Sürrealist Bir Giriştir Niyet !..
Gözlerimi açtım ve onu yakaladım! Karşımda boylu boyunca dikilmiş koyu mavi duvardaki elektrik kapağına elleriyle tutunmuş, duvarın boşluğundan kendisi sallandırıyordu. Tahminimce oradan elektrik priz girişinin üzerine atlayacak ve zıplayıp balkondan kaçıp gidecekti. Bir hamlede fırlayıp balkon kapısını kapattım. Dönüp ona baktığımda, prizin üzerinde, kolları iki yana açık, kafası hafif eğik, tedirgin bir şekilde bana bakıyordu.
“Sen nesin be!!??!” dedim, irkilerek, “Ettin uykumun içine! Kaçtır dolanıyorsun etrafımda, peşimde! O hani gözlerimi hızlı çevirdiğimdeki karanlık da sensin di mi?” Hafifçe doğruldu, garip bir şekilde gururlanır ya da sanki “Bunu bilmeyecek ne var!” diyecek gibi bilmişçe doğruldu: “Sensin!” dedi, elleri beni işaret ediyordu.
Üzerinde kısa sarı üzerine kahverengi kareli bir kısa pantolon vardı. Pantolonu omuzlarındaki askılarda taşıyordu. Üstü çıplak, ayakkabıları çıplak derecesinden pürüzsüz ve en az saçları kadar beyazdı. Sonra bir anda zıplayıp iki topuğunu birbirine vurdu, her yer bembeyaz oldu…
“Hüff! Amma duman altı oldu be hocam!” dedim. Otun beyaz dumanlarını yardığımda karşımda koskoca mavi bir duvar vardı. Duvarda bir elektrik prizi ve bir de yuvarlak boat. Oda küçük, içinde biri ben olmak üzere dört kişi vardı. Odanın ışık aldığı tek gözenek, isle kararmış apartman boşluğuna bakan pencereydi. Pencerede rengarenk yağ lekesi vardı. Ayağa kalktım, başım döndü, evin sahibi Hakan’ın omzuna tutundum. “Lan oğlum hem üflemiyon, hem de kafan kıyak allahsız!” dedi Hakan suratında ince bir gülümseme ile. “Herif ikinci şarabını içiyo abi dönsün bir zahmet başı!” dedi Duygu, her zamanki Hakan’a çıkışma pratiğiyle. Halbuki hep sessiz olmuştu ta ki beklenmedik(!) bir şekilde Hakan’dan hamile kalıncaya kadar. O günden beri Hakan’la dalaşması, zıtlaşması, içinde bulundukları kapitalist ekonominin en reel çıktısıydı. En az kızları İnci kadar reel, İnci’nin yan odadaki uykusu kadar reel.
“Reel ne be!” dedim Hakan’a çıkışarak ben de. Hakan duymadı. İnci’nin çocukluğu gelmişti aklıma ve Duygu’nun bu karşımda beni küçümseyen kopkoyu duvar rengindeki gözyaşları… Babam öldüğünde annem o kadar ağlamamıştı halbuki ama Hakan’ın askere gitmeyi reddetmesi tercihini baya zor kabullenmişti Duygu. Albay babasını görmeyeli 6 yıl olmuştu, bu aynı zamanda babasının torununu görmediği yıl sayısına denkti.
Düşüncelerle ağırlaşmış ayağımı sallayarak duvara doğru yaklaştım. Arkamdan, ihtimal ayağımın çenesini sıyırması üzerine Duygu’nun bir şeyler mırıldandığına umursamadan alnımı soğuk duvara dayadım. Sanki engin bir okyanusun maviliğinde kaybolmuş gibi dineldim, yabancılığa hiç gelemeyen ve uyum sağlamaya çalışan bir bukalemun gibi yaşardı gözlerim sonra. “Reel…” dedim. Durdum. Parmağımla gözümü ovuşturdum. Ellerim köpük köpük gözyaşı oldu. Elimi havaya kaldırıp, parmak uçlarımla duvara yalnız bir çizgi çektim bembeyaz…
“Noooluyo uleen manyak mısın!” diye çıkıştı bir anda yerinden fırlayarak Hakan. “Lan ne diyecem ben ev sahibine deli! Ne halt ettiğini sanıyorsun sen!” diye bağrışıp çığrışmaya başladı. O ana kadar sadece sessiz sesiz istasyon yapmakta olan Leman usulca “Otur” dedi Hakan’a. Leman, Hakan’ın sözünü hep dinlediği, çünkü ölürcesine kaybetmekten korktuğu sevgilisiydi. Hakan toparlandı, ama sorusunu sakince yineledi: “N’apıyorsun oğlum?”
“Sürrealist eylem!” dedim gülerek. Leman ile Duygu bir anda kahkahayı bastı. Nefeslerle ve dumanla ısınan tek oda ev bir anda gülücüklerle gürledi. Daha Hakan bir tepki verememişti ki kapının kolu aşağı indi. Hakan kapının önüne geçti bir adımda, İnci içeriyi görmemesi için sağ sol yaparak içeri bakmaya çalışan kızı kucakladığı gibi söylenerek odanın dışına çıktı. Kızlar tekrar koptular. Duygu keskince durdu, o kadar ki Leman’da frenlemek zorunda hissetti. Ağzını küfredecekmiş gibi açtı Duygu; “Askerliği reddeder, sonra da kızına uyuşturucu kullandığını açıklayamaz! Hah!” Ortalığa sessiz, ağır ve derinden bir devlet çöktü. “Hassiktir len herkes senin baban gibi penis görünce elini alnına götürüp hazır ola mı geçecek!” diye gülerek bağırdı. Duygu önce kızarıp sonra hastaymışçasına hızla sarardı.
O sırada ben, kendi cehennemimin içinde, melek adamın saçını, ayakkabılarını ve kanadını çoktan çizmiştim. Elimi Duygu’nun yanağına götürüp okşadım. Teselli olur gibi gülümsediğinde, Leman sırtını mindere yaslamış gözleri uyku parkurunu yarılamıştı. Duygu’nun sarısıyla adamın pantolonunu da çizdim. Karşısına geçip baktım. Cebimdeki kibrit kutusunu çıkardım, bir kibrit çıkartıp çaktım. Dudaklarındaki sigarasını yakmak için çakmağını arayan Duygu’ya yaklaştırdım. Ağzını dumanla çalkalarken; “Sen de kibritin ne işi var lan yoksa sigaraya mı başladın sonunda!” dedi Duygu şaşkın şaşkın. “Yok” dedim, “Kız tavlamak için, sormayı unuttum – Sigaranızı yakabilir miyim bayan?” Güldü. Böyle ancak uyuyan bir İnci’ye baktığında gülerdi, onu derin derin izlemeyi severdi. Okyanusa döndü, çizdiğime baktı. Beyaz ayakkabılı, beyaz saçlı yaşlıca bir adam… Üstü çıplak ayağında sarı bir pantolon… Prizden, elektrik boatına doğru kanat çırpmaya çalışıyordu. “Bu kim babam mı?” dedi. Tedirgindi…
“Hayır. Seninkinin kanatları zor çıkar biraz.” dedim. “Ya?” dedi. “Benimki” dedim. Gülümsedi, İnci uyumuş gibi. “Ne zaman gidiyorsun bakalım macera adamı ?” dedi. “On, on beş gün sonra trende olacağım, Barcelona’ya doğru…” dedim, yağlı pencereye yaklaşarak. Kapı açıldı, Hakan kafasını ve elini içeri uzattı: “İnci uyudu, bakacak mısın?”
Duygu yerinden kalktı, yeni yaktığı sigarasını söndürdü. Odadan çıktı. Kapı kapandı. “Orada işgal evlerine gideceğim. Farklı bir yaşam mümkün… Hem de bu yağlı pencere, bu küçük oda, bu nefesle ısıtmaya çalıştığımız hayat içinde dahi mümkün. Buna inanıyorum.”
Apartman boşluğunun tam karşısındaki, kalın perdeli pencerede bir çocuk belirdi, perdelerin altından. Yağlı pencereden bana baktı. Gözlerim rengarenkti…
Ozan DURMAZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder