümüz bir tek Filistinlinin dahi yaşamını kurtarır mı?Evet, bize göre bu işe yarar. Belki bir bombayı durduramayız ve sözümüz böylelikle fişeğinin üzerine “IMI” ya da “Israeli Military Industry” (İsrail Askeri Endüstrisi) harfleri kazınmış 5.56 mm ya da 9 mm kalibrelik mermilerin bir kız ya da oğlan çocuğunun göğsüne saplanmasını engelleyen bir zırhlı kalkana dönüşmeyecek. Ancak belki de sözümüz Meksika’daki ve dünyadaki öteki sözlerle güç birliği yapmayı başarır ve belki de ilk etapta bir mırıltı olarak duyulur, giderek gürleşir ve sonra Gazze’de duyulabilecek bir çığlık, feryat olur.Biz sizin hakkınızda bir şey bilmiyoruz, ancak biz EZLN’den Zapatistalar, biz, yıkımın ve ölümün ortasında birkaç cesaret sözü duymanın ne kadar önemli olduğunu biliyoruz.Bunu nasıl açıklamam gerektiğini bilmiyorum ama olan şu ki, evet çok uzaktan sözler bir bombayı durduramaz ancak adeta ölümün kara odasında bir delik açılmış ve ufak bir ışık parıltısı içeriye düşermiş gibi olur.
Diğer her şey için olduğu gibi, ne olacaksa olacaktır. İsrail hükümeti terörizme ağır bir darbe indirdiğini açıklayacak, katliamın büyüklüğünü kendi halkından saklayacak, büyük silah üreticileri krizi göğüslemek için ekonomik destek sağlayacaklar ve “küresel kamuoyu”, her zaman moda olan kolayca biçimlendirilebilir varlık, başka tarafa yönelecek.Ancak hepsi bu değil. Filistin halkı da direnecek ve yaşayacak ve mücadele etmeye devam edecek ve amaçları için ezilenlerden sempati görmeye devam edecek.Ve belki Gazze’den bir kız ya da erkek çocuğu da yaşayacak. Belki büyüyecekler, onlarla beraber kuvvetleri, kızgınlıkları ve öfkeleri de büyüyecek. Belki Filistin’de mücadele eden gruplardan biri için asker ya da milis olacaklar. Belki kendilerini İsrail’le savaş halinde bulacaklar. Belki bunu bir silahı ateşleyerek yapacaklar. Belki kendilerini bellerine sarılı bir kuşak dinamitle feda edecekler.Ve sonra tepede, yukarıdan birileri Filistinlilerin vahşi doğaları hakkında yazacak ve bu şiddeti kınayan açıklamalar yapacak ve bunun siyonizm mi anti-semitizm mi olduğunu tartışmaya geri dönecekler.Ve hiç kimse şu anda hasat edileni kimin ektiğini sormayacak.
Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu erkekleri, kadınları, çocukları ve yaşlıları adına,
Komutan Yardımcısı İsyancı Marcos...''
Yazıyı Daplatform.com’dan Onur Günay çevirdi.
7 Ocak 2009 Çarşamba
THE ERA OF ASSAILANT IMAGES AND WILD ANIMALS
Congratulations Foucault you win!
Resistance is everywhere because capitalism commodificated the resistance.
Acquisition of minor politics in cities, overwhelmed the Maoist Nepal Guerrillas before they reach the cities.To support and to spread the image of resistance, to organize for this ambition, to make proganda of it is totally a treachery!
To make all our minds as minor, to make us all as minorities; is a slaughter; because this is the rasped, nonviolence abnormal against the normal as a new power, as a new dominance. This is absolutely a new normal!
It is not the time to support and join the resistance, but its the time for bombings, its the time to shock, to hate, make them bleed, to get angered, to disgust, to pull nails, to whip! It is the time to retch and shout out like a wild horse that has been ordered to run without its shoes, having pain in each step.It is time to be against this planned lunatic social murder!It is time to fight against the resistance!
What we need is blood, violence and terror! Because these are the ones which are banned in TVs, not advised to children and which are not on t-shirts either not have cartoons. But these are the basic images of the unemployed, exploited, unconsciously living masses in their daily lives and at the streets of them.
At the factories, offices, houses, cafes, streets... resistant occupation is the capitalist occupation!Violence! Not as a planned propaganda – because it is fascism, it is systematic and about resistance- but as random, spontaneous and instinctive action/image of violence...
Attack! Because this is the core of the new revolution!We are standing at the mountains of the image, and as we are image-guerrillas; our only ambition must be an arbitrary violence!
Because that is the only thing left to us as staggering and revolutionary.
“I want to repeat my horror at attacks that were not only bad but stupid, because they hurt the cause they were supposed to serve. But the assassins are also saints and heroes who will be celebrated once the brutal facts are forgotten and remembered only for the idea that inspired them and the martyrdom that rendered them saints.” E. Malatesta
Ozan DURMAZ
Resistance is everywhere because capitalism commodificated the resistance.
Acquisition of minor politics in cities, overwhelmed the Maoist Nepal Guerrillas before they reach the cities.To support and to spread the image of resistance, to organize for this ambition, to make proganda of it is totally a treachery!
To make all our minds as minor, to make us all as minorities; is a slaughter; because this is the rasped, nonviolence abnormal against the normal as a new power, as a new dominance. This is absolutely a new normal!
It is not the time to support and join the resistance, but its the time for bombings, its the time to shock, to hate, make them bleed, to get angered, to disgust, to pull nails, to whip! It is the time to retch and shout out like a wild horse that has been ordered to run without its shoes, having pain in each step.It is time to be against this planned lunatic social murder!It is time to fight against the resistance!
What we need is blood, violence and terror! Because these are the ones which are banned in TVs, not advised to children and which are not on t-shirts either not have cartoons. But these are the basic images of the unemployed, exploited, unconsciously living masses in their daily lives and at the streets of them.
At the factories, offices, houses, cafes, streets... resistant occupation is the capitalist occupation!Violence! Not as a planned propaganda – because it is fascism, it is systematic and about resistance- but as random, spontaneous and instinctive action/image of violence...
Attack! Because this is the core of the new revolution!We are standing at the mountains of the image, and as we are image-guerrillas; our only ambition must be an arbitrary violence!
Because that is the only thing left to us as staggering and revolutionary.
“I want to repeat my horror at attacks that were not only bad but stupid, because they hurt the cause they were supposed to serve. But the assassins are also saints and heroes who will be celebrated once the brutal facts are forgotten and remembered only for the idea that inspired them and the martyrdom that rendered them saints.” E. Malatesta
Ozan DURMAZ
SALDIRGAN İMGELER VE VAHŞİ HAYVANLAR ZAMANI
Tebrikler Foucault sen kazandın...
Her yer direniştir artık çünkü kapitalizm direnişi metalaştırmıştır.
Minör politikanın şehirlerdeki kazanımı, Maoist Nepal gerillalarını daha şehre inemeden alt etmiştir.
Direniş imgesini güçlendirmek ve yaymak, bu amaçta örgütlenmek, propagandansını yapmak hainliktir! Hepimizi minör, hepimizi azınlık yapmak; direnişi katletmektir; çünkü bu normale karşı anormalin, törpülenerek şiddetsizleşmiş, koyunlaşmış yeni iktidarı, yeni tahakkümüdür. Bu açıkça yeni normaldir!
İsyana omuz vermek, halaylara karışmak değil, şimdi bombalamak, sarsmak, nefret ettirmek, kin kusturmak, mide bulandırmak, tırnak çekmek, kırbaç vurmak ve nal takılmamış atların tırıs koşularında, her bir adımında acı içinde şahlanmak istemesi gibi haykırmak, öğürmek ve bu planlı toplumsal cinnet-ül cinayete karşı çıkmak zamanıdır!Direnişle savaşma zamanıdır!
