RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE
THE DIN OF STREET SPIRIT SOUNDS IN THE RYTHME OF DREAMS
9 Eylül 2008 Salı
Sozialistisches Patientenkollektiv - SPK
Psikiyatri Hastalarının Devrimciye Dönüşmeleri Gereken Yer – Sosyalist Hastalar Kolektifi (Sozialistisches Patientenkollektiv - SPK) (1970 / 71)
kaynak:Heidelberg Öğrenci Dergisi1
Jean Paul Sartre “olağanüstü etkilenmişti.” Alman devlet güvenliği ise farklı düşüncedeydi: Ona göre Şubat 1970’te kurulmuş olan “Sosyalist Hastalar Kolektifi” (SPK) psikiyatri hastalarına ait bir kendine yardım örgütü değil, bir suç örgütüydü. Gereği düşünüldü: Tam 17 aylık mücadeleli varoluşu sırasında antipsikiyatrist devrimci kolektif silahlanacak kadar radikalleşti ve kolektif sona erdiğinde üyelerinin bir düzineden fazlası, takip eden yıllarda Almanya’yı sarsacak olan Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) silahlı mücadelesine katıldı. Oysa bu saptama SPK tarihinin yarısını bile açıklamaktan uzaktı.
Beatles’ın dağıldığı yıl. Amerikalılar Kamboçya’ya girmiş, Alexander Dubçek’in “insani yüzlü bir sosyalizm” girişimi başarısız olmuş, Willy Brandt Varşova gettosunda dizlerinin üzerine çökmüş2, Peter Handke “Kalecinin Penaltı Sırasındaki Endişesi”ni yayınlamıştır. Alman bulvar gazetelerine sık sık Oswald Kolle3 konu olmaktadır. Ve: Aynı 1970 yılının başlarında, SPK kurulurken, öğrenci isyanı da sonuna ulaşmaktaydı. Bu döneme bakarken, 1985’te solcu “Kursbuch” şöyle yazacaktı: “Eğer uyanık bir devlet güvenlikçi protesto hareketini engellemek için bir araç arasaydı, hareketin kendi kararından daha iyisini bulamazdı: Proleter ‘dönüşüm’, eğitim kursları, Marx yorumları, örgüt tartışmaları, parti kuruluşları. Her türlü ilerleyişe rağmen, hareketin durması onun parçalanması demekti.”
Hareketin doruk noktasında (güçlü) bir azınlık olan siyasallaşmış öğrenci kitleleri çoktandır çalışma masalarına geri dönmüştü. Çoğu ortak evlere, birahanelere, kolektif çocuk yuvalarına, kendine yardım gruplarına, ortaklaşa yönetilen işletmelere, SPD’ye (Alman Sosyal Demokrat Partisi) çekilmişlerdi. O çok arzulanan devrimin kapıda beklediği yolundaki kesin bilgi, solun hiç de az olmayan bir kısmında, yerini, sonuçta durdurulamaz olsa da, devrimi daha bir süre beklemek gerekeceği yolunda, sessizce gelişen bir duyguya bıraktı.
Heidelberg eyaletinde de evvelce oldukça kuvvetli olarak ortaya çıkan öğrenci isyanı 1970 yılında bir tükeniş tablosu çiziyordu. “Hareket çıkmaz sokaktaydı” diye hatırlayacaktı Heidelbergli eski solcu Dietrich Hildebrandt, “hala bazı profesörlerin ders yapmasını engelleyebiliyorduk, ama bununla nereye varacağımızı bilmiyorduk.” Kasım sonunda, daha önce hareketi ileri taşımış olan Sosyalist Alman Öğrenciler Birliği’nin Heidelberg şubesi bölündü. Hildebrandt’a göre: “Arkadaşlıklar bozuldu, ortak evler dağıldı.” Sonuçta öğrenciler halen fırsat buldukça –kısmen ilginç– eylemler için seferber olabiliyorlardı ama, Hildebrandt’a göre “hareket yöneldiği hedeflerden hareketle, gerçekte hiçbir şeye ulaşamamıştı.”
Devrimcilerin zaafı karşıtları için de bir sır değildi. Eyalet yönetimi, başta kültür bakanı Wilhelm Hahn olmak üzere, artık üniversitelerdeki radikallere karşı önlem almak istiyordu. Muhafazakâr bir geri dönüş başladı ve SPD’nin de katıldığı “Radikaller Emirnamesi” ile doruk noktalarından birine ulaştı. Heidelberg’li yazar Michael Buselmeier 1981’de kitabı “Heidelberg’in Çöküşü”nde şöyle diyordu: “Her şeyden önce üniversitedeki, 1968’de neredeyse kavgasız elde ettiğimiz liberal özgür alanlar peş peşe sopa darbeleri ve tehditler altında geri alındı.”
Öğrenci hareketinin geri kalanı kendi kendisiyle ilgilenirken ve o zamanlar moda olan deyimle “sistem” direniş için güçlerini toparlarken, isyan yeni yollar keşfetti: 2 Mart 1970’te Dr. Wolfgang Huber, (eşi Ursula da aralarında olmak üzere) üç meslektaşı ve psikiyatri polikliniğinin o zamanki 40 hastası Rohrbacher Caddesi 12 numarada giriş kattaki dört odalı bir daireye yerleşti, terapi önerileri ve çalışma grupları oluşturdu. Böylece Sosyalist Hastalar Kolektifi (SPK) doğmuş oluyordu.
Klinik 35 yaşındaki asistan doktor Huber’i uzun tartışmalardan sonra işinden uzaklaştırdı. Suçlama: İşbirliğini reddetme, grup terapisinin “hastaların klinik yönetimi ve diğer poliklinik çalışanlarına karşı kışkırtılması” biçiminde kötüye kullanımı ve politik ajitasyon. Huber görüşmeyi reddetti, hastalarıyla ilgilenmesi gerektiğini bildirdi. Hastaların çoğu –Almanya tarihinde ilk defa olarak– bir genel toplantı yaparak Huber’le dayanışma gösterdiler. Üç düzine kadarı onunla birlikte kliniği terk etti ve açlık grevi yaparak rektör Prof. Rolf Rendtorff’u anlaşmaya zorladılar. Üniversite Rohrbacher Caddesi’ndeki grubu finanse edecek ve Huber’in maaşını ödeyecekti. Koşul, doktorun başlayan tedavileri Eylül sonuna kadar tamamlamasıydı. Bir sözleşme üzerinde uzun süre tartışıldı. Anlaşmazlığın nedenlerinden biri SPK’nın kendini sona erdirmek bir yana daha fazla hastaya açılmasıydı. Bir ara 500 kadar insana bakıyordu ve üstelik artık öncelikli olarak üniversite öğrencilerine değil, giderek işçilere, lise öğrencilerine ve memurlara da...
Devrim
Kolektifin sonraki aylarda bildirilerle, teach-inlerle, eyalet parlamentosuna yazılmış bir dilekçeyle ve sayısız başka eylemlerle mücadelesini verdiği şey, geniş bir uyaran dizisini –hegelci diyalektiği, marksizmi, freudçu psikanalizi, Wilhelm Reich’ı, antipsikiyatriyi, anti-kurumsal öğrenci hareketini– kapsayan ve hatta devrimlerin bir hayli sık rastlanır bir şey olduğu zamanının ölçüleriyle bile oldukça cüretli olan, terapötik bir deneydi. Oldukça yalın bir şekilde “Yoldaşlar!” deniyordu Haziran 1970 tarihli SPK “Patienten-Info”nun birinci sayısında, “öncelikle açık ve kesin bir şekilde devrimci bir edim olarak kabul edilmeyen terapötik bir edim olamaz.” Gerçekten de Huber’in terapi modeli tümüyle politikti, - ama bu onun temel iman yeminiydi zaten: “Hastalık” diyordu SPK, “tekil insanlarda gerçekleşen bir şey değildir, hasta olan toplumumuzdur.” ‘Hastalık’ diye adlandırılan şey, aslında kapitalizmdeki “toplumsal çelişkilerin bilinçdışı bireysel ifadesi”ydi. Kapitalizm sermaye yaratmak için hastalık ve tıbbın, özellikle de psikiyatrinin içinde işlevlerini bulduğu bir imha sistemi üretiyordu. “(Tıp) hastayı çalışma süreci için yeniden üretir, böylece hasta tekrar artı-değer üretebilir. (İşçi) kliniğe yıkıcı olarak gelir ve orada uzuvları tümüyle kesilir.”
SPK’ya göre bu analizden varılacak sadece bir tek nokta vardır: “Hastalar için hastalıklarına karşı sonuca ulaşabilecek, yani nedensel, yalnız bir tek mücadele vardır, hastalık yapıcı, özel mülkiyetçi-ataerkil toplumun kaldırılması.” Geleneksel psikiyatri hastayı, zaten kendini hasta etmiş olan ilişkilere yeniden uyarlamaktan hareket ederken, SPK’nın önerisi “kurtuluş”u hedefler. Hasta görünüşte bir zaaf olan hastalığını üretken kılmalı, onu “bilinçsiz bir talihsizlikten” acılarının nedeninin farkında olan “talihsiz bir bilince” çevirmelidir. Arzulanan sonuç: “Acıların baskısı değişimin öznel gerekliliği olarak politikleşir”, hastalık “kendi karşıtını” üretir: “devrimi.”
Böylelikle SPK 1970 solunun içinde bulunduğu tarihsel süreçte öğrenci hareketinin mirasından doğan maoist, leninist, troçkist anlayışta grup ya da grupçuklar ordusu, veya terörist RAF gibi, Lenin’in “ne yapmalı?” sorusuna verilmiş bir yanıttı. Sol uzun süredir “devrimci özne” olarak adlandırdığı şeyi, devrimin potansiyel taşıyıcısını arıyordu. Köken olarak bu rolde görülen proletaryanın ayaklanmakta gecikmesinin yarattığı hayal kırıklığı içinde, solun bir kısmı “sınır gruplar stratejisi” denilen şeye, yurtlarda yetişmiş ya da sınırda yaşayan gençler gibi toplumsal olarak marjinalize olmuş grupları, keskin bir ayrımcılığa tabi durumlarından hareketle, dönüşümün hareket noktasına yerleştiren düşünceye sarıldılar. SPK devrimci özneyi önceleri öncü olarak algılanan bir gruba, sistemin çelişkilerini en derinden hisseden hastalara yerleştiriyordu. “Devrimi” deniyordu “Info.”nun 38. sayısında “yalnız hasta, kırılmış varoluşundan başka kaybedecek bir şeyi olmadığını anlayanlar yapabilir.” Ama SPK kısa zamanda sınır gruplar stratejisini evrensel stratejiye genişletti: “Hepimiz hastayız”. Potansiyel devrimci: Hepimiz.
Böylesi teoriler ve SPK’nın sonraki kaderi sadece açık bir tartışmayı değil, gerçek bir bilirkişiler savaşını da ateşledi. SPK tarafında, Rendtroff’la ilişki halinde bulunan bilim adamlarından, aralarında Hannover’den sosyal psikolog Prof. Peter Brückner’in de bulunduğu üçü Kolektif’in halihazırda bir üniversite kurumu olarak devam etmesi lehinde görüş bildirdi. Diğer tarafta köklü üniversite tıbbı, başhekim Prof. Walter von Baeyer ve iki misafir profesör kişiliğinde – sadece dosya çalışması temeline dayanarak – SPK’nın konseptini “bilim dışı” ve “hastalar için çok zararlı” olarak mahkum etti. SPK üyeliğinin “terapötik etkileri” olduğu “muhtemelen düşünülebilir” diye yazıyordu Ulmlu bilirkişi Prof. Hans Thomae, “tıpkı tarikat üyesi olmanın kimi insanlara faydalı olması gibi.” Meslektaşları gibi o da şiddetle “çılgın bir karakterin ütopyasının” üniversitede kurumsallaştırılmamasını önerdi.
