1978 yılında Milwaukee'de düzenlenen Uluslararası Sürrealist Sergi'nin
Histerinin Yüzüncü Yıl Dönümü katalogunda "Marcuse'in ilkesel
eserlerinin, sürrealizmin eleştirisi için yapılan tüm katkıların
üzerinde tutulması gerektiği" fikrimi belirtmiştim. Sürrealist düşünce
yoluyla devrimci düşüncenin en üst noktaya ulaştığını düşünenlerin de
göremediği ve kabul etmekte zorlandıkları şey, sürrealizmin
perspektifi ve Marcuse'in görüşleri arasında en azından çok yakın bir
bağ olduğudur, kendisinin de burada yayınlanan ilk mektubunda ifade
ettiği gibi. Marcuse'in sürrealizmle karşılaşması, iki yönlü bir
caddede olmuştur. Marcuse'in Hegel'i kavrama ve yorumlama konusundaki
hakimiyeti, değilleyerek düşünmenin gücü üzerine tutkulu
örneklemeleri, baskılayıcı mantık üzerine eleştirileri, Freud üzerine
aydınlatıcı araştırmaları, artı İhtiyaten Baskılama ve Baskılayıcı
Süblimleşme mefhumlarını literatüre kazandırması, Karl Popper gibi
Neo-Freudyen revizyonistlere ve conformist düşünürlere karşı maharet
dolu tartışmaları, özgürlükçü Marxist görüşleri her zaman şairane
olmuştur. Bunlar, sürrealizmin altmışlarda ve yetmişlerde özellikle
Amerika başta olmak üzere birçok ülkede gelişimine katkı sağlamış
önemli etkenlerdir. Marcuse'in Tek Boyutlu Adam'da tüketim kültürüne
karşı tüm gücünü kullanarak gerçekleştirdiği saldırıları, Paris'te
1965-66 yıllarında gerçekleşen Uluslararası Sürrealist Sergi'nin
teorik zeminini oluşturmuştur.
Kendi araştırmalarına soktuğu sürrealist içerik ve sürrealist akımla
olan dayanışması, bizi onunla irtibat kurmak konusunda kararlı kıldı.
Mektuplaşmalarımız, bizim de Marcuse'in de 1971 Kasım'ında New York,
Buffalo'da gerçekleşen İkinci Uluslararası Telos Konferansı'na davet
edilmemiz ve kendisiyle bir görüşme yapmamıza önayak oldu. Telos
dergisi etrafında fikren toplananan bazı öğrencilerin, kendisini bize
karşı kışkırtmasına rağmen (Telos grubunun editörlerini Stalinist
Geors Lukacs'ı putlaştırmakla ve konferansta saçma bir politik çizgi
izlediklerini söylememiştik) kendisiyle buluşmamız, arkadaşlık
ilişkilerimizi pekiştiren ve çok daha ileri düzeyde haberleşmemize
vesile olan son derece dostane bir sıcaklık ve memnuniyetle
gerçekleşti.
Bu ileri düzeyde haberleşmeye vesile olan ve kendisine yönelttiğim
önemli sorulardan biri şuydu:
"Sürrealizmin bugün ve yarınlarda uygulanabilirliği konusunda
tahminleriniz nelerdir?"
Marcuse'in bu soruya yanıtı güçlü ve provokatiftir. Mektupları militan
bir savunma gibidir, daha azı değil. Sürrealist çabanın burjuvazinin
ve yeri geldiğinde Markzism'in eleştirisi olarak, devrimci karakterini
ortaya koyar. Sürrealizmin güncel pratiğinin uygulanabilirliğini,
Post-sürrealist eğilimlere karşıt bir yaklaşımla cesurca ortaya koyar.
Sürrealizmi herhangi bir eleştirmen gibi sanat tarihinde bir eski
olarak kavramaktansa, zarif bir biçimde sanat tarihini sürrealist bir
anlayışın içinde kavramaya ve sanat ve devrimin bugününü fark edilir
şekilde sürrealist bir terimsellikle, şaşırtıcı şekilde sorgular. Bunu
yaparken sadece geleneksel eleştirel yaklaşımlardan radikal bir
şekilde ayrılmakla kalmamakta, bilakis radikal bir biçimde orijinal
sürrealist dürtüyü taşımakta ve bunu bir standart olarak kabul ederek
devrimci sanatın güncelliğinin olasılığını değerlendirmektedir.
Eleştirmenlerin dünya çapında sergilediği ve paylaştıkları yanlış
anlayışa karşın, sürrealizm hiçbir zaman kendini bir 'tarz' olarak en
ufak biçimde dahi diğer ekollerin önüne koymamış, daha ziyade her
bireyin kendi kendi hakiki tarzını ve yaratabileceğini ve aynı zamanda
avantajlı bir konum yaratarak her tarzın değerini yükseltebileceğini
öngörmüştür. Breton'un Courbet, Seurat, Van Gogh, Matisse, Derain,
Braque, Kandinsky, Edward Hopper, Zola, Francis Viele Griffin, Stuart
Merril, Rene Ghil, O. Henry ve Thomas Hardy'e - ki bu yazar ve
sanatçılar genel olarak sürrealist tanımlamada olan kişiler değildir -
olan büyük ilgisi, bu argümanı kanıtlamaktadır. Bu daha geniş
sürrealist vizyonu anlayan Marcuse, sadece Breton'la olan önemli fikir
birliğini göstermekle kalmamakta, aynı zamanda bu konularda görüş
bildiren Marxist'lerle olan tümden anlaşmazlığını da ortaya
koymaktadır.
Gerçekten de sürrealistler çok nadir tarz hakkında konuşurlar. Aslına
bakılırsa bu terminolojiden uzak durmakta, akademik estetik yerine
dilin ve dilin getirdiği canlılık ve ilhamın üzerine daha fazla vurgu
yapmaktadırlar. Marcuse ve bizim termonioloji açısından yaşadığımız
uçurum, kendisiyle olan tartışmamıza mani olmaktadır. 1973 yılında
bize olduğu gibi, şu an birçok okura tuhaf gelecek olan, Marcuse'in
soruma karşın, Marksist estetiğe karşı bir tartışma başlatmış
olmasıdır. Bu durum, bir bulmaca gibiydi ve çözmemiz de çok uzun zaman
aldı. Marcuse'in sürrealizmi belli bir noktaya kadar destekleyen
görüşleri, Marksizm ve sürrealizmin birbirine uygunluğu konusundaki
eleştirilerinden ötürü, kendisine olan ilgimizi dağıtmıştı. Görünüşe
göre bizler devrimci nutuklar atan düşüncesiz insanlardık. Fakat bize
yöneltilen bu eleştiriyi anlama eğilimindeydik. Marcuse'in böylesi
dolambaçlı bir yaklaşımda bulunması, eğitim yaşantısından gelen bir
içgüdünün yansıması mıydı?
(Devam edecek)