Bize gereken kandır, şiddettir, terördür! Çünkü televizyonda gösterilmeyen, çocuklara öğütlenmeyen, çizgi filmi, t-shirtü yapılmayan bunlardır. Ve bunlar ki; işsiz, sömürülmekte olan, safi bilinçdışı yaşayan kitlelerin güncel hayatının, sokağının temel imgeleridir.
Fabrikada, iş yerinde, evde, kahvede, sokakta... direnişçi işgal kapitalist işgaldir!
Şiddet! Ancak planlı bir proganda olarak değil -çünkü bu apaçık faşizmdir, sistemcildir, direnişçildir-, rassal ve içgüdüsel, kendiliğinden ve imgesel/eylemsel bir şiddet...
Saldırı! Artık yeni devrimin özü budur!Bulunduğumuz yer kapitalist imgenin dağlarıdır, imge gerillalar olarak tek derdimiz keyfekeder bir şiddet olmalıdır! Çünkü sarsıcı ve devrimci olabilecek elimizde kalan tek şey artık budur.
“Sadece kötü değil aynı zamanda aptalca olan saldırılara karşı korkumu belirtmek istiyorum; çünkü onlar hizmet ettikleri amacın nedenine zarar vermişlerdir. Ancak suikastçiler hem aziz hem de kahramandırlar. Onlar, vahşi unsurları unutulduğunda, sadece onlara ilham veren ve onları azize çeviren gerekçelerle hatırlanılacak ve tebrik edileceklerdir.”E. Malatesta
Ozan DURMAZ
Her yer direniştir artık çünkü kapitalizm direnişi metalaştırmıştır.
Minör politikanın şehirlerdeki kazanımı, Maoist Nepal gerillalarını daha şehre inemeden alt etmiştir.
Direniş imgesini güçlendirmek ve yaymak, bu amaçta örgütlenmek, propagandansını yapmak hainliktir! Hepimizi minör, hepimizi azınlık yapmak; direnişi katletmektir; çünkü bu normale karşı anormalin, törpülenerek şiddetsizleşmiş, koyunlaşmış yeni iktidarı, yeni tahakkümüdür. Bu açıkça yeni normaldir!
İsyana omuz vermek, halaylara karışmak değil, şimdi bombalamak, sarsmak, nefret ettirmek, kin kusturmak, mide bulandırmak, tırnak çekmek, kırbaç vurmak ve nal takılmamış atların tırıs koşularında, her bir adımında acı içinde şahlanmak istemesi gibi haykırmak, öğürmek ve bu planlı toplumsal cinnet-ül cinayete karşı çıkmak zamanıdır!Direnişle savaşma zamanıdır!
Bize gereken kandır, şiddettir, terördür! Çünkü televizyonda gösterilmeyen, çocuklara öğütlenmeyen, çizgi filmi, t-shirtü yapılmayan bunlardır. Ve bunlar ki; işsiz, sömürülmekte olan, safi bilinçdışı yaşayan kitlelerin güncel hayatının, sokağının temel imgeleridir.
Fabrikada, iş yerinde, evde, kahvede, sokakta... direnişçi işgal kapitalist işgaldir!
Şiddet! Ancak planlı bir proganda olarak değil -çünkü bu apaçık faşizmdir, sistemcildir, direnişçildir-, rassal ve içgüdüsel, kendiliğinden ve imgesel/eylemsel bir şiddet...
Saldırı! Artık yeni devrimin özü budur!Bulunduğumuz yer kapitalist imgenin dağlarıdır, imge gerillalar olarak tek derdimiz keyfekeder bir şiddet olmalıdır! Çünkü sarsıcı ve devrimci olabilecek elimizde kalan tek şey artık budur.