Kolektif
Bu arada Rohrbacher Caddesi’nde haftanın yedi günü, sabah dokuzdan akşam ona, bazen daha geç saatlere kadar, artık “bireysel ajitasyon” adı verilen bireysel oturumlarda ve her birinde bir düzine katılımcının bulunduğu 10-12 grupta gerçekleştirilen “grup ajitasyonlarda”, SPK’nın tümüyle farklı terapisi devam ediyordu. Üç bilimsel çalışma grubunda (Diyalektik; Marksizm; Cinsiyet, Eğitim, Din) ajitasyon için teorik temeller veriliyor, aralarında Hegel’in, Marx’ın, Lukács’ınkiler de bulunan metinler kullanılıyordu. SPK içinde artık “doktorlar” yoktu, sadece hala “doktor işlevini taşıyanlar” vardı. Hastanın “nesne rolünün” ifadesi olarak hasta-doktor ilişkisi kaldırılmak isteniyordu. Bunun yerine “her hasta kendisinin ve diğer hastaların terapisti” olmalıydı.
SPK aylar boyunca kapatılma tehlikesi altında var olduysa da, bir çok üyesi için açıkça zenginleştirici bir deneyim (az ya da çok bir devrim) olmuştu. O zamanki üyelerden biri 1992’de “brennpunkte” dergisinde geçmişi şöyle hatırlıyordu: “İnsan başkalarıyla korkusuzca ilişki kurmanın mümkün olduğunu hem diğerlerinde görüyor, hem de kendinde hissediyordu. SPK’da kolektifliğin çok özgürleştirici, tatmin edici ve ümit verici olduğu ve bireysel gelişime kesinlikle karşıt olmadığı görülüyordu.” SPK yanlısı üç bilirkişi de bu düşünceyi genel olarak onaylıyordu. Heidelbergli psikiyatri uzmanı Dr. Dieter Spazier Kolektif’in belirsiz durumuna rağmen “bu kadar akılcı, karşılıklı anlayış içinde ve toplumsal, her şeyden önce de başarılı” çalışmasının “şaşırtıcı” olduğunu belirtiyordu.
Şüphesiz SPK yanlılarından Gießenli psikosomatikçi Prof. Horst Eberhard Richter Kolektif’in davranışında rahatsız edici şeyler de buluyordu: “(Kolektif) görünüşte grup dinamiği sürecinin etkisi altında gerçek bir kolektif Ben kurmuştur. Diğerlerinden çok daha üstün terapötik niteliğe ve girişimcilerin politik konumlanışına yönelik inanç taraftarlar için hala pek tartışılabilir değildir.” Richter şu sözlerle bitiriyordu: “Grup terapisiyle hasta tedavisine dayanan, doğrudan bir devrimci politik mücadele, bir saçmalıktan başka bir şey olamaz.” Oysa gelişim tam da bu doğrultuda oldu.
1970 Sonbaharı’ndan itibaren karşıtlık keskinleşti. Eylül’de bakan Hahn SPK karşıtları arasında yerini aldı ve Heidelberg Üniversitesi’ne “tıbbi ve hukuki nedenlerle” “geçici bir kurum olan” SPK’nın daha fazla desteklenmesini yasakladı. Diğer tarafın yanıtı tabii ki bir “Info.”da geldi: “SPK hangi taraftan gelirse gelsin hiçbir sona erdirme girişimine mücadelesiz boyun eğmeyecektir.”
Mücadele
Kısa süre içinde Kolektif’in üniversitede hiçbir müttefiki kalmamıştı. Üniversite içinde polis birliklerini engellemeye çabalayan rektörün, bakanın direktifiyle elleri kolları bağlanmıştı. SPK’nın özel yollarla finanse edilmesi için uğraştıysa da, Kolektif bunu kabul etmedi. Üstelik Rendtroff’a “hain” ve daha kötü şekillerde küfür etmekten de geri kalmadı. SPK’nın solcu öğrencilerden de desteği çok azdı. AStA’nın o zamanki başkanı Dietrich Hildebrandt bugün şöyle anlatıyor: “SPK rektörlüğe nasıl davrandıysa bize de öyle davranıyordu, nefret edilecek bir otorite olarak.” O zamanlar politik olarak aktif olan Michael Buselmeier şöyle diyor: “Bir çok konuda SPK’dan hiç de uzak değildik. Sadece onların birazcık kaçık olduklarını ve her şeyi yanlış yaptıklarını düşünüyorduk.” Bir başka eylemci Dr. Huber’le karşılaşmasını şöyle hatırlıyor: “Aramızda bir kez olsun iletişim kurulduğunu hatırlamıyorum.”
Bu şekilde “yalıtılmış” (Buselmeier) olarak SPK giderek daha büyük bir şiddetle içine kapandı. 1970 Sonbaharı’ndan başlayan bu aylarda Kolektif içinde olan şeyler dışarıda kalanlar için çok zor görülebilir şeylerdi. Bunlar bugünün perspektifiyle sadece tahmin edilebilirler. Eğer daha sonra yayınlanan ve giderek daha öfkeli, umutsuz ve kararlı hale gelen “Patienten-Info”lar bir fikir verebilirse, daha sonraları RAF teröristi olan SPK üyesi Klaus Jünschke’nin 1985’te bir röportajda “radikalleşme ve şiddete yönelme” olarak adlandırdığı şeye ulaşılır. Rektör Rendtroff 1995’te ruprecht’e şöyle anlatıyordu: “Gecenin yarısında Huber beni aradı. Dedi ki: ‘Burada (SPK’da) oturuyoruz ve el bombalarımız var. Polis gelirse havaya uçuracağız.”
Yüzleşme sarmalı artık durdurulabilir değildi. Bu sarmalın politikanın ve üniversitenin savunma tutumundan mı doğduğu, ya da SPK’nın devrimci temelinde zaten belirlenmiş mi olduğu ikincil önemdedir. (Üstelik karar vermek için pek açık da değildir.) Kendini 3. Reich’taki Yahudilerle karşılaştıran SPK, en geç, gruptan bir kızın Nisan 1971’deki intiharından sonra, devletin sadece bir kurum olarak Kolektif’i değil, Kolektif’te toplanan hastaları da (SPK jargonuyla) “tasfiye” etmek istediğine ikna oldu. Polis intiharın, talepleri için baskı yapmak isteyen grup tarafından teşvik edilmesini olasılık dahilinde görüyordu. SPK’nın (diğer komünist gruplar gibi) Marx, Mao ve/ya toplumu değiştirmek isteyen bir başka düşünürün çağrısı altına aktivistler toplamak yerine, eğer devrim yaparlarsa bir yaşama şansları olduğundan emin olan hastaları bir araya getirmesi, çatışmayı yaşamsal boyutlarda keskinleştirmişti.
24 Haziran 1971 günü sabahının erken saatlerinde yaşanan esrarengiz bir olay SPK dramının son perdesinin açılışı oldu. Sabah saat üçe doğru kimliği belirsiz kişiler Heidelberg yakınlarında Wiesenbach’ta trafik kontrolü yapan bir polis noktasına ateş açıp kaçtılar. Olayın (Henüz “Baader-Meinhof Grubu” olarak bilinen) RAF’la bir ilgisi olduğu tahmin edildiğinden, federal polis devreye girdi. 350 memurun aramasına rağmen eylemi yapan bulunamadı. Ertesi gün polisler SPK’da göründüler, (ellerinde Huber’in arananların kaçmasına yardım ettiğine dair deliller vardı), Rohrbach Caddesi’ndeki odaları ve özel daireleri aradılar ve sekiz üyeyi gözaltına aldılar. Bunlardan ikisi RAF’ı destekleme zannıyla tutuklandı, diğerleri ve Huber ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.
SPK için açıktı: Kolektif’in “kesin imhası” hazırlanmıştı. Aynı zaman da yine açıktı ki “yanıt” “ancak tümüyle direniş = saldırı” olabilirdi. SPK (ya da SPK içinde büyük bir grup) artık militanlığa açık bir kararlılıkta görünüyordu. Silahlar bile temin edilmişti. Strateji olarak Vietkong modeline göre gerilla savaşı biçiminde sürecek “uzun süreli bir halk savaşı”nın propagandası yapılıyordu: “önce silahsız, sonra silahlı”. 13 Temmuz’da son bildiri yayınlandı. Üzerindeki SPK harfleri karalanmış ve yerine RAF yazılmıştı. Altında bir çeşit şiir vardı: “Kuşatılmışsak, uçar gideriz”. SPK yer altına geçiyordu.
Son
Sonra her şey çok çabuk gelişti. Eski bir üye poliste ifade verdi. 21 Temmuz’da polis 300 memur ve on bir tutuklama kararıyla SPK odalarına ve özel dairelere geldi. Aramalarda sahte araba ve motorlu taşıt ehliyetlerinin yapımında kullanılan donanım, bir çok silah, cephane ve patlayıcı madde bulundu. Kolektif’i bir süre izlemiş olan polise göre açıktı: “SPK-Heidelberg üyelerinin bir kısmı, kuvvetli bir şekilde, kısmen ceza gerektirici eylemlerde bulunmuş ve bu tarz eylemleri planlamış bir suç örgütüne katılma zannı altında bulunuyordu”. “Der Spiegel” kısaca şöyle yorumluyordu: “Polis bulguları Huber ve yoldaşlarının normal bir muayenehane işletmesine sahip olduklarını göstermiyor.” Doktor ve eşi başka beş kişiyle birlikte tutuklandı. Diğer SPK-yoldaşlarıysa ortalıktan kayboldu. Hastaların çoğu öğrenci işlerinin yeni kurulmuş olan danışma merkezi gibi geleneksel terapi kurumlarına yöneldiler ya da bir daha tedaviye gitmediler. Bir “Kızıl Halk Üniversitesi Enformasyon Merkezi” Kolektif için propaganda yapmaya devam ettiyse de (ve ruprecht’in öğrendiği gibi, yer altı için savaşçılar örgütlemeye çalıştıysa da), SPK nesnel olarak sona ermişti.
Polisin sonraki araştırmaları, SPK içinde Dr. Huber’in çevresinde şehir gerillası olarak faaliyet gösteren yaklaşık 12 kişiden oluşan ve üyelerin geri kalanları tarafından gizli tutulan bir “iç çevre” bulunduğunu ortaya çıkardı. Bu çevre Huber’in Wiesenbach’taki evinde düzenli olarak toplanıyordu. Silahlanmıştılar, dört çalışma grubu (Radyo tekniği, patlayıcı tekniği, fotoğraf tekniği, karate) oluşturmuşlardı, devrim planı hazırlıyorlardı ve birkaç ufak saldırı için alıştırma yapmışlardı. Kasım 1972’den itibaren grup üyelerine yönelik pek çok dava açıldı ve bunlarda Huber ve eşi “suç örgütüne katılmak, patlayıcı madde imal etmek ve sahte belge hazırlamak”tan hapis cezasına mahkum edildiler. Ayrıca Huber doktor olarak çalışma ruhsatını da kaybetti. Bu “psikiyatrinin kanunsuzu” (Stuttgarter Zeitung) için ceza olmaktan çok bir onurlandırmaydı.
Grup üyelerinin hiç de az olmayan bir kısmı için mücadele bir şekilde devam etti. Klaus Jünschke röportaj sırasında şöyle hatırlayacaktı: “SPK’nın dağıtılmasından sonra umutsuzluk hakim oldu, bir şeyler yapılmalıydı.” Jünschke’nin ulaştığı sonuç: “Birkaç ay sonra RAF’taydım”. Zaten uzun süreden beri yeraltına geçmiş bulunan SPK üyeleri Jünschke’yle bağlantı kurdu, Jünschke “alışverişe” hazır olduğunu bildirdi: Araba plakaları, daireler. Gudrun Ensslin onun kod adını “Spätlese”4 koymuştu. “Dövüşen grubun” beğenisini kazandı. Daha sonra ifade edeceği gibi onun için “RAF adına gelip: katılır mısın, Kızıl Orduyu kurun, zafer halk savaşında” demek zor değildi. Bunların benzerlerini zaten SPK’da duymuştu, her ne kadar insanlar yeni birliklerinde kolektifin teorisi hakkında fazla bir şey bilmek istemese de... Öyle ki Ensslin küçümseyerek “SPK-Tiltleri”nden (SPK-Flipper) sözediyordu.