“Sadece kötü değil aynı zamanda aptalca olan saldırılara karşı korkumu belirtmek istiyorum; çünkü onlar hizmet ettikleri amacın nedenine zarar vermişlerdir. Ancak suikastçiler hem aziz hem de kahramandırlar. Onlar, vahşi unsurları unutulduğunda, sadece onlara ilham veren ve onları azize çeviren gerekçelerle hatırlanılacak ve tebrik edileceklerdir.”E. Malatesta
Ozan DURMAZ
6 Ocak 2009 Salı
Blind Cat Black/Ece Ayhan
http://poetryscores.blogspot.com/2009/01/nashville-halloween-for-blind-cat-black.html
http://poetryscores.blogspot.com/2009/01/use-of-n-word-in-blind-cat-black.html
http://poetryscores.blogspot.com/2009/01/fred-friction-is-not-orthodox-orthodox.html
http://poetryscores.blogspot.com/2008/12/blind-cat-black-as-my-invisible-dog.html
http://poetryscores.blogspot.com/2008/12/poetry-scores-shown-love-by-turkish.html
http://poetryscores.blogspot.com/2009/01/use-of-n-word-in-blind-cat-black.html
http://poetryscores.blogspot.com/2009/01/fred-friction-is-not-orthodox-orthodox.html
http://poetryscores.blogspot.com/2008/12/blind-cat-black-as-my-invisible-dog.html
http://poetryscores.blogspot.com/2008/12/poetry-scores-shown-love-by-turkish.html
1 Ocak 2009 Perşembe
Karlar Şehrinde Şiir
Karlar şehrinde şiir ya da Porsuk Adasında 1 Grup Alien
Sıcak su müziği/C.B. Gecesi maksadıyla Bizans’tan yola çıktım-k… Sessiz sedasız neticelenen bu geceye düşecek şerhlerim var.
Öncelikle kafile… Bu seferde beraber olduğum sevgili Oya, Musa, Mayıs ve Alicankaralara çok teşekkürler.
‘Tedirgin nefeslerindeki baloncuklar kadar
Öpsen dudak kenarımdan
Abartısız herifliğimden utanırım, sabaha kadar’
Sonracıma Karadeniz Ereğli’sinden zor hava koşullarında kendi aracı ile gelen yarım saat iştirak edip geri dönen adını bilmediğim 6:45 okuruna, yanımız da oturup destek veren komik ve misafirperver Gizem’e, İzmirli Pelin Aybay’a ve barın köşesine gelip oturan ve gecenin her şeyinden acayip keyf alan tanımadığım çifte de çok teşekkür ederim.
‘anlamazlar ama rahatsız etmesinler
çocuklar yoksul ve mahcup
ama allahına kadar çocuk!’
Ilık su havasında geçen okuma gecesini gelip su ısıtan, kalplerimizde şimşekler çakan 2 özgüre; Özgür Tozan ve Asan’a yürek dolusu teşekkürler. Ki onlar Ankaradan ve İstanbuldan sırf bu gece için yola düşüp geldiğiler şiirleriyle rap’iyle fanziniyle, siviloğlu sivil yürekleriyle gecemizi şenlendirdiler…
‘Kustuysa bu şehir,
Terk ettiyse ölüme
Asın beni amına koyayım
Basmane meydanına!’
Özgürlere yarenlik kalabalık bir ekiple eden, şiir dinlemeye gelen, Eskişehir’in edebiyat dergisi Arkadaş ekibi ve Murat’a selamlar, sevgiler…
Erekte şiir manifestosu ile ilgiliyim diyen arkadaşa..
Cep telefonuna geceyi dinlerken duygulanıp şiir yazan ve gelip yanımızda okuyan Eskişehirli gence deJ
‘soktumsoktumsoktumtitreme aklını mı aldı makas!’
Tuvalet aynası önünde beni yakalayıp ‘hey bay Perşembe’ diyen ve geceye Hayalbaz tişörtü ile gelen Kadir’e, arkadaşı Cemre’ye ve yüksek kafa adını unuttuğum kankilerine de bol selam, sevgi…
‘Yabancı bir sistemde lekeydi sancımız
Kadavra
Ayaklanan, ayaklarıma dolanan sokaklar boyu karanlıkta
Haykırır hayali: biz deliyiz vazgeçmeyi bilmeyiz!’
O gece bizle olmak isteyip olamayan telefonla, mesajla dayanışmalarını sunan tüm dostlara…
‘Yana yana döne döne gideriz
Biz dostu da düşmanı da biliriz’
Okuma gecesinin diğer reader’ı, enerjisiyle geceyi yükselten dostum Şenol Erdogan’a,
Geceyi başından sonuna Natilus’u götüren Nemo gibi keyifle yönlendiren, kumanda masasındaki Mehmet Ada’ya çok teşekkürlerle…
Eskişehir de boşluğa karşı şiir okunmuştur, sıcak bir su ritmi ile selamlar yeni nice özgür okuma gecelerine!
Bay Perşembe
31.12.08
Sıcak su müziği/C.B. Gecesi maksadıyla Bizans’tan yola çıktım-k… Sessiz sedasız neticelenen bu geceye düşecek şerhlerim var.
Öncelikle kafile… Bu seferde beraber olduğum sevgili Oya, Musa, Mayıs ve Alicankaralara çok teşekkürler.
‘Tedirgin nefeslerindeki baloncuklar kadar
Öpsen dudak kenarımdan
Abartısız herifliğimden utanırım, sabaha kadar’
Sonracıma Karadeniz Ereğli’sinden zor hava koşullarında kendi aracı ile gelen yarım saat iştirak edip geri dönen adını bilmediğim 6:45 okuruna, yanımız da oturup destek veren komik ve misafirperver Gizem’e, İzmirli Pelin Aybay’a ve barın köşesine gelip oturan ve gecenin her şeyinden acayip keyf alan tanımadığım çifte de çok teşekkür ederim.
‘anlamazlar ama rahatsız etmesinler
çocuklar yoksul ve mahcup
ama allahına kadar çocuk!’
Ilık su havasında geçen okuma gecesini gelip su ısıtan, kalplerimizde şimşekler çakan 2 özgüre; Özgür Tozan ve Asan’a yürek dolusu teşekkürler. Ki onlar Ankaradan ve İstanbuldan sırf bu gece için yola düşüp geldiğiler şiirleriyle rap’iyle fanziniyle, siviloğlu sivil yürekleriyle gecemizi şenlendirdiler…
‘Kustuysa bu şehir,
Terk ettiyse ölüme
Asın beni amına koyayım
Basmane meydanına!’
Özgürlere yarenlik kalabalık bir ekiple eden, şiir dinlemeye gelen, Eskişehir’in edebiyat dergisi Arkadaş ekibi ve Murat’a selamlar, sevgiler…
Erekte şiir manifestosu ile ilgiliyim diyen arkadaşa..
Cep telefonuna geceyi dinlerken duygulanıp şiir yazan ve gelip yanımızda okuyan Eskişehirli gence deJ
‘soktumsoktumsoktumtitreme aklını mı aldı makas!’
Tuvalet aynası önünde beni yakalayıp ‘hey bay Perşembe’ diyen ve geceye Hayalbaz tişörtü ile gelen Kadir’e, arkadaşı Cemre’ye ve yüksek kafa adını unuttuğum kankilerine de bol selam, sevgi…
‘Yabancı bir sistemde lekeydi sancımız
Kadavra
Ayaklanan, ayaklarıma dolanan sokaklar boyu karanlıkta
Haykırır hayali: biz deliyiz vazgeçmeyi bilmeyiz!’
O gece bizle olmak isteyip olamayan telefonla, mesajla dayanışmalarını sunan tüm dostlara…
‘Yana yana döne döne gideriz
Biz dostu da düşmanı da biliriz’
Okuma gecesinin diğer reader’ı, enerjisiyle geceyi yükselten dostum Şenol Erdogan’a,
Geceyi başından sonuna Natilus’u götüren Nemo gibi keyifle yönlendiren, kumanda masasındaki Mehmet Ada’ya çok teşekkürlerle…
Eskişehir de boşluğa karşı şiir okunmuştur, sıcak bir su ritmi ile selamlar yeni nice özgür okuma gecelerine!
Bay Perşembe
31.12.08
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)