Bununla birlikte Jünschke gibi Kolektif ve çevresinden bir düzineden fazla kişi RAF’a (önemli bir kısmı terör grubunun “ikinci kuşağına”) katıldı. 22 Ekim 1971’de sivil görevli Norbert Schmidt’in (RAF tarafından öldürülen ilk polis) iki terörist tarafından vurulmasından sonra tutuklanan kadın, eski SPK üyesi Margrit Schiller’di. 1975’te Stockholm’de bulunan Alman büyükelçiliğini basarak bir düzine rehine alan ve binayı havaya uçurmadan önce iki rehineyi kafasından vurarak öldüren altı teröristten dördü eski SPK’lıydı: Lutz Taufer, Bernhard Rössner, Hanna Krabbe ve Siegfried Hausner. Ellerindeki serbest bırakılması istenen yoldaşlar listesinde eski SPK avukatı Eberhard Becker de vardı. Son olarak yine eski SPK üyeleri olan Elisabeth von Dyck, Ralf Baptist Friedrich, Sieglinde Hofmann, Friederike Krabbe, 1977 RAF atılımını (Alman Sonbaharı trajedisini)5 hazırlayan birliğin parçasıydılar. Kendi “halk savaşlarını” verdiler, halk onların yakalanması için işe yarar ipuçlarını vermekle yetindiyse de.
EPİLOG
Wolfgang Huber’in bugün nerede oturduğunu sadece sırdaşları biliyor. 1973’te Stammheim’daki hücresinden SPK’nın “köklerine dönüş” olarak anladığı “Hastalar Cephesi”ni (Patientenfront – PF) ilan etti. 1976’da eşiyle birlikte salıverildi. 1985’te Manheim’da, SPK yazılarını yayınlayan, SPK çalışmasını sürdüren ve “doktorlar sınıfına” karşı mücadele eden “Haklı Hastalık” (Krankheit im Recht) grubu kuruldu. Huber’le de bağlantıları var, ama Huber’le röportaj yapmak için başvuranları reddediyorlar. Huber’in iatrokrasiye (doktorların egemenliği) karşı mücadelede “çok fazla seyahatte” olduğu karşılığını veriyorlar. Sol çevreden bir uzman bunu şöyle yorumluyor: “Huber’i sahne arkasındaki büyük ihtiyar adam olarak görüyorlar.”
“Haklı Hastalık” SPK tarihine de sahip çıkıyor, üstelik coşkuyla “SPK’dan elinizi çekin” diyor. Basının görüşme talepleri (sadece ruprecht’inki değil) önce nazikçe, ama giderek daha sert (hatta tehditle) geri çevriliyor. Bunun yerine kendi hazırladıkları tarihçeyi ve sonra da memnun olmak için arzulanan nedeni veriyorlar: Onlara göre SPK’nın 1971 Temmuz’undaki sonu sadece bir “stratejik geri çekilme”ydi. Huber’in serbest bırakılmasından bu yana SPK/PF başarılı olarak “bütün kıtalara” yayıldı. Huber onlar için doğrudan adı anılacaklar dizisinde Hegel, Marx ve Sartre’la birlikte bulunuyor.
Bu yılın başında SPK/PF’de üçlü bir yıldönümü kutlandı: SPK’nın 25. yılı, Huber’in 60. doğumgünü, “Haklı Hastalık”ın 10. yılı. Bu vesileyle Cephe, grubun kendisi tarafından Hammond orgda çalınan, SPK yayınları tarafından kasede alınabilecek bir şarkı sözü yayınladı. Nakaratta hastalar söylüyor: “Yaşlı Huber’i mi soruyorsun / Yaşlı Huber’i mi soruyorsun / Evet hala yaşlı olan o.”
Literatür:
Butz Peters, “RAF”
Margot Overath, “Drachenzähne“ (Teşekkür)
Stefan Aust, “Der Baader-Meinhof Komplex“
Gerd Langguth, “Protestbewegung“
Wanda von Baeyer-Katte et al., “Gruppenprozesse“
Jörg Bopp, “Antipsychiatrie“
Kaynaklar:
“Dokumentationen zum SPK an der Universität Heidelberg“, Cilt 1-3.
“Kleinkrieg gegen Patienten. Dokumentation zur Verfolgung des SPK Heidelberg“
SPK/PF/Huber, “Über das Anfangen. Zur Vorgeschichte des SPK und der PF“
Klaus Jünschke, “Spätlese“
“brennpunkte“, sayı 7, Şubat / Mart 1990.
“Rhein-Neckar Zeitung” (Arşiv için teşekkür)
“Heidelberger Tageblatt”
“Unispiegel”
Tanıklar (Teşekkür)
1 Kaynak: ruprecht, sayı 35, 16.05.1995. http://ruprecht.fsk.uni-heidelberg.de/ausgaben/35/hochschu.htm#SPK, 10.10.2003.
2 21 Ekim 1969’da şansölye olan sosyal demokrat Willy Brandt Doğu Bloku’yla ilişkileri geliştirmeye yönelik dış politikasına uygun olarak 12. Ağustos 1970’de Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşmasını imzalamıştı. Aynı politika dahilinde 7 Aralık 1970’te Polonya’yla Varşova Antlaşmasını imzalamak üzere Varşova’ya giden Brandt Varşova Gettosu’nda SSler tarafından öldürülen Yahudiler anısına dikilmiş olan anıtın önünde diz çökmüş ve bu hareketi onun uzlaşmacı karakterinin simgesi olmuştu. (Çev. N.)
3 Bulvar gazetelerinde cinsellikle ilgili yazılar yayınlayan Alman gazeteci. (Çev. N.)
4 Son toplanan üzümlerden yapılan şarap. [Çev. N.]
5 1977 yılı RAF için hem bir atılım yılıydı, hem de büyük bir trajedinin. Ulrike Meinhof’un Stammheim’daki hücresinde ölü bulunduğu 9 Mayıs 1976’dan sonra tam 11 ay boyunca RAF ses getirici bir eylem yapamamıştı. 7 Nisan 1977’de önce savcı Siegfried Buback öldürüldü. Temmuz sonunda da Dresdner Bank’ın başkanı Jürgen Ponto vuruldu. 5 Eylül’de İşverenler Birliği başkanı Hans-Martin Schleyer’in kaçırılması ünlü “Alman Sonbaharı”nın başlangıcı oldu. Bu eylemin üzerine Stammheim cezaevinde bulunan RAF tutsakları üzerindeki baskılar arttı. Tutukluluların serbest bırakılması için bir destek de yurt dışından geldi. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi militanları 13 Ekim’de Lufthansa’nın Palma de Mallorca – Frankfurt uçağını Mogadişu’ya kaçırdı. Ancak 17 Ekim’de polis operasyonu sonucu uçağı kaçıranların üçü öldürüldü, biri de ağır yaralı olarak yakalandı. Bir gün sonra da RAF tutsakları Andreas Baader, Jan Carl Raspe ve Gudrun Ensslin Stammheim’daki hücrelerinde öldürüldüler. RAF’ın yanıtı kaçırılan Schleyer’in bir gün sonra öldürülmesi oldu. Ama “Alman Sonbaharı” RAF’ın tarihinde bir dönemin de sonu oldu. (Çev. N.)
Çeviri: Sertan Batur
Ulrike Meinhoff:
"Başının patladığı hissi, kafatasının parçalanacağı, patlayacağı hissi.
Beyninin tıpkı bir erik kurusu gibi buruştuğu hissi.
(...) Hücrenin kıpırdadığı hissi –uyanıyorsun, gözlerini açıyorsun–
hücre kıpırdıyor(...)
Dilsiz kalma hissi.
Artık sözcüklerin anlamını ayırt edemiyorsun –ancak keşfedebiliyorsun– ıslık sesi veren harfleri kullanmak; s, ş, ç kesinlikle dayanılmaz.
Sözdizimi, gramer denetlenemiyor. İki satır yazdığında, ikinci satırın sonunda birincinin başını hatırlayamıyorsun..."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder