Haritasız kayboluşların sığınağında nemli
Çürümeye bırakılmış kanatları kapkara bir kuş
Nefesi şarapnel dolu ve ahir ötüşü kanlıdır.
Pençelerinden ölüm damlatarak Guernica'ya uzanır,
Salan ellerin karanlığından, şafağı ak insanların alnına
Uykusuz yanık kokusu, taciz edilen etlerimiz düşer kararır.
Patlayan göğsümüzün göğüne yayılır kuş tüyleri
Gecenin çocukları yüreğimize gelir saklanır,
Güneşi kıskandırarak topraktan fışkırır gibi
Büyür okşanan saçları bir Nisan sabahına uzanır.
Ancak gün ışığında seyiren gözlerimizin güvertesinden,
Havalanamaz yalpalayan düşleriyle artık hiç bir güvercin
Parıldayan gözyaşlarımızın kanatları arasına sıkışır haz...
Unutulmuş bir İspanyol sofrasına düşer tarihimiz, kararır.
Ozan DURMAZ
RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE
THE DIN OF STREET SPIRIT SOUNDS IN THE RYTHME OF DREAMS
28 Haziran 2009 Pazar
27 Haziran 2009 Cumartesi
Tahakkümün Siber Ağı
“Aletin diktatörlüğü en kötü diktatörlük şeklidir.” - Alfredo M. Bonanno
Devam eden bir devrim var. Bireylerin otoriteye karşı ayaklanmasından, isyanından bahsetmiyorum (Bu devrim sonlarına doğru bazı anti-otoriter eğilimler kazanabilmiş olsa bile). Sosyal üretim tarzındaki çok büyük, niteliksel bir değişimi kastediyorum. Endüstriyel sermayenin bu süreçler üzerindeki egemenliği sibernetik sermayenin egemenliğiyle yer değiştiriliyor. Benzer şekildeki tüm devrimlerle birlikte, bu, rahat, kolay, sakin bir dönüşüm olmayacaktır. Eski yönetim düzeni ve yeni yönetim düzeni çatışma içerisindedir. Geçmiş birkaç sene boyunca Amerikan politikasındaki tepkisel unsurların kuvveti, eski düzenin egemenliğini sürdürmeye çalışmakta olduğunun kararlılığını gösterir. Ancak eski düzenin egemenliği giderek politik kalır, ve sibernetik yeni düzen ekonomiye hükmeder. Teknofilik anarşist arkadaşlarımdan bazıları bana, “sibernetik çağın gerçeklikleriyle yüzleşmem gerektiğini” söylemişti. Benim için, bu, sibernetik çağdaki tahakkümün doğasını incelemek ve amansızca saldırmak anlamına gelir. Gözlemlerim, sibernetik bilim ve teknolojinin bu tahakkümün önemli bakış açıları olduklarını gösterir.
Sibernetik yenilikçiler (“eski düzenin” liderlerinin çoğuyla karşılaştırıldıklarında) genç olma eğilimindedirler ve kendilerini bıçağın keskin tarafında yer alan bir çeşit isyancı sayarlar. Daha önce karşılaştığım anarko-teknofililer oldukça samimi isyankârlardır ve kendilerinin tüm otoriteye karşı olduklarını düşünürler. Fakat – az miktardaki “anarşist” sibernetik ayaklanmayı da içeren – sibernetik ayaklanmanın çoğu bireyleri özgürleştirmeyen, üretim/yeniden üretim tarzını özgürleştiren bir ayaklanma gibi görünür. Bu sibernetik yenilikçiler kapitalizmin doğasındaki niteliksel bir değişimin insan temsilcileri oldukları için, erken kapitalist devrimlerinkine benzer bir rol oynamayı seçmeleri sürpriz değildir. Tanıdığım sibernetik hastalarının çoğu çok fakirdir ve yeni yönetici sınıfın bir parçası olmak için oldukça anarşiklerdir. Fakat parası olan sibernetik yenilikçiler tam da böyle bir yönetici sınıf yaratıyorlar – aşağıda göstermeyi deneyecek olsam da, bu “sınıf”, teknolojinin kendisinin yönettiği ve siberteknikerlerin ve bilimcilerin oluşturduğu yönetici sınıfın yalnızca alete, makineye hizmet ettiği bir ilişkiler sistemi olarak daha doğru bir şekilde algılanabilir. Sibernetik yenilikçilerin ayaklanışı, başından beri, yalnızca bir darbedir. Gerçekte özgürleştirdiği hiçbir şey yoktur.
Sıradan olduğu kadar, sürekli tekrar etme ihtiyacı görünüyor: imgenin gerçekliğe hükmettiği, çoğu kişinin imgeyi gerçeklik olarak gördüğü bir toplumda yaşıyoruz. Bu, sibernetik düzenin ayaklanmayı kendi çıkarına kullanmasını oldukça kolaylaştırır, çünkü yeni düzen, imge-yaratan teknolojiler konusunda eski düzenden yalnızca çok daha iyi bir anlayışa sahip değildir; giderek, bu teknolojilerin kendisi oluyor. Burada, – hayatlarımızın çoğunda hâlâ daha ana hakimiyet kaynağı olan – eski düzenin ve – eski düzenin pahasına egemenlik araçlarını kusursuzlaştıran – yeni düzenin karşılaştırılması faydalı olacaktır.
Eski düzen endüstriyel/finansal sermayenin düzenidir. Fakat bu durumdan – ayrıca ulus düzenidir – ve gerçek politik iktidardan çok daha fazlasıdır. Otorite bariz bir şekilde merkezileştirilir ve açıktan açığa hiyerarşiktir – başka hiç kimse yönetilmemezlikten gelemez. Bu apaçıktır, çünkü bu düzendeki asıl iktidar aslında insanların sosyal yapının bir parçası olan rollerinde bulunur. Bu düzenin politik şekli temsili demokrasidir; ya da faşizm, sosyalist diktatörlük ve diğer diktatörlük şekilleridir. İnsan yapımı olmayan tüm varoluş üzerindeki uygarlık egemenliği pozitif ve gerekli bir şey olarak açıkça kabul edilir. Emirler ve çeşitli emirler arasından bir seçime oy vermek işlerin yapılmasını sağlayan yöntemlerdir. Cezalandırma, sosyal normlardan kaynaklı bozukluklarla başa çıkma yoludur (Eski düzen sık sık cezalandırma sistemini tanımlamak için terapi dilini kullansa bile). Yani, eski düzen otoriter doğası konusunda oldukça açıktır.
Günümüzde, dünyanın pek çok yerinde (ABD’de daha belirgin) yeni düzenin teknolojisi, çoğunlukla, hâlâ daha onu etkin bir şekilde kullanmakta yetersiz olan eski düzen tarafından kontrol edilir, çünkü eski dünya açısından anlaşılamazdır. Böylelikle sibernetiğin sosyal potansiyeli, siber-toplum kurallarına uymayan kimseleri dinleyerek ve okuyarak en iyi şekilde keşfedilir. Eğer öngörüleri saf bilim kurgu fantaziler olsaydı, onları görmezden gelecektim, fakat öngörülerine uyan sosyo-politik yapılar, çeşitli benzeri-özgürlükçü “radikal” gruplar ve bireyler (örn. Yeşiller, özgürlükçü yerel yönetimciler, sosyal ekolojistler, Robert Anton Wilson, Timoth Leary…) tarafından yaratılmış ve aktif olarak desteklenmiş oluyorlar.
Yeni düzende, sermayenin egemen şekli sibernetik/bilgisel sermayedir. Bu, endüstriyel, finansal ve ticari kapitalizmin sonu anlamına gelmez, daha ziyade bunların sosyal yeniden üretimin sibernetik tarzına katılımları anlamına gelir. Bu yeni tarz, ilk bakışta sosyal yapılarda hemen hemen anarşik gözüken – Murray Bookchin, Yeşiller, RA. Wilson ve diğer sol ve sağ özgürlükçüler tarafından desteklenmiş bu tarz değişiklikler – kimi değişimlere izin verir. Bu değişiklikler sadece mümkün değil, aynı zamanda sibernetik toplumun etkin yeniden üretimi için muhtemelen gereklidirler. Merkezsizleştirme pek çok sibernetik radikâlin ana sloganıdır. Bu görünüşte anarşik amaç, gerçekte, sibernetik kapitalizm kapsamında, az da olsa anti-otoriter değildir. Sibernetik teknoloji yalnızca otoritenin merkezsizleştirilmesine izin vermez, ayrıca onu destekler. Endüstriyel kapitalizm, toplumu yeniden üreten fiziksel makinede otoritenin giderek varolacağı sürece başladı. Sibernetik teknoloji, sosyal kontrol teknolojilerini boş zaman içersine taşıyarak bu süreci kusursuzlaştırıyor – ev bilgisayarları, video oyunları vesaire. Siberteknolojinin görünüşte bireysel parçacıklarının hepsi – iş yerlerinin, okulların, oyun salonlarının, ve en azından ABD’de, kişisel bilgisayar alamayacak kadar fakir olmayan neredeyse herkesin evlerine nüfuz etmiş – potansiyel olarak birleşmiş, küresel bir ağın parçalarıdır. Bu ağ, otorite ve iktidarın merkezi oluyor. Hem sibernetik makinelerin maddi teknolojisi hem de sibernetik sistemik yapıların sosyal teknolojisini içerir. Maddi mekanizmayı satın almak için çok fakir olanlar, ağın parçası olan sosyal programlara bağımlı yapılarak ağ içersinde kapsanırlar – bu bağımlılık kendi hayatlarını yaratmalarını sağlayacak zorunlu bilgiye erişim eksikliğinden kaynaklanır. Sibernetik tarafından sağlanmış merkezsizleştirme, belirli tekno-anarşistlerin öngörüleriyle kolayca uydurularak endüstriye kadar bile uzatılablir. Bazı şirketler zaten ürünlerinin bir kısmını küçük ev sanayilerinde ürettiriyorlar. Bu şekilde yapılamayan üretim, muhtemelen yalnızca birkaç teknikerin aksaklıkları saptayıp çözümleyici olarak fabrikada hazır bulunacağı şekilde oldukça otomatikleştirilmiş olabilirdi. (Bir keresinde yalnızca dört işçinin olduğu koca bir fabrika görmüştüm.) Bu yüzden sibernetik üretimin görünürdeki merkezsizleştirmesine izin verir. Fakat, elbette, üretimin kendisi sorgusuz kalır. Bunun nedeni sibernetik “merkezsizleştirmenin” bir parça bile anti-otoriter olmayışıdır; yalnızca otoriteyi uzamsal ya da maddi hiçbir merkeze sahip olmayan bir sosyo-teknolojik ağ içersinde merkezler, çünkü ağ merkezin kendisidir ve (neredeyse) heryerdedir. Ve kolaylıkla hayatlarımızın tamamına zorla girebilir.
Görünürdeki merkezsizleştirmeyle birlikte, sibernetik teknoloji göze çarpan “doğrudan” demokrasi olasılığını sunar. Sibernetik teknoloji için ağzının suyu akan anarşistleri ve özgürlükçü solcuları cezbeder görünen şey budur. Bir bilgisayar “sahibi olan” herkes, en azından politik bir şekilde, bir bilgisayar “sahibi olan” diğer herkesle bağlanır. Kimi kişisel bilgisayar biçimleri kapitalist egemenliğin çok daha gelişmiş bölgelerindeki daha fakir insanlar için bile elde edilebilir kılınır, böylece bu, onları bütünüyle siberağa katacaktır. Eğer belirli bir ulustaki herkes bir bilgisayara sahip olsaydı, hayatlarını etkileyen gerçek kararlar alabileceklerine kolayca inandırılabilirlerdi – tüm önemli konularda bilgisayarları aracılığıyla “doğrudan” oy kullanabileceklerdi. Bunun karar ve eylem arasında mümkün olabileceği kadar tam bir ayrılma teşkil edişi açıkçası unutulur. Sibernetik sistemin kendisi, teknolojisinin nihai doğasıyla sorgulanabilen ve sorgulanamaz şeyi kontrol ettiğinden, bu sistemin kendisinin bu şekilde sorgulanamayacağı gerçektir. Sibernetik dil yüksek teknolojili politik bir dildir. Teklif ettiği “doğrudan” demokrasi yalnızca sibernetik toplumu yeniden üretelebilen şeydir. Temsili yok etmez; onu sadece seçilmiş insanlardan alır ve teknolojide toplar. Fakat tüm temsiller gibi, bu teknoloji de bir hükümdar gibi davranacaktır.
Sibernetik teknolojinin arkasındaki ideoloji sistemler analizidir. Sistemler analizi, herşeyin diğer tüm şeyleri etkilediği ilişki ağları ya da sistemleri açısından tüm etkileşimleri anlamaya çabalar. Bu ilişki sistemlerini daha iyi kontrol etmek için onları bilimsel olarak (örn. matematiksel olarak) anlamaya çalışır. Böylece, “süreç” kavramı, emir zincirine karşıt olarak, sibernetik toplumda giderek önemli olur. “Süreç” - “politik olarak doğru” iletişim ve ilişki kurma yöntemleri için kullanılan radikal bir terim - sistemler analiziyle tam yerine oturur. Çünkü süreç, karar alma ilişkilerini ilgili hiç kimseye zorlanmış olduğunu hissettirmeden resmileştirme girişimidir. “Doğru” süreç potansiyel olarak, siberağın herkesi mümkün olduğu kadar bütünüyle kendi içerisine dahil etme yoludur. Süreç, katılmamayı özgürce yapılmış bir seçimden ziyade kurbanlaştırma olarak gözükür kılma eğiliminde bulunarak, katılmamanın aleyhine davranır. “Doğru” süreç arkasındaki ideoloji, bireyin yalnızca grup (mikro seviyede) ya da toplum (makro seviyede) seviyesindeki ilişki sistemi sürecinin bir parçası olduğunu varsayar. Süreç, gruba ve sosyal projelere uygulanmış sistemler analizidir. Etkileşimlerimizdeki siberağ ideolojisinin egemenliğidir. Düzenli olarak, çoğunlukla radikal, ekolojik, feminist ve benzer gruplarda kullanılır. Fakat pek çok şirket, çalışanların sadakâtle şirketin bir parçası olduklarını hissetmelerini sağlamak için tasarladıkları yöntemlerle eski düzen emir zincirleri ile süreci - oybirliği, kolaylaştırma ve benzeri - birleştiriyor. Nihayetinde, genel olarak orta sınıf “radikal” gruplar tarafından yaratılmış “süreç”, sibernetik kontrolün iskeleti içerisine kusursuz biçimde uyan isyankâr eğilimleri kontrol etmek için bir sistem sağlar.
Eğer sibernetik sürecin bir parçası doğru bir şekilde işlemiyorsa, onu cezalandırmazsın; onu tamir etmeye çalışırsın. Sibernetik toplum bağlamında, suçluların ve sapıkların cezalandırılması gittikçe insanlık dışı ve anlamsız görünmeye başlar. Etkin sosyal kontrol, herkesin mümkün olduğu kadar sosyal sisteme bütünüyle katılmış olmasını gerektirir, ve cezalandırma cezalandırılmış olanın sisteme katılması için hiçbir işe yaramaz - çoğunlukla tersini yapar. Bu yüzden toplumdaki en “ilerici” unsurlar sosyal sapkınlık ile başa çıkmak için tedavi edici yaklaşımlar yaratır. Günümüzde, suçlular çoğunlukla terapi dilinin bu bağlamda kullanılmasıyla cezalandırılır. Suçlu olmayan sapkınlık (örn. aşırı alkol kullanımı, “uygunsuz” cinsel davranış, okulda yaramazlık yapmak, “delilik”) bir hastalık olarak nitelendirilme ve “tedavi edilme” eğilimindedir. 12-adım grupları ve yeni-çağ terapilerinin çoğalması tam da bu olgunun bir parçasıdır. Bu grupların çoğu, iddia ettiğin problemlerinle ilgili olarak, oldukça açık bir şekilde, kendi başına hiçbir şey yapamaz; birbirinize iyileşmek - daima ve sürekli olarak - ve toplumun üretken üyeleri olmak için yardım ederek, bağımsız bir yoldaş kurbanlar grubunun parçası olmak zorunda olduğunuzu öğretirler. Zaman zaman, suçlulara bile - özellikle alkollü araç kullanma ya da küçük uyuşturucu suçlarından mahkum edilmiş insanlara - cezalandırma ya da zorunlu terapi arasında bir seçim sunurlur. Sosyal sapkınlığa tedavi edici bir yaklaşım oldukça insani görünür - öyle ki pek çok anarşist tedavi edici ideolojinin bakış açılarını kendi perspektiflerine katmıştır - fakat bu aldatıcıdır. Tedavinin amacı sosyal sapkınları iyi yağlanmış dişliler olarak sosyal makine içerisine yeniden katmaktır. Teknolojiyi ya da vahşiler kavramını, toplum tarafından bütünleştirilmiş bir tarzda kullanılan tümleşik sistemler olarak tanımlar. “Derin ekolojistler” bile yalnızca uygar sosyal sistemlerin ve vahşi “eko-sistemlerin” birleşmesini reddederler, evcilleşmemiş ilişki kurma ve etkileşimin sistematize edilebileceği fikrini reddettikleri için değil, uygar sosyal sistemlerin katılabilirlik açısından “doğal” sistemlerden oldukça saptıklarına (bir tür sosyal kıyameti kaçınılmaz kılarak) inandıkları için. Çoğu şirket çevreyi hızla yok etmeye devam ederken, artık ekoloji hakkında konuşmak oldukça moderndir, ve en ilerlemeci şirketler bile ekolojik olarak hareket etmeyi deniyorlar. Bununla birlikte, bu davranış onların nihai yararınadır. Sermayeyi yaymak için gerekli kaynakları yok edersen sermayeyi nasıl yaratabilirsin? Bu yüzden sibernetik kapitalizm, vahşileri yok etmeden onları evcilleştirmenin, onları siberağın sosyal ağı içerisine katmanın bir aracı olarak ekolojik bir pratiğe doğru eğilim gösterir.
Elbette, bunların hepsi sadece sibernetik sermayenin gelişmesi ve artan iktidarının zorluyor göründüğü eğilimlerdir. Endüstriyel sermayenin eski düzeni hâlâ oldukça kuvvetli. Politik arenada hüküm sürüyor ve bu yüzden bir sosyal egemenlik tarzı olarak hâlâ oldukça önemli. Fakat zeki bir isyan, onun bütünlüğündeki tahakkümü anlamaya gerek duyar, yeni yüzlerini tanımlayabilmeye gerek duyar, böylece asiler kurtuluş olarak tahakkümün yeni bir şeklini kucaklama konusunda aldatılmazlar. Tanıdığım, ekotopyacı, sibernetik, yeşil anarşizmin bazı tarzlarını benimsemiş bireylerin çoğu, tüm kısıtlamalardan özgür olarak yaşama arzularında oldukça samimi görünürler. Fakat sibernetiğin en temel kimi bakış açılarını göz ardı ediyor görünürler. Bilim gibi, sibernetik de kontrol sistemlerinin incelenmesidir. Gerçekte, bu tarz sistemlerin üretimidir, teknolojik ve sosyal olarak – sosyal kontrolün entegre sistemlerinin üretimidir. Sibernetik dilin en sık kullanılan kelimelerinden bazıları bunu belli eder. “Data (Veri)” “verilen şey” anlamına gelen Yunanca bir kelimeden gelir - bu size söylenen, ve basitçe sorgulanmayan bir belittir. Enformasyon (Bilgi) kelimesi gerçekte Latince’de “düzen içerisinde” anlamındadır. Siberağ herhangi bir özgürlük sunmaz, yalnızca asileri “düzen içerisinde” tutmak için özgürlük ilüzyonu yaratır. Sahte-deneyimin, “verilenin”, siberağın dışında hiçbirşey ile bağlantısı olmayan bilgi alemlerini yaratarak, bireylerin kendi deneyimlerine olan güvenlerine ve bireysel deneyimlere zarar verir. Bireyler, giderek, yalnızca siberağ tarafından kendilerine söylenen şeylere güvenir, ve böylece sibernetik topluma bağımlı olur. Bu şekilde, siberağ şu ana kadarki en hakiki totaliter sistem olur - bireyleri hiç kimsenin kendine inanmadığı fakat herkesin siberağa bağımlı olduğu bir durumda kendi evcilleştirmelerinin temsilcileri kılan bütünleştirici süreç ve terapi yöntemlerini kullanarak.
Bu sistemde bir kusur vardır. Evlerinde sibernetik teknolojiyi istemeyenler ya da karşılayamayanların politik haklarını ellerinden alır. Ev bilgisayarları çok fakirler için elde edilebilir olsa bile, pek çok kişinin onları nasıl kullanacaklarını bile öğrenmeye merakları olmayabilir. Politik hakları bütünüyle verilen kişi - bu teknolojilerinin nasıl üretileceğini ve bütünüyle nasıl kullanılacağını bilen teknikerler ve bilimciler – ayrıca herkesi kendi siberağ bilgileri seviyesine getirmeye ilgi duyup duymayacakları oldukça şüphelidir. Bu yüzden, politik hakları ellerinden alınmış olanlar – özellikle kendi iradesiyle alınmış olanlar – hemen hemen tümüyle siberağın dışında kalana değin, giderek daha fazla olma eğiliminde olacaklardır. Siberağın içerisinde eğilim tam kontrol yönündeyken, siberağın dışında eğilim sosyal kontrolün tam çöküşüne doğru olacaktır. Nihayetinde, böyle bir durumda; asi ayaklanma yalnızca ağın dışında mümkün olacaktır.
Günümüzde, bu durum yeni sibernetik düzen ve eski düzen her an bozulabilen bir ateşkese sahip oldukça atlatılmış oluyor. Eski düzen, yeni düzeni yaratan ve yeni düzen tarafından yaratılmış enformasyon teknolojilerine gerek duyar. Ve yeni düzen, eski düzen tarafından üretilmiş daha sert sosyal kontrol araçlarının bazılarından vazgeçmek için henüz yeteri kadar güçlü değildir. Yeni düzen, ayrıca, çokuluslu şirketler gibi eski düzenin daha ilerici unsurlarından bazılarını kendi içerisine katma yolları bulmuştur. Ayrıca siberağın kendi sistemik sosyal kontrol ağları içersinde polisler, hapishaneler ve benzerleri için devamlı kullanımlar bulacağı oldukça olasıdır. Ya da her an bozulabilen ateşkes süresiz devam edebilir. İnsanlar arasındaki gerçek ilişkiler, gerçekte, siberağ ve onun sistem analizcilerinin formüllerine uymadığından, ne olabileceğini tahmin etmenin yolu yoktur. Benim kendi arzum, tüm sosyal kontrol sistemlerinin parçalarına ayrılacağı bir isyandır.
Fakat sibernetik teknoloji post-endüstriyel sermayenin egemen tarzı oluyor. Bu, sermaye, teknoloji, otorite ve toplumun gerçekte tek olacak kadar bütünüyle entegre oldukları bir tarzdır. Ayaklanma, bu bağlamda, sibernete karşı ayaklanma ve bütünüyle topluma karşı ayaklanma anlamına gelir ya da hiçbir anlamı yoktur. Bu, asi için sibernetik teknolojinin gerçekliği ile yüzleşmektir. Asi birey artık toplumun bütününe karşı başkaldırmaktan daha azını yapamaz - gerçek “yeni dünya düzeninin” keskin kenarından başka birşey olmayan “radikal” bakış açılarının tümü içeren toplumun bütününe.
Feral Faun
Çeviri: E.
Devam eden bir devrim var. Bireylerin otoriteye karşı ayaklanmasından, isyanından bahsetmiyorum (Bu devrim sonlarına doğru bazı anti-otoriter eğilimler kazanabilmiş olsa bile). Sosyal üretim tarzındaki çok büyük, niteliksel bir değişimi kastediyorum. Endüstriyel sermayenin bu süreçler üzerindeki egemenliği sibernetik sermayenin egemenliğiyle yer değiştiriliyor. Benzer şekildeki tüm devrimlerle birlikte, bu, rahat, kolay, sakin bir dönüşüm olmayacaktır. Eski yönetim düzeni ve yeni yönetim düzeni çatışma içerisindedir. Geçmiş birkaç sene boyunca Amerikan politikasındaki tepkisel unsurların kuvveti, eski düzenin egemenliğini sürdürmeye çalışmakta olduğunun kararlılığını gösterir. Ancak eski düzenin egemenliği giderek politik kalır, ve sibernetik yeni düzen ekonomiye hükmeder. Teknofilik anarşist arkadaşlarımdan bazıları bana, “sibernetik çağın gerçeklikleriyle yüzleşmem gerektiğini” söylemişti. Benim için, bu, sibernetik çağdaki tahakkümün doğasını incelemek ve amansızca saldırmak anlamına gelir. Gözlemlerim, sibernetik bilim ve teknolojinin bu tahakkümün önemli bakış açıları olduklarını gösterir.
Sibernetik yenilikçiler (“eski düzenin” liderlerinin çoğuyla karşılaştırıldıklarında) genç olma eğilimindedirler ve kendilerini bıçağın keskin tarafında yer alan bir çeşit isyancı sayarlar. Daha önce karşılaştığım anarko-teknofililer oldukça samimi isyankârlardır ve kendilerinin tüm otoriteye karşı olduklarını düşünürler. Fakat – az miktardaki “anarşist” sibernetik ayaklanmayı da içeren – sibernetik ayaklanmanın çoğu bireyleri özgürleştirmeyen, üretim/yeniden üretim tarzını özgürleştiren bir ayaklanma gibi görünür. Bu sibernetik yenilikçiler kapitalizmin doğasındaki niteliksel bir değişimin insan temsilcileri oldukları için, erken kapitalist devrimlerinkine benzer bir rol oynamayı seçmeleri sürpriz değildir. Tanıdığım sibernetik hastalarının çoğu çok fakirdir ve yeni yönetici sınıfın bir parçası olmak için oldukça anarşiklerdir. Fakat parası olan sibernetik yenilikçiler tam da böyle bir yönetici sınıf yaratıyorlar – aşağıda göstermeyi deneyecek olsam da, bu “sınıf”, teknolojinin kendisinin yönettiği ve siberteknikerlerin ve bilimcilerin oluşturduğu yönetici sınıfın yalnızca alete, makineye hizmet ettiği bir ilişkiler sistemi olarak daha doğru bir şekilde algılanabilir. Sibernetik yenilikçilerin ayaklanışı, başından beri, yalnızca bir darbedir. Gerçekte özgürleştirdiği hiçbir şey yoktur.
Sıradan olduğu kadar, sürekli tekrar etme ihtiyacı görünüyor: imgenin gerçekliğe hükmettiği, çoğu kişinin imgeyi gerçeklik olarak gördüğü bir toplumda yaşıyoruz. Bu, sibernetik düzenin ayaklanmayı kendi çıkarına kullanmasını oldukça kolaylaştırır, çünkü yeni düzen, imge-yaratan teknolojiler konusunda eski düzenden yalnızca çok daha iyi bir anlayışa sahip değildir; giderek, bu teknolojilerin kendisi oluyor. Burada, – hayatlarımızın çoğunda hâlâ daha ana hakimiyet kaynağı olan – eski düzenin ve – eski düzenin pahasına egemenlik araçlarını kusursuzlaştıran – yeni düzenin karşılaştırılması faydalı olacaktır.
Eski düzen endüstriyel/finansal sermayenin düzenidir. Fakat bu durumdan – ayrıca ulus düzenidir – ve gerçek politik iktidardan çok daha fazlasıdır. Otorite bariz bir şekilde merkezileştirilir ve açıktan açığa hiyerarşiktir – başka hiç kimse yönetilmemezlikten gelemez. Bu apaçıktır, çünkü bu düzendeki asıl iktidar aslında insanların sosyal yapının bir parçası olan rollerinde bulunur. Bu düzenin politik şekli temsili demokrasidir; ya da faşizm, sosyalist diktatörlük ve diğer diktatörlük şekilleridir. İnsan yapımı olmayan tüm varoluş üzerindeki uygarlık egemenliği pozitif ve gerekli bir şey olarak açıkça kabul edilir. Emirler ve çeşitli emirler arasından bir seçime oy vermek işlerin yapılmasını sağlayan yöntemlerdir. Cezalandırma, sosyal normlardan kaynaklı bozukluklarla başa çıkma yoludur (Eski düzen sık sık cezalandırma sistemini tanımlamak için terapi dilini kullansa bile). Yani, eski düzen otoriter doğası konusunda oldukça açıktır.
Günümüzde, dünyanın pek çok yerinde (ABD’de daha belirgin) yeni düzenin teknolojisi, çoğunlukla, hâlâ daha onu etkin bir şekilde kullanmakta yetersiz olan eski düzen tarafından kontrol edilir, çünkü eski dünya açısından anlaşılamazdır. Böylelikle sibernetiğin sosyal potansiyeli, siber-toplum kurallarına uymayan kimseleri dinleyerek ve okuyarak en iyi şekilde keşfedilir. Eğer öngörüleri saf bilim kurgu fantaziler olsaydı, onları görmezden gelecektim, fakat öngörülerine uyan sosyo-politik yapılar, çeşitli benzeri-özgürlükçü “radikal” gruplar ve bireyler (örn. Yeşiller, özgürlükçü yerel yönetimciler, sosyal ekolojistler, Robert Anton Wilson, Timoth Leary…) tarafından yaratılmış ve aktif olarak desteklenmiş oluyorlar.
Yeni düzende, sermayenin egemen şekli sibernetik/bilgisel sermayedir. Bu, endüstriyel, finansal ve ticari kapitalizmin sonu anlamına gelmez, daha ziyade bunların sosyal yeniden üretimin sibernetik tarzına katılımları anlamına gelir. Bu yeni tarz, ilk bakışta sosyal yapılarda hemen hemen anarşik gözüken – Murray Bookchin, Yeşiller, RA. Wilson ve diğer sol ve sağ özgürlükçüler tarafından desteklenmiş bu tarz değişiklikler – kimi değişimlere izin verir. Bu değişiklikler sadece mümkün değil, aynı zamanda sibernetik toplumun etkin yeniden üretimi için muhtemelen gereklidirler. Merkezsizleştirme pek çok sibernetik radikâlin ana sloganıdır. Bu görünüşte anarşik amaç, gerçekte, sibernetik kapitalizm kapsamında, az da olsa anti-otoriter değildir. Sibernetik teknoloji yalnızca otoritenin merkezsizleştirilmesine izin vermez, ayrıca onu destekler. Endüstriyel kapitalizm, toplumu yeniden üreten fiziksel makinede otoritenin giderek varolacağı sürece başladı. Sibernetik teknoloji, sosyal kontrol teknolojilerini boş zaman içersine taşıyarak bu süreci kusursuzlaştırıyor – ev bilgisayarları, video oyunları vesaire. Siberteknolojinin görünüşte bireysel parçacıklarının hepsi – iş yerlerinin, okulların, oyun salonlarının, ve en azından ABD’de, kişisel bilgisayar alamayacak kadar fakir olmayan neredeyse herkesin evlerine nüfuz etmiş – potansiyel olarak birleşmiş, küresel bir ağın parçalarıdır. Bu ağ, otorite ve iktidarın merkezi oluyor. Hem sibernetik makinelerin maddi teknolojisi hem de sibernetik sistemik yapıların sosyal teknolojisini içerir. Maddi mekanizmayı satın almak için çok fakir olanlar, ağın parçası olan sosyal programlara bağımlı yapılarak ağ içersinde kapsanırlar – bu bağımlılık kendi hayatlarını yaratmalarını sağlayacak zorunlu bilgiye erişim eksikliğinden kaynaklanır. Sibernetik tarafından sağlanmış merkezsizleştirme, belirli tekno-anarşistlerin öngörüleriyle kolayca uydurularak endüstriye kadar bile uzatılablir. Bazı şirketler zaten ürünlerinin bir kısmını küçük ev sanayilerinde ürettiriyorlar. Bu şekilde yapılamayan üretim, muhtemelen yalnızca birkaç teknikerin aksaklıkları saptayıp çözümleyici olarak fabrikada hazır bulunacağı şekilde oldukça otomatikleştirilmiş olabilirdi. (Bir keresinde yalnızca dört işçinin olduğu koca bir fabrika görmüştüm.) Bu yüzden sibernetik üretimin görünürdeki merkezsizleştirmesine izin verir. Fakat, elbette, üretimin kendisi sorgusuz kalır. Bunun nedeni sibernetik “merkezsizleştirmenin” bir parça bile anti-otoriter olmayışıdır; yalnızca otoriteyi uzamsal ya da maddi hiçbir merkeze sahip olmayan bir sosyo-teknolojik ağ içersinde merkezler, çünkü ağ merkezin kendisidir ve (neredeyse) heryerdedir. Ve kolaylıkla hayatlarımızın tamamına zorla girebilir.
Görünürdeki merkezsizleştirmeyle birlikte, sibernetik teknoloji göze çarpan “doğrudan” demokrasi olasılığını sunar. Sibernetik teknoloji için ağzının suyu akan anarşistleri ve özgürlükçü solcuları cezbeder görünen şey budur. Bir bilgisayar “sahibi olan” herkes, en azından politik bir şekilde, bir bilgisayar “sahibi olan” diğer herkesle bağlanır. Kimi kişisel bilgisayar biçimleri kapitalist egemenliğin çok daha gelişmiş bölgelerindeki daha fakir insanlar için bile elde edilebilir kılınır, böylece bu, onları bütünüyle siberağa katacaktır. Eğer belirli bir ulustaki herkes bir bilgisayara sahip olsaydı, hayatlarını etkileyen gerçek kararlar alabileceklerine kolayca inandırılabilirlerdi – tüm önemli konularda bilgisayarları aracılığıyla “doğrudan” oy kullanabileceklerdi. Bunun karar ve eylem arasında mümkün olabileceği kadar tam bir ayrılma teşkil edişi açıkçası unutulur. Sibernetik sistemin kendisi, teknolojisinin nihai doğasıyla sorgulanabilen ve sorgulanamaz şeyi kontrol ettiğinden, bu sistemin kendisinin bu şekilde sorgulanamayacağı gerçektir. Sibernetik dil yüksek teknolojili politik bir dildir. Teklif ettiği “doğrudan” demokrasi yalnızca sibernetik toplumu yeniden üretelebilen şeydir. Temsili yok etmez; onu sadece seçilmiş insanlardan alır ve teknolojide toplar. Fakat tüm temsiller gibi, bu teknoloji de bir hükümdar gibi davranacaktır.
Sibernetik teknolojinin arkasındaki ideoloji sistemler analizidir. Sistemler analizi, herşeyin diğer tüm şeyleri etkilediği ilişki ağları ya da sistemleri açısından tüm etkileşimleri anlamaya çabalar. Bu ilişki sistemlerini daha iyi kontrol etmek için onları bilimsel olarak (örn. matematiksel olarak) anlamaya çalışır. Böylece, “süreç” kavramı, emir zincirine karşıt olarak, sibernetik toplumda giderek önemli olur. “Süreç” - “politik olarak doğru” iletişim ve ilişki kurma yöntemleri için kullanılan radikal bir terim - sistemler analiziyle tam yerine oturur. Çünkü süreç, karar alma ilişkilerini ilgili hiç kimseye zorlanmış olduğunu hissettirmeden resmileştirme girişimidir. “Doğru” süreç potansiyel olarak, siberağın herkesi mümkün olduğu kadar bütünüyle kendi içerisine dahil etme yoludur. Süreç, katılmamayı özgürce yapılmış bir seçimden ziyade kurbanlaştırma olarak gözükür kılma eğiliminde bulunarak, katılmamanın aleyhine davranır. “Doğru” süreç arkasındaki ideoloji, bireyin yalnızca grup (mikro seviyede) ya da toplum (makro seviyede) seviyesindeki ilişki sistemi sürecinin bir parçası olduğunu varsayar. Süreç, gruba ve sosyal projelere uygulanmış sistemler analizidir. Etkileşimlerimizdeki siberağ ideolojisinin egemenliğidir. Düzenli olarak, çoğunlukla radikal, ekolojik, feminist ve benzer gruplarda kullanılır. Fakat pek çok şirket, çalışanların sadakâtle şirketin bir parçası olduklarını hissetmelerini sağlamak için tasarladıkları yöntemlerle eski düzen emir zincirleri ile süreci - oybirliği, kolaylaştırma ve benzeri - birleştiriyor. Nihayetinde, genel olarak orta sınıf “radikal” gruplar tarafından yaratılmış “süreç”, sibernetik kontrolün iskeleti içerisine kusursuz biçimde uyan isyankâr eğilimleri kontrol etmek için bir sistem sağlar.
Eğer sibernetik sürecin bir parçası doğru bir şekilde işlemiyorsa, onu cezalandırmazsın; onu tamir etmeye çalışırsın. Sibernetik toplum bağlamında, suçluların ve sapıkların cezalandırılması gittikçe insanlık dışı ve anlamsız görünmeye başlar. Etkin sosyal kontrol, herkesin mümkün olduğu kadar sosyal sisteme bütünüyle katılmış olmasını gerektirir, ve cezalandırma cezalandırılmış olanın sisteme katılması için hiçbir işe yaramaz - çoğunlukla tersini yapar. Bu yüzden toplumdaki en “ilerici” unsurlar sosyal sapkınlık ile başa çıkmak için tedavi edici yaklaşımlar yaratır. Günümüzde, suçlular çoğunlukla terapi dilinin bu bağlamda kullanılmasıyla cezalandırılır. Suçlu olmayan sapkınlık (örn. aşırı alkol kullanımı, “uygunsuz” cinsel davranış, okulda yaramazlık yapmak, “delilik”) bir hastalık olarak nitelendirilme ve “tedavi edilme” eğilimindedir. 12-adım grupları ve yeni-çağ terapilerinin çoğalması tam da bu olgunun bir parçasıdır. Bu grupların çoğu, iddia ettiğin problemlerinle ilgili olarak, oldukça açık bir şekilde, kendi başına hiçbir şey yapamaz; birbirinize iyileşmek - daima ve sürekli olarak - ve toplumun üretken üyeleri olmak için yardım ederek, bağımsız bir yoldaş kurbanlar grubunun parçası olmak zorunda olduğunuzu öğretirler. Zaman zaman, suçlulara bile - özellikle alkollü araç kullanma ya da küçük uyuşturucu suçlarından mahkum edilmiş insanlara - cezalandırma ya da zorunlu terapi arasında bir seçim sunurlur. Sosyal sapkınlığa tedavi edici bir yaklaşım oldukça insani görünür - öyle ki pek çok anarşist tedavi edici ideolojinin bakış açılarını kendi perspektiflerine katmıştır - fakat bu aldatıcıdır. Tedavinin amacı sosyal sapkınları iyi yağlanmış dişliler olarak sosyal makine içerisine yeniden katmaktır. Teknolojiyi ya da vahşiler kavramını, toplum tarafından bütünleştirilmiş bir tarzda kullanılan tümleşik sistemler olarak tanımlar. “Derin ekolojistler” bile yalnızca uygar sosyal sistemlerin ve vahşi “eko-sistemlerin” birleşmesini reddederler, evcilleşmemiş ilişki kurma ve etkileşimin sistematize edilebileceği fikrini reddettikleri için değil, uygar sosyal sistemlerin katılabilirlik açısından “doğal” sistemlerden oldukça saptıklarına (bir tür sosyal kıyameti kaçınılmaz kılarak) inandıkları için. Çoğu şirket çevreyi hızla yok etmeye devam ederken, artık ekoloji hakkında konuşmak oldukça moderndir, ve en ilerlemeci şirketler bile ekolojik olarak hareket etmeyi deniyorlar. Bununla birlikte, bu davranış onların nihai yararınadır. Sermayeyi yaymak için gerekli kaynakları yok edersen sermayeyi nasıl yaratabilirsin? Bu yüzden sibernetik kapitalizm, vahşileri yok etmeden onları evcilleştirmenin, onları siberağın sosyal ağı içerisine katmanın bir aracı olarak ekolojik bir pratiğe doğru eğilim gösterir.
Elbette, bunların hepsi sadece sibernetik sermayenin gelişmesi ve artan iktidarının zorluyor göründüğü eğilimlerdir. Endüstriyel sermayenin eski düzeni hâlâ oldukça kuvvetli. Politik arenada hüküm sürüyor ve bu yüzden bir sosyal egemenlik tarzı olarak hâlâ oldukça önemli. Fakat zeki bir isyan, onun bütünlüğündeki tahakkümü anlamaya gerek duyar, yeni yüzlerini tanımlayabilmeye gerek duyar, böylece asiler kurtuluş olarak tahakkümün yeni bir şeklini kucaklama konusunda aldatılmazlar. Tanıdığım, ekotopyacı, sibernetik, yeşil anarşizmin bazı tarzlarını benimsemiş bireylerin çoğu, tüm kısıtlamalardan özgür olarak yaşama arzularında oldukça samimi görünürler. Fakat sibernetiğin en temel kimi bakış açılarını göz ardı ediyor görünürler. Bilim gibi, sibernetik de kontrol sistemlerinin incelenmesidir. Gerçekte, bu tarz sistemlerin üretimidir, teknolojik ve sosyal olarak – sosyal kontrolün entegre sistemlerinin üretimidir. Sibernetik dilin en sık kullanılan kelimelerinden bazıları bunu belli eder. “Data (Veri)” “verilen şey” anlamına gelen Yunanca bir kelimeden gelir - bu size söylenen, ve basitçe sorgulanmayan bir belittir. Enformasyon (Bilgi) kelimesi gerçekte Latince’de “düzen içerisinde” anlamındadır. Siberağ herhangi bir özgürlük sunmaz, yalnızca asileri “düzen içerisinde” tutmak için özgürlük ilüzyonu yaratır. Sahte-deneyimin, “verilenin”, siberağın dışında hiçbirşey ile bağlantısı olmayan bilgi alemlerini yaratarak, bireylerin kendi deneyimlerine olan güvenlerine ve bireysel deneyimlere zarar verir. Bireyler, giderek, yalnızca siberağ tarafından kendilerine söylenen şeylere güvenir, ve böylece sibernetik topluma bağımlı olur. Bu şekilde, siberağ şu ana kadarki en hakiki totaliter sistem olur - bireyleri hiç kimsenin kendine inanmadığı fakat herkesin siberağa bağımlı olduğu bir durumda kendi evcilleştirmelerinin temsilcileri kılan bütünleştirici süreç ve terapi yöntemlerini kullanarak.
Bu sistemde bir kusur vardır. Evlerinde sibernetik teknolojiyi istemeyenler ya da karşılayamayanların politik haklarını ellerinden alır. Ev bilgisayarları çok fakirler için elde edilebilir olsa bile, pek çok kişinin onları nasıl kullanacaklarını bile öğrenmeye merakları olmayabilir. Politik hakları bütünüyle verilen kişi - bu teknolojilerinin nasıl üretileceğini ve bütünüyle nasıl kullanılacağını bilen teknikerler ve bilimciler – ayrıca herkesi kendi siberağ bilgileri seviyesine getirmeye ilgi duyup duymayacakları oldukça şüphelidir. Bu yüzden, politik hakları ellerinden alınmış olanlar – özellikle kendi iradesiyle alınmış olanlar – hemen hemen tümüyle siberağın dışında kalana değin, giderek daha fazla olma eğiliminde olacaklardır. Siberağın içerisinde eğilim tam kontrol yönündeyken, siberağın dışında eğilim sosyal kontrolün tam çöküşüne doğru olacaktır. Nihayetinde, böyle bir durumda; asi ayaklanma yalnızca ağın dışında mümkün olacaktır.
Günümüzde, bu durum yeni sibernetik düzen ve eski düzen her an bozulabilen bir ateşkese sahip oldukça atlatılmış oluyor. Eski düzen, yeni düzeni yaratan ve yeni düzen tarafından yaratılmış enformasyon teknolojilerine gerek duyar. Ve yeni düzen, eski düzen tarafından üretilmiş daha sert sosyal kontrol araçlarının bazılarından vazgeçmek için henüz yeteri kadar güçlü değildir. Yeni düzen, ayrıca, çokuluslu şirketler gibi eski düzenin daha ilerici unsurlarından bazılarını kendi içerisine katma yolları bulmuştur. Ayrıca siberağın kendi sistemik sosyal kontrol ağları içersinde polisler, hapishaneler ve benzerleri için devamlı kullanımlar bulacağı oldukça olasıdır. Ya da her an bozulabilen ateşkes süresiz devam edebilir. İnsanlar arasındaki gerçek ilişkiler, gerçekte, siberağ ve onun sistem analizcilerinin formüllerine uymadığından, ne olabileceğini tahmin etmenin yolu yoktur. Benim kendi arzum, tüm sosyal kontrol sistemlerinin parçalarına ayrılacağı bir isyandır.
Fakat sibernetik teknoloji post-endüstriyel sermayenin egemen tarzı oluyor. Bu, sermaye, teknoloji, otorite ve toplumun gerçekte tek olacak kadar bütünüyle entegre oldukları bir tarzdır. Ayaklanma, bu bağlamda, sibernete karşı ayaklanma ve bütünüyle topluma karşı ayaklanma anlamına gelir ya da hiçbir anlamı yoktur. Bu, asi için sibernetik teknolojinin gerçekliği ile yüzleşmektir. Asi birey artık toplumun bütününe karşı başkaldırmaktan daha azını yapamaz - gerçek “yeni dünya düzeninin” keskin kenarından başka birşey olmayan “radikal” bakış açılarının tümü içeren toplumun bütününe.
Feral Faun
Çeviri: E.
Sokak Sanatı mı, Ölümlüler Dünyasında Değişen 1 Şey Yok!
Sokakta yapılan sanat-eylem faaliyeti mekana her taşındığında pürüzler çıkması normal sanırım.
Sokakta yapılan aktivasyon 1 sergileme alanına, yani mahremiyetin kulvarına taşınırken, sokak mekana girmiyor doğal olarak. Sokak sokakta kalıyor.
İç mekan ise farklı bir formasyona dönüşüyor, yani bir çeşit sokak simülasyonuna. Biz bunu bile bile Banker Han sergisine dahildik.
Her alanın (iç ya da dış mekan) kendine göre kısıtlılıkları, engelleri vardır. Genel olarak üretim yapan her kes bunun farkındadır. İç mekanda sansür yada temsil problemleri olacağı gibi; dış mekanda da kolluk güçleri ve kendini devlet sanan sözde sivillerin baskısı ile karşı karşıyasınızdır. Mekanda genelde kamunun ve toplumun sözcülüğünü organizasyonu yapanlar üstlenir.
Bence asıl handikap, iç mekan içindeki bu tip faaliyetlere sokak kafası ile bakmaktır. Yani hem koordinatörler hem de katılımcılar tarafından da.
Biz bu gün olabilecekleri düşündüğümüzden alan paylaşımı önermiştik. Çünkü koordinasyonu yapanlardan çok çok fazla bir şekilde graffitici-sokak sanatçısı insanlar bir birlerinin işlerini kapamakta, sansürlemektedir. Bu sokakta olduğu kadar, sokağı mekana taşıma iddiasındaki sergiler içinde geçerlidir. Banker Han da bu olmuştur ve hala olmaktadır.
Burada başka işlere müdahaleyi; işleri birleştiren, geliştiren, paslaşan olumlu anlamı dışarıda bırakarak ele alıyoruz.
Belki de tartışmaya başka taraflardan bakmak gerek. Başka sergi alanlarında genelde iş yapan yada yapabilecek bir güncel sanatçının algısı, üretme kültürü, ahlaki algıları ile 16 yaşında sadece sokak boyayan graffitici 1 arkadaşın algısı aynı mıdır? Sokak sanatı- tanımına sıkıştırılmaya çalışılan geniş hareket alanı ile, writer zanaatı üzerinden gelişen grafiti ille de yan yana mı sergilenmelidir? Neden bir kapalı mekana sokakmış gibi muamelesi yapılır?
Neden bir kıç deliği görüntüsünden rahatsız olunur, herkeste yok mu? Ailem de gelip bakacak diyorsan, burası bir sergi çağırmayınız ailenizi; yırtmak yerine bir işi.
Neden ben içki ağzıma koymam gibi gereksiz cümleler sarf edilir, içen belediye düşmanı-münafık mıdır?
Ha belediye sponsor, en yapıcaz? Biz liberterler, her türlü kurum ve kuruluştan uzakta konum alırız, bu etik tavrımızdır. Fakat bir organizasyon da sadece etikle değil, para ile yapılır. Bu etkinliğe belediye olmasa bir şirket, vakıf yada büyük elçilik sponsor olabilirdi, bizce aralarından şu sponsor ok-demek bizim tavrımıza aykırıdır.
Olaya sadece grafiti/post-graffiti/street art/writer diye bakarsak olayın düşünsel, sanatsal, eylemsel yönlerini ıskalarsak; kalkıp slogan yazdı bi adam diye üstünü kapatırız. Situasyonistlerden, ülkemiz yazılama geleneğine ve oradan sokağın sanatı için yoldan çıkmış manifestolara bakmaksak üstünü örten haline düşeriz. Eğer o lirikler düz yazı değil de, bubble letters ile hem de 3 renkte yazılsaydı, büyük ihtimal silinmeyeceklerdi.
Boyamak kadar okumak, kafa patlatmakta lazım.Vs vb…
Bizce bu etkinliğin önemli tarafı yeni dostlar kazanmak, var olan dostlarımız ile eylemek-eğlenmek, uzun lafın kıssası takılmaktır. Çünkü bu tip alanlar, organizatörlerin bile aklına gelmeyecek özgürlük alanları sunar insanlara. İnsanlar üretir, içer, öpüşür, tartışır, tanışır, ,iletişir, kolektif hareketlere girişir. Bu yüzden birkaç günde olsa orada olmaktan, o terastan ufka bakmaktan keyifliyiz.
Bu gelişmeleri, sansür ve manipülasyon konusunda uzman bir basın organında tartışmak, 1 sansürü kınamak için her gün sansür yapanlarla iletişmekte düşülmelidir.
Hele hele 30 kişilik bir içuzayda birilerini tecrit etme yada linç kampanyasına dönüşme riskine girilebileceği yerde. Biraz lütfen sakin olalım.
Telaşa, heyecana gerek yok, mekanı boş verin sokak yerinde duruyor. Aslolan sokaksa ve orada yaşamaya çalıştığımız özgürlük anıysa eğer…
Bizim için grafiti toplum dışı hatta karşıtı bir harekettir. Bu yıpratıcı tartışmalar ile onu lütfen toplumsallaştırmayalım. O öyle ırak, yasak, günah kalsın sokak köşelerinde.
Sokaklar, bu yazda çok güzel gelin beraberce boyayalım-yazalım. Sevgiler
26.06.09
Bay Perşembe
Sokakta yapılan aktivasyon 1 sergileme alanına, yani mahremiyetin kulvarına taşınırken, sokak mekana girmiyor doğal olarak. Sokak sokakta kalıyor.
İç mekan ise farklı bir formasyona dönüşüyor, yani bir çeşit sokak simülasyonuna. Biz bunu bile bile Banker Han sergisine dahildik.
Her alanın (iç ya da dış mekan) kendine göre kısıtlılıkları, engelleri vardır. Genel olarak üretim yapan her kes bunun farkındadır. İç mekanda sansür yada temsil problemleri olacağı gibi; dış mekanda da kolluk güçleri ve kendini devlet sanan sözde sivillerin baskısı ile karşı karşıyasınızdır. Mekanda genelde kamunun ve toplumun sözcülüğünü organizasyonu yapanlar üstlenir.
Bence asıl handikap, iç mekan içindeki bu tip faaliyetlere sokak kafası ile bakmaktır. Yani hem koordinatörler hem de katılımcılar tarafından da.
Biz bu gün olabilecekleri düşündüğümüzden alan paylaşımı önermiştik. Çünkü koordinasyonu yapanlardan çok çok fazla bir şekilde graffitici-sokak sanatçısı insanlar bir birlerinin işlerini kapamakta, sansürlemektedir. Bu sokakta olduğu kadar, sokağı mekana taşıma iddiasındaki sergiler içinde geçerlidir. Banker Han da bu olmuştur ve hala olmaktadır.
Burada başka işlere müdahaleyi; işleri birleştiren, geliştiren, paslaşan olumlu anlamı dışarıda bırakarak ele alıyoruz.
Belki de tartışmaya başka taraflardan bakmak gerek. Başka sergi alanlarında genelde iş yapan yada yapabilecek bir güncel sanatçının algısı, üretme kültürü, ahlaki algıları ile 16 yaşında sadece sokak boyayan graffitici 1 arkadaşın algısı aynı mıdır? Sokak sanatı- tanımına sıkıştırılmaya çalışılan geniş hareket alanı ile, writer zanaatı üzerinden gelişen grafiti ille de yan yana mı sergilenmelidir? Neden bir kapalı mekana sokakmış gibi muamelesi yapılır?
Neden bir kıç deliği görüntüsünden rahatsız olunur, herkeste yok mu? Ailem de gelip bakacak diyorsan, burası bir sergi çağırmayınız ailenizi; yırtmak yerine bir işi.
Neden ben içki ağzıma koymam gibi gereksiz cümleler sarf edilir, içen belediye düşmanı-münafık mıdır?
Ha belediye sponsor, en yapıcaz? Biz liberterler, her türlü kurum ve kuruluştan uzakta konum alırız, bu etik tavrımızdır. Fakat bir organizasyon da sadece etikle değil, para ile yapılır. Bu etkinliğe belediye olmasa bir şirket, vakıf yada büyük elçilik sponsor olabilirdi, bizce aralarından şu sponsor ok-demek bizim tavrımıza aykırıdır.
Olaya sadece grafiti/post-graffiti/street art/writer diye bakarsak olayın düşünsel, sanatsal, eylemsel yönlerini ıskalarsak; kalkıp slogan yazdı bi adam diye üstünü kapatırız. Situasyonistlerden, ülkemiz yazılama geleneğine ve oradan sokağın sanatı için yoldan çıkmış manifestolara bakmaksak üstünü örten haline düşeriz. Eğer o lirikler düz yazı değil de, bubble letters ile hem de 3 renkte yazılsaydı, büyük ihtimal silinmeyeceklerdi.
Boyamak kadar okumak, kafa patlatmakta lazım.Vs vb…
Bizce bu etkinliğin önemli tarafı yeni dostlar kazanmak, var olan dostlarımız ile eylemek-eğlenmek, uzun lafın kıssası takılmaktır. Çünkü bu tip alanlar, organizatörlerin bile aklına gelmeyecek özgürlük alanları sunar insanlara. İnsanlar üretir, içer, öpüşür, tartışır, tanışır, ,iletişir, kolektif hareketlere girişir. Bu yüzden birkaç günde olsa orada olmaktan, o terastan ufka bakmaktan keyifliyiz.
Bu gelişmeleri, sansür ve manipülasyon konusunda uzman bir basın organında tartışmak, 1 sansürü kınamak için her gün sansür yapanlarla iletişmekte düşülmelidir.
Hele hele 30 kişilik bir içuzayda birilerini tecrit etme yada linç kampanyasına dönüşme riskine girilebileceği yerde. Biraz lütfen sakin olalım.
Telaşa, heyecana gerek yok, mekanı boş verin sokak yerinde duruyor. Aslolan sokaksa ve orada yaşamaya çalıştığımız özgürlük anıysa eğer…
Bizim için grafiti toplum dışı hatta karşıtı bir harekettir. Bu yıpratıcı tartışmalar ile onu lütfen toplumsallaştırmayalım. O öyle ırak, yasak, günah kalsın sokak köşelerinde.
Sokaklar, bu yazda çok güzel gelin beraberce boyayalım-yazalım. Sevgiler
26.06.09
Bay Perşembe
25 Haziran 2009 Perşembe
Nikotin Çıkmazı
Bu nikotin gibi yapışkan ve karanlık hayatları yaşayan insanların hikayesidir. 25 yıllık bir otelin onar metrekarelik odalarında, en yenisi altı, en eskisi yirmi beş yıldır yaşayan yaklaşık 80 kişiden objektiften korkmayanları ve onay verenleri konu alır.
yaklaşık 8 ay boyunca haftada/iki haftada bir olmak üzere yaptığımız ziyaretlerin belgeleridir. toplumun ötelediği insanların aslında öteleyenler gibi olduklarını anlayabilmek adına yaşam alanları ve hayatlarını konu alır.
Merve Ercegil
Burak Çirik
25 Haziran – 5 Temmuz
Hayalbaz/İzmir
24 Haziran 2009 Çarşamba
İran Halkı Direniyor
'özgürlüğün hayaleti dişlerinin arasından bıçakla gelir'
Karanlık Zamanlarda
Söylemeyecekler: Ceviz Ağacının
rüzgarda sallandığı sıraları.
Ama söyleyecekler: Badanacının işçileri ezdiği sıraları.
Söylemeyecekler: Çocuğun yassı taşı nehirde kaydırdığı sıraları.
Ama söyleyecekler: Büyük savaşların hazırlandığı sıraları.
Söylemeyecekler: kadının odaya girdiği anları
Ama söyleyecekler: Bütün güçlerin
işçilere karşı birleştiği anları
Söylemeyecekler: Karanlıktı o sıralar!
Ama söyleyecekler:
bu ülkenin şairleri neden bunca sessizdiler?
Şiir: Brecht
Çev. Sufi (Defter)
17 Haziran 2009 Çarşamba
15 Haziran 2009 Pazartesi
Anarşist ALTKÜLTÜR/Feral Faun
Kuzey Amerika’da hiçbir anarşist hareketin olmadığını iddia etmek kolaydır. Bu iddia kişiyi o hareketin doğasını ve insanların hareket içindeki rollerini incelemekten kurtarır. Ama yayınlar, kitabevleri, anarşist evler, işgal evleri şebekesi ve bunları devlet karşıtı perspektiflere bağlayan yazılar kuşkusuz mevcut. “İsyan” sembolleri, ritüelleri ve ıvır zıvırlarıyla dolu bir altkültür olarak kristalleşiyor bunlar. Peki bir altkültür arzuladıkları hayatları yaşayabilecek özgür bireyler yaratabilir mi? Anarşist altkültü açıkça yapıyor bunu. Bu makalede bunun nedenlerini ortaya koymayı umuyorum.
Anarşist altkültür belli ki isyankar etkinlik, tarihsel araştırma, toplumsal analiz (teori), yaratıcı oyun ve benin özgürleşmesi arayışları ihtiva ediyor. Ama bunlar toplumu anlamayı hedefleyen ve kendi yaşamlarımızı yaratabilmemizin olanaklarını açacak entegre bir praksis olarak varolmuyorlar, ama daha çok toplumsal kurallar olarak, zaman zaman üstüste çakışan, ama çoğunlukla ayrı duran özellikle kendi kendilerini ve yarattıkları altkültürü korumak işlevi gören bir praksisler bütünü olarak var oluyorlar. Bu altkültür de, daha sonra, onları yaratıyor.
Siyaseten doğrucu militanlar altkültürdeki radikal eylemi domine ediyorlar. Toplumsal analiz ihtiyacını reddediyorlar. Sonuçta, meseleler çoktan sol liberaller tarafından ortaya konmuştur - feminizm, gay kurtuluşu, ırkçılık karşıtlığı, hayvanların kurtuluşu, ekoloji, sosyalizm, savaş karşıtlığı - buna bir tutam da devlet karşıtlığı da eklediniz mi tamamdır. İşte size anarşizm! Ha, öyle değil mi?
Kimsenin anarşist kimliklerinden kuşku duyamayacağını garantilemek için, anarşist militanlar gösterilerde en çok bağıran olurlar, birkaç bayrak yakarlar ve aynasızlarla, faşistlerle ve RCP’lilerle (Devrimci Komünist Parti) her karşılaştıkları yerde dövüşmeye hazır olurlar. Yapmayacakları şey faaliyetlerini ya da militan olarak rollerini analiz etmektir; toplumun gerçekten altını mı oyuyorlar yoksa sadece sadık muhalefet rolünü mü oynuyorlar, gösteri toplumunun gösterisi içindeki rollerini oynayarak toplumu mu güçlendiriyorlar, bunu anlamaya çalışmaktır. Analiz yapmayı reddedişleri kendi kendilerini kandırmalarıyla, anarşizme döndürülmesi gereken bir kitle hareketinin bir parçası olduklarına inanmalarıyla sonuçlanıyor.
Halbuki bu kıtada böyle bir kitle hareketi yok ve militanların faaliyetleri anarşist altkültürdeki yerlerini sağlamlaştırmaktan başka bir işe yaramayan muhalefet ritüelleri içinde geçiyor. Anarşist tarihçiler genelde profesörler, yayıncılar ve kitabevi idarecileri, anarşist tarihle ilgili bilgilerin ulaşılabilirliğini sürdürmekle ilgileniyorlar. Bu insanların çoğu iyi niyetli, ama tarihlerine eleştirel analiz uygulamakta başarısız oluyorlar. Anarşist tarihsel materyalin büyük kısmı mitoloji, kahramanlar, şehirler ve taklit edilecek modeller yaratmak amacıyla hizmet ediyor gibi.
Ama tüm bu modeller geçici anarşist durumlardan fazlasını yaratmaya yardım etmiyorlar. Bu, en azından, otoriteler tarafından ezildiklerine dair basit iddianın ötesinde, neden ve nasıl başarısız olduklarını soruşturmaya yol açıyor. Böyle bir analizin eksikliği, anarşist tarihi bugünün otorite karşıtı mücadeleleri için büyük anlamda yararsız kıldı, anaakım anarşist tarih toplum için neyse anarşist altkültür de ona döner, yani şeylerin mevcut düzenini ayakta tutan bir mite… Kimi otorite karşıtı teorisyenler toplumun en temel ayaklarına saldırdılar, evcilleştirilmemizdeki rollerini gösterdiler. Teorisyenlerin bu tür şeyleri araştırmaları kimilerinin “anarşist” etiketini de bir kenara bırakmasına neden oldu, otoriteyi reddedişleriyle ve yazıları ve arkadaşları vasıtasıyla altkültürlerle kurdukları bağ uyarınca altkültür içindeki rollerini de sürdürdüler. Ve düşünsel araştırmalarının tüm derinliğinin sonucu olarak ortaya çıkan belirli bir çalışmayı reddetme, büyük mağazalardan hırsızlık yapma ve küçük çaplı vandallıklar pratiklerinin özeti gibiydi.
Eleştirilerinde açığa çıkardıkları tahakkümün tümüne karşı isyanlarını ifade etmenin pratik yollarını aramadıkları için, bu eleştiriler radikal teori olarak keskinliklerini yitiriyorlar ve daha çok felsefeye benziyorlar. Artık etkin bir isyanın aracı olmayan düşünceleri bunun yerine anarşist düşüncenin zihinsel sınırını tanımlayan bir araca, herhangi bir alanın yeterince radikal olup olmadığını anlamaya yarayan bir araca dönüyor. Bu şekilde, anarşist altkültür içinde aydının rolü de sürer gider. Yaratıcı oyun da altkültür içinde özelleşmiştir. Sanatın yerini herkesin oynadığı kendiliğinden, yaratıcı, özgür oyunun alması çağrısını yapan eleştiriyi unutarak, posta sanatçıları, performans sanatçıları ve “karşı-sanatçılar” sanat kategorisini kendileri için talep ettiler, kendiliğindenliği ve özgürlüğü yıktılar ve faaliyetlerinin çoğu - festivaller, vahşi şiir okuma günleri, doğaçlamaya dayanan gürültü müziği gösterileri ve etkileşimli tiyatrolar - çok eğlenceli olabilir ve bu anlamda katılmaya değer, ama, sanat adıyla çerçeveye oturtulduğunda, yıkıcı ısırıkları cansızlaşıyor demektir. Yaratıcılığa kıymet biçerken, bu sanatçılar “yaratıcı olmayı” eğlenmekten daha önemli hale getirdiler ve sanat yaratımı sırasında birşeylerin kullanılıyor olabileceğine dair eleştirilerini azalttılar. Yaratıcı süreç rekupere edilerek sanat işleri yapan üretici bir emek formuna büründürülmüştür. Detournement eylemleri posta sanatı şovlarında gösteriye dönüştüler.
Yıkıcılık toplum tarafından sanat olarak rekupere edildi. Sanatın toplumsal ve kültürel bir kategori olduğunu yok sayarak, anarşik sanatçılar sanatın kültüre karşı muhalefet ettiğini iddia ederler, ama faaliyetleri onlar için anarşist altkültür içinde kültürel işçi rolünü yaratır. Situasyonistler devrimci praksisin terapatik olmaya ihtiyaç duyduğunu söylediklerinde, kimi Kuzey Amerikalı anarşistlerin buna ve birkaç tam hazmedilmemiş situasyonist fikirlerle birlikte new age psikoterapilerine bağlanmanın yollarını bulacakları konusunda elbette hiçbir fikirleri yoktu - fakat, yani, bu Yankeeler (ve Kanadalılar) kuşkusuz yaratıcı tipler, öyle değil mi?
New age terapileri anarşist altkültüre büyük ölçüde feminist, gay kurtuluşu ve benzeri hareketler üzerinden geldi. Bu terapileri uygulamak için verilen sebepler kendi kendini keşfetme ve öz kurtuluştu. Ama tüm psikoterapiler - hümanist ve “üçüncü güç” psikologlarını nkiler dahil - insanları topluma entegre etmek için geliştirilmişti. Feministler, gay kurtuluşçuları ve benzeri gruplar terapatik teknikleri kullanmaya başladıklarında, bireylerin dünyayı görüp hakkında eylem yapabilecekleri ortak bir çevreye entegre olmalarına yardım etti. Anarko-terapistler bu tür pratikleri meditasyon, oyun terapisi, destek ve ayrı mekanlar için uyguladılar. Meditasyon gerçekten içkinin veya uyuşturucunun fiziksel zararlarına uğramadan başvurulabilecek bir kaçış biçimidir.
Gündelik yaşamın sıkıntılarını hafifletir, kaldırılamayacak kadar ağır olmalarını engeller. Bu şekilde, faydalı da olabilir, ama kişinin kendi kendini özgürleştirmesine faydası olmaz.
Terapi olarak oyun, sanat olarak oyun gibi, yıkıcı keskinliğini yitirmiştir. Parametreleri tanımlanmıştır, güvenli bir yer haline gelir, istimi salınmıştır, taşıdığı bütün risklerle gerçek bir kopuş olmaktan uzaklaşmıştır. Otoriteye ya da iş ahlakına meydan okumaz, çünkü oynadığı oyun güvenli bir biçimde üretici yararlılığın çerçevesine oturtulmuştur ve düzenli bir çerçeve içinde olsa otoriteye meydan okuyabilecek kaotik enerjiyi açığa çıkarır. Destek grubu terapisi kendi kendini aldatmanın özellikle sinsi bir biçimidir. Bir grup insan paylaştıkları varsayılan ortak bir sorun, yük ya da baskı hakkında konuşmak üzere biraraya gelirler. Bu pratik anında sorunu gündelik hayatın evreninden çekip alır, bireysel ilişkilerden ve belirli koşullardan kopartır, ve ideolojik bir çerçeveye oturabileceği “bizim ortak sıkıntımız” evrenine taşır.
Destek grupları grubun çalışmasını şekillendirecek belirli bir amaç etrafında toplanırlar (başka türlü zaten neden oluşturulsunlar ki?), sonuçlar da grup ideolojisinin çerçevesine sıkıştıracak biçimde çıkartılır.
Ayrı mekanların (kadınlara özel, gaylere özel, vs.) yaratımı da dışarıdan hiçbir öğenin girememesini garanti ederek destek grubu terapisinin en kötü eğilimlerini güçlendiriyor. Anarşistler bu pratiğin otoriter yanlarını ve saklı bağnazlığını görmezden geliyor, ezilen grupların pratiği olduğu için hoş görüyorlar. Tüm bu terapatik formlar insanları gündelik hayat deneyimlerinden ayırıyor ve onları belirli bir toplumsal ve ideolojik çerçeveye entegre olmaya hazırlanabilecekleri ayrı bir “terapatik” aleme yerleştiriyorlar.
Anarko-terapistler söz konusu olduğunda, anarşist altkültürün çerçevesi ve bu çerçevede oynayacakları rol sözkonusu oluyor. Benim anarşist altkültürde tanıştığım insanların çoğu samimi insanlardır. Gerçekten otoriteye saldırmak ve onu yıkmak isterler.
Ama onlarda toplumun bir üretimidirler, kendilerine ve arzularına güvenmeme ve bilinmeyenden korkma eğitimi almışlardır.
Kendileri uyarlayabilecekleri roller de içeren bir altkültür bulunca hazır rollere soyunmayı çok daha kolay bulurlar. İsyancı çevrenin bir parçası olduklarını bilmek rahatlatıcıdır, topluma karşı kendileri için karanlıkta yaşamanın riskini gerçekten üstlenmeye yeğdir bu. Ve bu “anarşist” roller bir toplumsal yapıya ve dünyayla ilişki kurma biçimine oturur ve geniş olarak bakıldığında anarşist altkültürün özüne eşittirler ki bu da ayrı bir araştırma konusudur.
“rıhtımlar, kesinlikler ve sistemlerin beğenisi oluşturmak bir anakronizm olmaz mı?”
Anarşist altkültürün yapısı büyük ölçüde yayın projelerinin, kitabevlerinin, kolektif yaşam stüdyolarının ve radikal aktivizmin etrafında odaklanmıştır. Bu projeler ve onları yürütme yöntemleri altkültürü yeniden üreterek anarşist “sosyal yardım” yöntemlerini yaratırlar.
Yarattıkları şey pek çok açıdan evanjelik dini bir şekli andırır. Anarşist altkültür öğelerini oluşturan projelerin çoğu konsensüsle karar alma süreçleri aracılığıyla kolektif olarak yürütülür. Çok azı arkadaşların yardımlarıyla yürüyen tekil bireylerin projeleridir. (Ancak altkültürün saçaklarında neredeyse tümü bireysel projeler olan çok sayıda broşür projesi yer alır.)
Konsensüsün eleştirisini daha sonraya bırakıyorum. Şimdilik, şunu söylemekle yetinelim, konsensüs süreci bireysel iradenin bir bütün oalrak grup iradesine boyun eğdirilmesini ve anında eyleme geçmenin toplantılara ve kararalma süreçlerine boyun eğdirilmesini gerektirir. Niteliği gereği muhafazakar bir eğilmedir bu, çünkü sadece herkes katılırsa değiştirilebilecek politikalar yaratır. Bireylerin tabii olduğu görünmez bir otoritedir, dahil oldukları projeyi ya da anarşist altkültürü sorgulama imkanlarını sınırlar.
Anarşistlerin büyük çoğunluğu tek başlarına veya sevgilileriyle yaşarlar. Ama, bazen basitçe daha ekonomik olacağı gerekçesiyle (en az illüzyon içeren gerekçe budur), daha sıklıkla yaşayan bir destek grubu durumu yaratmak için, ortak bir projede daha kolay yeralabilmek ya da “teoriyi pratiğe geçirebilmek” için, anarşistlerin çoğu kolektif yaşamın ayarlanmasını daha iyi bir seçenek olarak görür.
Destek gruplarını daha önce ele aldığım için burada sadece şunu ekleyeceğim: bir destek grubunun içinde yaşamak destek grubu terapisinin bütün izole edici ve ideolojik yönlerini abartma eğilimini yansıtır.
Bir kolektif yaşama durumu elbette ortak bir projeyi paylaşmanın finansal sorunlardan insanları projeyi tartışmak için biraraya getirmeye kadar pek çok yönünü kolaylaştırabilir.
Ayrıca projenin izole edici olma, kendi kendini besleme, gerekli eleştirel girdiyi kaybetme ihtimalini arttırır. ama esas bu yaşayan durumlarda “teoriyi pratiğe geçirdiğini” iddia edenlerdir kendi kendini kandırmanın en yüksek seviyesini pratiğe geçirenler.
Topluca yaşama durumları yeni ilişki kurmanın yeni biçimlerini araştırmak için birer temel olabilirdi, ama bu tür durumların yarı-kalıcılığı toplumsal rollerin ve yapıların yaratılmasına meyleder ve yeni araştırmalar benim tanıdığım evsakinlerinin peşinde oldukları şey kesinlikle değil.
Teoriyle pratik arasındaki “teoriyi pratiğe geçirmek” deyişinin ima ettiği ayrım bu beraber yaşama durumlarının görece aynılığında açıkça görülür.
Anarşistlerin çoğu insanların birbiriyle ilişkiye geçme biçimlerini yönetmesi gereken belirli prensiplerin olduğuna inanırlar. Kendi yaşama kolektiflerinde, toprak işgallerinde ve squatlarında, prensiplerine göre yaşamya girişirler. Ortak yaşama durumları teorik-pratik araştırmalar değildir, daha çok, bireylerin önceden tasarlanmış bir toplumsal yapıya itaat etmeleridir. Anarşist ev izole edici bir durum olduğundan, dünyanın orta yerinde bir tür alternatif gerçeklik sunduğunda bu prensipler bu durumlarda test edilmez.
Anarşist squatlar istisna olmak üzere - bunlar, hiç değilse, mülk sahiplerine ve mülkiyetin otoritesine bir meydan okuma sunarlar - bu evler dışsal otoritelere diğer herkes gibi davranır, kiralarını (ya da gayrı mülk vergilerini) ve faturalarını öderler, ve çalışırlar ya da refah biriktirirler. Bu evler toplumun altını oymak için çok az şey yaparlar eğer herhangi birşey yapıyorlarsa, ama insanlar için, isyankarlık duygularını koruyabilecekleri ve altkültürün onlara bu duyguyu ifade edebilecekleri bir güvenli yer vereceği içinde yaşayabilecekleri bir yapı sunarlar.
Anarşist altkültürün tarihi, teorisi ve bilgisi için ana kaynaklar çeşitli yayın projeleri (periyodikler dahil) ve kitabevleridir. Bir noktaya kadar, bu projeler kapitalist sisteme bağlanmak zorunda kalırlar ve çok ender olarak devrimci nitelik taşırlar. Grup projesi olduklarında, genelde konsensüsle yürütülürler, küçük bir işletmeyi yürütmek veya bir dergi veya bir kitap çıkarmak için uzun, sıkıcı toplantılara katlanmakta anarşistçe bir yan olduğuna dair absürd varsayıma dayanır bu konsensüsler. Ama bu projelerin beni gerçekten rahatsız eden yanı anarşist altkültürdeki düşünce çerçevesini nasıl yıkacağımıza dair ve yabancılaşmanın ve tahakkümün doğasını araştırmak ve tartışmak için bir provokasyon olmak yerine bu düşünce çerçevesini tanımlamanın araçları haline gelme eğilimi taşımaları.
Büyük ölçüde bu provokasyon noksanlığı yapılan yayınlarda mevcuttur. Anarşist yayınların çoğu, gerek kitaplar gerekse dergiler, eski anarşist yazıların eleştirel olmayan yeniden basımlarından oluşur, solcu görüşleri içine bir tutam devlet karşıtlığı ekleyip yeniden tartışır vvadesi geçmiş anarşist fikirleri eleştirmeksizin çağa uyarlarlar. Bu tür metinler bir anarşist olmanın ne demek olduğuna dair belirli bir standartları ve modelleri sorgulamadan güçlendirir. Bir meydan okumayı temsil eden yazılar dahi çok ender olarak harekete geçirici radikal praksisin parçası olabilecek türde zeki eleştirel tartışmaları uyandırıyormuş gibidir. Daha çok, genelde standartların, modellerin kaynağı, isyanın prametrelerini tanımlamanın yolları olarak kabul görürler. Bu kısmen, basılı materyalin doğasından gelir, düşüncenin veya tartışmanın canlı, akıcı doğasıyla uyumlu olmayan bir kalıcılığı vardır yazının. Okurların çoğu basılı materyallerin arkasındaki düşünce akışlarını görmekte zorluk çekerler.
O yüzden kutsal birşeyle karşı karşıyaymış gibi davranırlar - ya tapınırlar ya da saygısızlık gösterirler. Her iki tepki de beni memnun etmiyor, çünkü her ikisi de fikirlerin şeyleştiğini gösteriyor, fikirler pazarında metalara döndüklerini gösteriyor - bu fikirlerin kitabevlerinde satılmakta oldukları olgusuyl iyice pekişen bir görüntüdür bu. Anarşist yayının bir diğer yönü de propagandadır. Bu da anarşizmin reklamcı tarafıdır - fikirler pazarında büyük ölçüde sadece bir meta olduğunu kanıtlar bu. Anarşist propagandanın çoğu poropaganda kime yönelikse onun gözünde cazip bir anarşizm imgesi yaratma girişimidir. Bu yüzden, metinlerin çoğu insanların kafalarını rahatlatmak, anarşinin o kadar da uçlarda olmadığını göstermek, insanlara meydan okumadığını, aksine anarşist devrimden sonra bile güvenli, korunaklı yaşamlarına devam edebileceklerini göstererek huzur vermek amaçlarına hizmet ediyor. Anarşist yazının büyük kısmı, bu elimizdeki de dahil olmak üzere, büyük ölçüde anarşistler yarafından satın alındığı veya çalındığı için bunların altkültürün tanımlayıcı modellerinin yeniden kuvvetlendirilmesi ve kendi kendini rahatlatma girşimi olduğundan kuşkulanıyorum. Anti-otoriter yazını bulunabilir yapan yapılar tümüyle isyankar bir praksisi yaratmayı ve korumayı hedefleyen meydan okuyucu tartışmalar için bir şebeke sağlayabilirdi, ama tersine insanların çoğu kez körce bağlandıkları ve anarşist altkültürü güçlendiren “anraşist ilkeleri” izleyebilmeleri için onlara modeller ve yapılar çerçevesi sunuyor.
Radikal aktivizm anarşist altkültürün kamusal imgesinin bir başka yönüdür, özellikle militan kanadının. Büyük ölçüde solcu gösterilere katılımla oluşur, zaman zaman da anarşistler özel bir konu için kendi gösterilerini düzenlerler.
Bu aktivizmin arkasındaki bir motif insanları anarşizme kazandırmaktır. Bunu gerçekleştirmek için, anarşistlerin kendilerini tanımlanabilir bir varlık olarak ayırmaları ve kendilerini dönüştürmek istedikleri insanlara cazip göstermeleri gerekir.
Şu anda, aktivizmin çoğu gençliği ve özellikle punk gençliği çekmeye çalışmak için yapılıyormuş gibi gözüküyor.
Dolayısıyla anarşistler gösterilerde özellikle yüksek perdeden ve taşkın davranma eğilimindedirler, bir muhalefet imajı çizmek ve anarşistlerin işi “ciddiye aldıklarını” göstermek isterler. R.C.P. (Devrimci Komünist Parti) gibi diğer gruplar da taşkın ve muhalif tutumlar takındıklarından, anarşist militanlar ayrımı netleştirmek için bu grupları yüksek sesle teşhir etmek ve hatta onlarla kavgaya girişmek durumunda kalırlar - bu anarşist militanlar insanda endişe uyandırır, eylemleri Maocu zevzeklerin eylemlerine çok benzediğinden bilinçli bir şekilde kendilerini ayırmaya çabalarlar. Fakat anarşistlerin bu muhalefet ritüellerine katılmalarının tek sebebi protestancılıkları değildir. Çoğu anarşist bu ritüellere katılır çünkü uygun anarşist davranış budur. Onların kafalarında “anarşist” belirli bir sosyal aktiviteyi içeren bir roldür. Diğerlerinden daha taşkın ve biraz daha şiddet dolu olmasıyla öne çıkan bir solcu alttürüdür.
Bu onların anarşi ve isyanı gündelik hayatlarından ayırmalarına izin verir. “Bu eylem tahakkümü yıkmaya yardım ediyor mu, gösterinin altıonı oymaya ve özgür bir yaşam yaratmaya yardım ediyor mu?” gibi sorular yersizdir çünkü anarşizm arzuladığımız yaşamları kendimiz için yaratmak amacıyla çıktığımız özgürlük yolumuzda karşımıza çıkan herşeye isyanla değil militan aktivitelere katılımla tanımlanır. Kişi gösterilerde doğru şekilde aktif olduğu sürece anarşisttir, imajı kurtarır ve anarşist altkültürü korur.
Her ne kadar bu altkültürlerin bir kısmı - özellikle yayınlarla ilgili olanları - topluma gerçekten anarşist bir meydan okumanın parçası olma potansiyeli taşısalar da, anarşist altkültür onların enerjilerini kendi kendini korumaya ve yeniden üretmeye kanalize eder.
Altkültür, bizi ihtiyatlı yapma eğilimiyle, bizi bilinmeyenin meydan okumasıyla yüzleştirmek yerine bilinenin kucaklamaya götürmesiyle bize “limanlar, kesinlikler, sistemler” sunar. Anarşistler ve antiotoriterler, kendilerini isyankarlar olarak düşünürler, ama aslında isyanın sınırlarını tanımlayanlar ve isyanı reküpere edenlerdir.
Anarşist altkültür anarşinin altını oymuştur, onu ideolojik pazarda başka bir metaya dönüştürmüştür ve dolayısıyla onu toplumun başka bir kategorisi haline getirmiştir.
“Mesele kesin bir şekilde dışarıya adım atmaktır, farklılaşmak, kesin bir şekilde, kuraldan sapmak; arenadan histerik bir gayretle fırlamak; yola serpilmiş tuzaklardan sonsuza dek kaçınmak… Yaşasın İmkansız!”
Anarşist altkültürün eleştirisini kimi daha önemli rolleri ve yapılarının araştırılmasıyla bırakmak en önemli hatayı es geçmek demektir - yani onun bir altkültür olduğunu es geçmektir. Altkültürler belirli hussusiyetlere sahip belirli türde toplumsal fenomenler kurarlar.
Eğer bu hususiyetler isyan etmek için yeterli geçirgenlikteyse, eğer insanları kendileri için eylemeye itiyorsa, o zaman narsist altkültürü reforme etmek mümkün olabilir, ama hususiyetler doğrusu tam tersi yönde işleme eğilimindedirler. Bugüne dek çok sayıda isyankar altkültür, çok sayıda bohemya varoldu, hepsi de reküpere edildi.
Bu açıkça altkültürlerde içkin bireylerin onları parçası oldukları topluma gerçek bir meydan okuma sunmaktan alıkoyduğunu gösterir. Neden böyle olduğunu açıklamaya çalışmama izin verin.
Bir altkültürün varolabilmesi için, parametreleri kendilerini toplumdaki diğer gruplardan ayıracak şekilde tanımlanmış olmalıdır. Bir altkültür, resmi ya da yasal bir varlık olmadığından, bu parametrelerin herhangi bir resmi veya tanımlanmaya hazır formda olmaları şart değildir.
Daha çok, altkültürün doğasında içkindirler, altında yatan durumdurlar; ortak değerler, ortak idealler, ortak görenekler ve ortak ilişki kurma sistemleri içerirler.
Bu da altkültür içinde katılımın belirli bir tebaiyet seviyesini gerektirdiği anlamına gelir.
Bu bizim bu parametrelerin yorumlanmasına katılmama ihtimalini yok saydığımız anlamına gelmez - bu katılmamalar çok yoğun olabilir, çünkü dahil olanlar kendilerini grubun gerçek değerlerinin taşıyıcıları olarak görürler. Ama herhangi bir altkültüre gerçek tehdit parametreleri reddeden herhangi bir bireydir. Böyle biri tehlikelidir, ahlak karşıtıdır, herkes için tehlikelidir. Bir altkültürün parametrelerinin gerçekk değeri onun ahlak sisteminden anlaşılır. Kendisi genel olarak toplumdan üstün görmesine izin verecek bir yol sağlar. Böylece diğerleriyle otoritenin iki favori silahı olan suçluluk ve kendi kendini haklı görme üzerinden ilişki kurmak için bir yöntem yaratır. Bir altkültürün mevcudiyeti ve korunması bu nedenle kendisini koruyabileceği içselleşmiş bir otorite gereksinir. Parametrelerin yaratılması geri dönüşsüz şekilde parametrelerin dışında olarak algılananlara karşı bir hoşgörürsüzlüğe yol açar - özellikle eğer aynı seviyede rakipleriyse (yani RCP, SWP gibiler, ve benzerleri, anarşistler), ama ayrıca aynı zamanda kendi altkültürünün parçası kabul ettiği herkese karşı hoşgörür getirir. Altkültürün parametrelerinin farklı yorumları dolayısıyla, tartışmalar ve kavgalar, bazen hatta şiddetli biçimde yaşanabilir, ama yine de tanınabilir belirli bir birlik vardır ve anlaşmazlıkları belirli bir çerçeve içinde tutma eğilimi taşır. Bu tür bir hoşgörü altkültürü korumak için gereklidir. Ayrıca herşeyi bir dünyevi vasatlığın seviyesine indirgeme etkisi vardır. Aşırılıklara ancak altkültüre gerçek bir tehdit oluşturmadıkları sürece göz yumulur. Zarafet, tedbir, kibarlık altkültürün “farklılık içindeki birliğini” korumak için gerekli olan güdünün düzenini yansıtırlar. Çatışmaları ritüelleştirilme ve öngörülebilinir kılma eğilimi vardır. Özellikle anarşist altkültürde, çok ender yüzyüze, dürüst ve tutkulu çatışma yaşanır. Bunun yerine, yüzyüze ilişkiler kibarlığın ve bir altkültür ritüeli olan hoşgörünün elindedir, ve böylece genelde, sıkıcıdırlar. Ritüeller, zarafetler ve toplumsal maskeler aracılığıyla ilişki kurmayı öğrenmek, bizi serbestçe davranmayı bilmeyen cahiller haline getirmiştir. Ama bir altkültür kendini bu hoşgörü ritüelleri içinde koruyamaz, çünkü genel olarak oplumda olduğu gibi, bir altkültür de varlığının sürekliliği için tebaiyet, toplumsal uyum ve bireysel tutkuların bastırılmasına ihtiyaç duyar.
Altkültürler kendilerinin dışında kalan insanlarla ilişkilerinde, ya - dış dünyayla bağları minimalize ederek - bir tür ayrılıkçılığı seçmeye karar verme eğilimindedirler ya da altkültürün perspektifi üzerinden insanları kazanmanın yollarını arayarak bir tür protestancılığa meylederler.
Anarşist kültür protestanca davranmayı seçtiği için ben de işin bu kısmıyla ilgileneceğim.
Tüm protestanca davranan gruplar, Baptistlerden R.C.P.’ye, Moonilerden anarşist altkültüre, böyle davranırlar çünkü dünyanın özsel sorunlarına gerekli cevaplara sahip olduklarına ikna olmuş durumdadırlar. Başkalarını da buna ikna etmek bu tür altkültürlerdeki eylemlerin en önde gelen motifi haline gelir. Davranışlarıyla ve konuşmalarıyla bir özgüven imgesi sunmak ve kazanmak istedikleri insanlarla bir tür dayanışma içinde görünmek isterler.
Bu ütr altkültürler içindeki bireyler kendileri için değil idealleri için yaşarlar, doğruluğundan o kadar emin oldukları o cevap diğerlerini de iyileştirecek olan iksirdir. Belirli bir imgeye göre yaşarlar, ya da yaşamaya çalışırlar, bu yüzden de konformisttirler. Altkültürlerinin doğası gereği, anarşist altkültür de ancak anarşiyi ve isyanı bugünkü gündelik hayatlarımızın topraklarından kovarak ve onları toplumsal rollere uygun ideallere dönüştürerek varolabilirler. “Kendiliğindenliği” överler ama bu sırada kendiliğindenliğin içeriğini de tari ederler ve böylece onu bastırırlar. Tutkuların ve arzuların özgür ifadesi aslında teşvik edilmez, genelde tam tersi olur. Kendi çerçevesi içinde, anarşist altkültür genelde muhafazakardı r, kendi kendini korumak en birinci önceliğidir. Her yeni keşif ve araştırma varlığına yapılmış bir tehdittir ve kısa zamanda tanımlanmalı, sınırlanmalı ve onun tarafından reküper eedilmelidir. Bu hem kimi anarşistlerin daha gözüpek teorik araştırmalara verdikleri saçma, savunmacı tepkilerini açıklar hem de bu araştırmaların pratikten ayrılmış bir teori aleminde kalması eğilimini anlatır.
Bir altkültür güvenli bir yerdir, korunaklıdır, kişinin kendi kendisini tanımlayabileceği toplumsal rolleri ve ilişki sistemlerini bulmak içindir, serbest araştırmaların ve bilinmeyenle çarpışmanın yeri değildir. Bu yüzden anarşist altkültür canlı bir anarşinin ve isyanın ifadesi olamaz, ama sadece bir toplumun bunları tanımlama, sınırlama ve reküpere etme yolları olabilir.
Toplumun çocukları olarak, hepimiz kendimize güvenme konusunda, bilinmeyenden korkmakta ve özgürlüktense güvenliği tercih etmekte deneyimliyiz. Bir altkültürü yaratacak ve koruyacak davranışlara böyle kolayca yönelmemizde şaşırtıcı bir yan yoktur. Nefret ettiğimizi iddia ettiğimiz topluma uyma yolumuzun, onun yapısı içinde kendimiz için bir niş açma yolumuzun bu olduğunu itiraf etmenin zamanı geldi de geçiyor. Bu altkültür topluma gerçek bir tehdit olmadığından; sadece kuralları - tüm kurallar gibi - toplumun kuralarının bir altkümesi olan vefalı bir muhalefettir.
Dolayısıyla tedbiri rüzgara bırakmanın, mutlak sapmanın, sürrealistlerin dediği gibi, tüm kurallardan, anarşist altkültürün arenasından fırlamanın - ya da arenayı altüst etmenin - zamanı geldi.
Her zaman yerine ne koyacaksınız diyenler olacaktır, ama mesele tam da yerine bir şey koymamak. Otoriteye karşı çıktığını iddia etmiş olanlarımızın zayıflığı, sorunu, kafalarımızın içinde otoriteye, bir cevaba, bizi hizada tutacak bir yola duyduğumuz ihtiyaç.
Kendimize güvenmedik, ve anarşinin fiilen öne fırladığı anlarda, otoritenin geçici yıkılıp bütün imkanların açıldığı anlarda, bilinmeyeni araştırmaya, arzularımızı ve tutkularımızı yaşamaya cesaret edemedik. Tersine, gerçek tutkularımızı ve arzularımızı göğüslemekten kendimizi sakınarak isyanımızı salt isyan imgesine kanalize ettik.
Otoritenin reddi, tüm kısıtlamaların reddi, anarşist altkültürün reddini de içermelidir, çünkü o da bir otorite formudur. Bu destek olmayınca, elimizde kendimizeden başka hiçbir şey kalmaz.
Fani, sürekli değişen, tutkulu bireyler olarak, hepimiz yaşamlarımızı yaratmanın ve bizi kendi kalıbına dökmeye çalışan topluma karşı çıkmanın tek temeli oluruz.
İsyan bir yol olmaktan çıkar ve bunun yerine yaşamlarımızın elimizden alınmasına karşı an be an reddiyemiz olur. Anarşi bir ideal olmaktan çıkar ve bizim otoriteye verdiğimiz tahribata döner.
Bunu gerçekleştirmek için, kendimizi kurban olarak görmekten çıkmamız ve yaratıcı insanlar olarak görmemiz şart. Gündelik yaşamlarımızda karşılaştıkça toplumun kuvvetli yanlarını ve zayıflıklarını kesin bir biçimde değerlendirebilmek ve zekice altını oyabilmek için dünyayla ilişki kurma biçimimize nüfuz etmiş negatif paranoyanın reddedilmesi gerekir.
Pozitif paranoya - toplumun ve bizi içine soktuğu cehennemin cinnet halleri olduğunun ve dünyanın mücizeler ve güzelliklerle dolu olduğunun, dünyada en derin arzularımızın ve çok daha fazlasının gerçekleşebileceğinin tanınması - ortaya çıkarılmalıdır. Ondan sonra bilinmeyenle yüzleşmeye, sadece hoşgörüyü bir kenara koyup dürüst çatışmayı kabul ederek birbirimizle özgürce ve tutkuyla ilişki kurmaya cesaret edebiliriz.
Kendi arzularımızdan, rüyalarımızdan ve yaşam tutkumuzdan aldığımız kuvvetle topluma karşı çıkmaya cesaret edeceğiz. Kolay cevapların, sistemlerin ve güvenliklerin kurduğu hapishaneleri reddedeceğiz, ve bilinmeyeni araştırmakta bulunan esrikliği, otoritenin bizden saklamaya çalıştığı mucizeler dünyasını keşfetme serüveni içinde bulunan özgürlüğü tercih edeceğiz.
Bizden ne alındıysa bunu geri almalıyız ve bir altkültüre tabi olarak geri alamayız, ilk önce bilinmeyene dalarak, ne denli isyankar ve rahat olursa olsun bizi bastırmış olan herşeyi arkada bırakma riskini göze alarak tümüyle topluma karşı olmalıyız.
“Herşey her zaman ve otomatikman tümüyle riske edilmelidir. Kişi, en azından, labirentte bulunan ipliğin onu başka bir yere götürmesi gerektiğini bilir.”
FERAL FAUN
Anarşist altkültür belli ki isyankar etkinlik, tarihsel araştırma, toplumsal analiz (teori), yaratıcı oyun ve benin özgürleşmesi arayışları ihtiva ediyor. Ama bunlar toplumu anlamayı hedefleyen ve kendi yaşamlarımızı yaratabilmemizin olanaklarını açacak entegre bir praksis olarak varolmuyorlar, ama daha çok toplumsal kurallar olarak, zaman zaman üstüste çakışan, ama çoğunlukla ayrı duran özellikle kendi kendilerini ve yarattıkları altkültürü korumak işlevi gören bir praksisler bütünü olarak var oluyorlar. Bu altkültür de, daha sonra, onları yaratıyor.
Siyaseten doğrucu militanlar altkültürdeki radikal eylemi domine ediyorlar. Toplumsal analiz ihtiyacını reddediyorlar. Sonuçta, meseleler çoktan sol liberaller tarafından ortaya konmuştur - feminizm, gay kurtuluşu, ırkçılık karşıtlığı, hayvanların kurtuluşu, ekoloji, sosyalizm, savaş karşıtlığı - buna bir tutam da devlet karşıtlığı da eklediniz mi tamamdır. İşte size anarşizm! Ha, öyle değil mi?
Kimsenin anarşist kimliklerinden kuşku duyamayacağını garantilemek için, anarşist militanlar gösterilerde en çok bağıran olurlar, birkaç bayrak yakarlar ve aynasızlarla, faşistlerle ve RCP’lilerle (Devrimci Komünist Parti) her karşılaştıkları yerde dövüşmeye hazır olurlar. Yapmayacakları şey faaliyetlerini ya da militan olarak rollerini analiz etmektir; toplumun gerçekten altını mı oyuyorlar yoksa sadece sadık muhalefet rolünü mü oynuyorlar, gösteri toplumunun gösterisi içindeki rollerini oynayarak toplumu mu güçlendiriyorlar, bunu anlamaya çalışmaktır. Analiz yapmayı reddedişleri kendi kendilerini kandırmalarıyla, anarşizme döndürülmesi gereken bir kitle hareketinin bir parçası olduklarına inanmalarıyla sonuçlanıyor.
Halbuki bu kıtada böyle bir kitle hareketi yok ve militanların faaliyetleri anarşist altkültürdeki yerlerini sağlamlaştırmaktan başka bir işe yaramayan muhalefet ritüelleri içinde geçiyor. Anarşist tarihçiler genelde profesörler, yayıncılar ve kitabevi idarecileri, anarşist tarihle ilgili bilgilerin ulaşılabilirliğini sürdürmekle ilgileniyorlar. Bu insanların çoğu iyi niyetli, ama tarihlerine eleştirel analiz uygulamakta başarısız oluyorlar. Anarşist tarihsel materyalin büyük kısmı mitoloji, kahramanlar, şehirler ve taklit edilecek modeller yaratmak amacıyla hizmet ediyor gibi.
Ama tüm bu modeller geçici anarşist durumlardan fazlasını yaratmaya yardım etmiyorlar. Bu, en azından, otoriteler tarafından ezildiklerine dair basit iddianın ötesinde, neden ve nasıl başarısız olduklarını soruşturmaya yol açıyor. Böyle bir analizin eksikliği, anarşist tarihi bugünün otorite karşıtı mücadeleleri için büyük anlamda yararsız kıldı, anaakım anarşist tarih toplum için neyse anarşist altkültür de ona döner, yani şeylerin mevcut düzenini ayakta tutan bir mite… Kimi otorite karşıtı teorisyenler toplumun en temel ayaklarına saldırdılar, evcilleştirilmemizdeki rollerini gösterdiler. Teorisyenlerin bu tür şeyleri araştırmaları kimilerinin “anarşist” etiketini de bir kenara bırakmasına neden oldu, otoriteyi reddedişleriyle ve yazıları ve arkadaşları vasıtasıyla altkültürlerle kurdukları bağ uyarınca altkültür içindeki rollerini de sürdürdüler. Ve düşünsel araştırmalarının tüm derinliğinin sonucu olarak ortaya çıkan belirli bir çalışmayı reddetme, büyük mağazalardan hırsızlık yapma ve küçük çaplı vandallıklar pratiklerinin özeti gibiydi.
Eleştirilerinde açığa çıkardıkları tahakkümün tümüne karşı isyanlarını ifade etmenin pratik yollarını aramadıkları için, bu eleştiriler radikal teori olarak keskinliklerini yitiriyorlar ve daha çok felsefeye benziyorlar. Artık etkin bir isyanın aracı olmayan düşünceleri bunun yerine anarşist düşüncenin zihinsel sınırını tanımlayan bir araca, herhangi bir alanın yeterince radikal olup olmadığını anlamaya yarayan bir araca dönüyor. Bu şekilde, anarşist altkültür içinde aydının rolü de sürer gider. Yaratıcı oyun da altkültür içinde özelleşmiştir. Sanatın yerini herkesin oynadığı kendiliğinden, yaratıcı, özgür oyunun alması çağrısını yapan eleştiriyi unutarak, posta sanatçıları, performans sanatçıları ve “karşı-sanatçılar” sanat kategorisini kendileri için talep ettiler, kendiliğindenliği ve özgürlüğü yıktılar ve faaliyetlerinin çoğu - festivaller, vahşi şiir okuma günleri, doğaçlamaya dayanan gürültü müziği gösterileri ve etkileşimli tiyatrolar - çok eğlenceli olabilir ve bu anlamda katılmaya değer, ama, sanat adıyla çerçeveye oturtulduğunda, yıkıcı ısırıkları cansızlaşıyor demektir. Yaratıcılığa kıymet biçerken, bu sanatçılar “yaratıcı olmayı” eğlenmekten daha önemli hale getirdiler ve sanat yaratımı sırasında birşeylerin kullanılıyor olabileceğine dair eleştirilerini azalttılar. Yaratıcı süreç rekupere edilerek sanat işleri yapan üretici bir emek formuna büründürülmüştür. Detournement eylemleri posta sanatı şovlarında gösteriye dönüştüler.
Yıkıcılık toplum tarafından sanat olarak rekupere edildi. Sanatın toplumsal ve kültürel bir kategori olduğunu yok sayarak, anarşik sanatçılar sanatın kültüre karşı muhalefet ettiğini iddia ederler, ama faaliyetleri onlar için anarşist altkültür içinde kültürel işçi rolünü yaratır. Situasyonistler devrimci praksisin terapatik olmaya ihtiyaç duyduğunu söylediklerinde, kimi Kuzey Amerikalı anarşistlerin buna ve birkaç tam hazmedilmemiş situasyonist fikirlerle birlikte new age psikoterapilerine bağlanmanın yollarını bulacakları konusunda elbette hiçbir fikirleri yoktu - fakat, yani, bu Yankeeler (ve Kanadalılar) kuşkusuz yaratıcı tipler, öyle değil mi?
New age terapileri anarşist altkültüre büyük ölçüde feminist, gay kurtuluşu ve benzeri hareketler üzerinden geldi. Bu terapileri uygulamak için verilen sebepler kendi kendini keşfetme ve öz kurtuluştu. Ama tüm psikoterapiler - hümanist ve “üçüncü güç” psikologlarını nkiler dahil - insanları topluma entegre etmek için geliştirilmişti. Feministler, gay kurtuluşçuları ve benzeri gruplar terapatik teknikleri kullanmaya başladıklarında, bireylerin dünyayı görüp hakkında eylem yapabilecekleri ortak bir çevreye entegre olmalarına yardım etti. Anarko-terapistler bu tür pratikleri meditasyon, oyun terapisi, destek ve ayrı mekanlar için uyguladılar. Meditasyon gerçekten içkinin veya uyuşturucunun fiziksel zararlarına uğramadan başvurulabilecek bir kaçış biçimidir.
Gündelik yaşamın sıkıntılarını hafifletir, kaldırılamayacak kadar ağır olmalarını engeller. Bu şekilde, faydalı da olabilir, ama kişinin kendi kendini özgürleştirmesine faydası olmaz.
Terapi olarak oyun, sanat olarak oyun gibi, yıkıcı keskinliğini yitirmiştir. Parametreleri tanımlanmıştır, güvenli bir yer haline gelir, istimi salınmıştır, taşıdığı bütün risklerle gerçek bir kopuş olmaktan uzaklaşmıştır. Otoriteye ya da iş ahlakına meydan okumaz, çünkü oynadığı oyun güvenli bir biçimde üretici yararlılığın çerçevesine oturtulmuştur ve düzenli bir çerçeve içinde olsa otoriteye meydan okuyabilecek kaotik enerjiyi açığa çıkarır. Destek grubu terapisi kendi kendini aldatmanın özellikle sinsi bir biçimidir. Bir grup insan paylaştıkları varsayılan ortak bir sorun, yük ya da baskı hakkında konuşmak üzere biraraya gelirler. Bu pratik anında sorunu gündelik hayatın evreninden çekip alır, bireysel ilişkilerden ve belirli koşullardan kopartır, ve ideolojik bir çerçeveye oturabileceği “bizim ortak sıkıntımız” evrenine taşır.
Destek grupları grubun çalışmasını şekillendirecek belirli bir amaç etrafında toplanırlar (başka türlü zaten neden oluşturulsunlar ki?), sonuçlar da grup ideolojisinin çerçevesine sıkıştıracak biçimde çıkartılır.
Ayrı mekanların (kadınlara özel, gaylere özel, vs.) yaratımı da dışarıdan hiçbir öğenin girememesini garanti ederek destek grubu terapisinin en kötü eğilimlerini güçlendiriyor. Anarşistler bu pratiğin otoriter yanlarını ve saklı bağnazlığını görmezden geliyor, ezilen grupların pratiği olduğu için hoş görüyorlar. Tüm bu terapatik formlar insanları gündelik hayat deneyimlerinden ayırıyor ve onları belirli bir toplumsal ve ideolojik çerçeveye entegre olmaya hazırlanabilecekleri ayrı bir “terapatik” aleme yerleştiriyorlar.
Anarko-terapistler söz konusu olduğunda, anarşist altkültürün çerçevesi ve bu çerçevede oynayacakları rol sözkonusu oluyor. Benim anarşist altkültürde tanıştığım insanların çoğu samimi insanlardır. Gerçekten otoriteye saldırmak ve onu yıkmak isterler.
Ama onlarda toplumun bir üretimidirler, kendilerine ve arzularına güvenmeme ve bilinmeyenden korkma eğitimi almışlardır.
Kendileri uyarlayabilecekleri roller de içeren bir altkültür bulunca hazır rollere soyunmayı çok daha kolay bulurlar. İsyancı çevrenin bir parçası olduklarını bilmek rahatlatıcıdır, topluma karşı kendileri için karanlıkta yaşamanın riskini gerçekten üstlenmeye yeğdir bu. Ve bu “anarşist” roller bir toplumsal yapıya ve dünyayla ilişki kurma biçimine oturur ve geniş olarak bakıldığında anarşist altkültürün özüne eşittirler ki bu da ayrı bir araştırma konusudur.
“rıhtımlar, kesinlikler ve sistemlerin beğenisi oluşturmak bir anakronizm olmaz mı?”
Anarşist altkültürün yapısı büyük ölçüde yayın projelerinin, kitabevlerinin, kolektif yaşam stüdyolarının ve radikal aktivizmin etrafında odaklanmıştır. Bu projeler ve onları yürütme yöntemleri altkültürü yeniden üreterek anarşist “sosyal yardım” yöntemlerini yaratırlar.
Yarattıkları şey pek çok açıdan evanjelik dini bir şekli andırır. Anarşist altkültür öğelerini oluşturan projelerin çoğu konsensüsle karar alma süreçleri aracılığıyla kolektif olarak yürütülür. Çok azı arkadaşların yardımlarıyla yürüyen tekil bireylerin projeleridir. (Ancak altkültürün saçaklarında neredeyse tümü bireysel projeler olan çok sayıda broşür projesi yer alır.)
Konsensüsün eleştirisini daha sonraya bırakıyorum. Şimdilik, şunu söylemekle yetinelim, konsensüs süreci bireysel iradenin bir bütün oalrak grup iradesine boyun eğdirilmesini ve anında eyleme geçmenin toplantılara ve kararalma süreçlerine boyun eğdirilmesini gerektirir. Niteliği gereği muhafazakar bir eğilmedir bu, çünkü sadece herkes katılırsa değiştirilebilecek politikalar yaratır. Bireylerin tabii olduğu görünmez bir otoritedir, dahil oldukları projeyi ya da anarşist altkültürü sorgulama imkanlarını sınırlar.
Anarşistlerin büyük çoğunluğu tek başlarına veya sevgilileriyle yaşarlar. Ama, bazen basitçe daha ekonomik olacağı gerekçesiyle (en az illüzyon içeren gerekçe budur), daha sıklıkla yaşayan bir destek grubu durumu yaratmak için, ortak bir projede daha kolay yeralabilmek ya da “teoriyi pratiğe geçirebilmek” için, anarşistlerin çoğu kolektif yaşamın ayarlanmasını daha iyi bir seçenek olarak görür.
Destek gruplarını daha önce ele aldığım için burada sadece şunu ekleyeceğim: bir destek grubunun içinde yaşamak destek grubu terapisinin bütün izole edici ve ideolojik yönlerini abartma eğilimini yansıtır.
Bir kolektif yaşama durumu elbette ortak bir projeyi paylaşmanın finansal sorunlardan insanları projeyi tartışmak için biraraya getirmeye kadar pek çok yönünü kolaylaştırabilir.
Ayrıca projenin izole edici olma, kendi kendini besleme, gerekli eleştirel girdiyi kaybetme ihtimalini arttırır. ama esas bu yaşayan durumlarda “teoriyi pratiğe geçirdiğini” iddia edenlerdir kendi kendini kandırmanın en yüksek seviyesini pratiğe geçirenler.
Topluca yaşama durumları yeni ilişki kurmanın yeni biçimlerini araştırmak için birer temel olabilirdi, ama bu tür durumların yarı-kalıcılığı toplumsal rollerin ve yapıların yaratılmasına meyleder ve yeni araştırmalar benim tanıdığım evsakinlerinin peşinde oldukları şey kesinlikle değil.
Teoriyle pratik arasındaki “teoriyi pratiğe geçirmek” deyişinin ima ettiği ayrım bu beraber yaşama durumlarının görece aynılığında açıkça görülür.
Anarşistlerin çoğu insanların birbiriyle ilişkiye geçme biçimlerini yönetmesi gereken belirli prensiplerin olduğuna inanırlar. Kendi yaşama kolektiflerinde, toprak işgallerinde ve squatlarında, prensiplerine göre yaşamya girişirler. Ortak yaşama durumları teorik-pratik araştırmalar değildir, daha çok, bireylerin önceden tasarlanmış bir toplumsal yapıya itaat etmeleridir. Anarşist ev izole edici bir durum olduğundan, dünyanın orta yerinde bir tür alternatif gerçeklik sunduğunda bu prensipler bu durumlarda test edilmez.
Anarşist squatlar istisna olmak üzere - bunlar, hiç değilse, mülk sahiplerine ve mülkiyetin otoritesine bir meydan okuma sunarlar - bu evler dışsal otoritelere diğer herkes gibi davranır, kiralarını (ya da gayrı mülk vergilerini) ve faturalarını öderler, ve çalışırlar ya da refah biriktirirler. Bu evler toplumun altını oymak için çok az şey yaparlar eğer herhangi birşey yapıyorlarsa, ama insanlar için, isyankarlık duygularını koruyabilecekleri ve altkültürün onlara bu duyguyu ifade edebilecekleri bir güvenli yer vereceği içinde yaşayabilecekleri bir yapı sunarlar.
Anarşist altkültürün tarihi, teorisi ve bilgisi için ana kaynaklar çeşitli yayın projeleri (periyodikler dahil) ve kitabevleridir. Bir noktaya kadar, bu projeler kapitalist sisteme bağlanmak zorunda kalırlar ve çok ender olarak devrimci nitelik taşırlar. Grup projesi olduklarında, genelde konsensüsle yürütülürler, küçük bir işletmeyi yürütmek veya bir dergi veya bir kitap çıkarmak için uzun, sıkıcı toplantılara katlanmakta anarşistçe bir yan olduğuna dair absürd varsayıma dayanır bu konsensüsler. Ama bu projelerin beni gerçekten rahatsız eden yanı anarşist altkültürdeki düşünce çerçevesini nasıl yıkacağımıza dair ve yabancılaşmanın ve tahakkümün doğasını araştırmak ve tartışmak için bir provokasyon olmak yerine bu düşünce çerçevesini tanımlamanın araçları haline gelme eğilimi taşımaları.
Büyük ölçüde bu provokasyon noksanlığı yapılan yayınlarda mevcuttur. Anarşist yayınların çoğu, gerek kitaplar gerekse dergiler, eski anarşist yazıların eleştirel olmayan yeniden basımlarından oluşur, solcu görüşleri içine bir tutam devlet karşıtlığı ekleyip yeniden tartışır vvadesi geçmiş anarşist fikirleri eleştirmeksizin çağa uyarlarlar. Bu tür metinler bir anarşist olmanın ne demek olduğuna dair belirli bir standartları ve modelleri sorgulamadan güçlendirir. Bir meydan okumayı temsil eden yazılar dahi çok ender olarak harekete geçirici radikal praksisin parçası olabilecek türde zeki eleştirel tartışmaları uyandırıyormuş gibidir. Daha çok, genelde standartların, modellerin kaynağı, isyanın prametrelerini tanımlamanın yolları olarak kabul görürler. Bu kısmen, basılı materyalin doğasından gelir, düşüncenin veya tartışmanın canlı, akıcı doğasıyla uyumlu olmayan bir kalıcılığı vardır yazının. Okurların çoğu basılı materyallerin arkasındaki düşünce akışlarını görmekte zorluk çekerler.
O yüzden kutsal birşeyle karşı karşıyaymış gibi davranırlar - ya tapınırlar ya da saygısızlık gösterirler. Her iki tepki de beni memnun etmiyor, çünkü her ikisi de fikirlerin şeyleştiğini gösteriyor, fikirler pazarında metalara döndüklerini gösteriyor - bu fikirlerin kitabevlerinde satılmakta oldukları olgusuyl iyice pekişen bir görüntüdür bu. Anarşist yayının bir diğer yönü de propagandadır. Bu da anarşizmin reklamcı tarafıdır - fikirler pazarında büyük ölçüde sadece bir meta olduğunu kanıtlar bu. Anarşist propagandanın çoğu poropaganda kime yönelikse onun gözünde cazip bir anarşizm imgesi yaratma girişimidir. Bu yüzden, metinlerin çoğu insanların kafalarını rahatlatmak, anarşinin o kadar da uçlarda olmadığını göstermek, insanlara meydan okumadığını, aksine anarşist devrimden sonra bile güvenli, korunaklı yaşamlarına devam edebileceklerini göstererek huzur vermek amaçlarına hizmet ediyor. Anarşist yazının büyük kısmı, bu elimizdeki de dahil olmak üzere, büyük ölçüde anarşistler yarafından satın alındığı veya çalındığı için bunların altkültürün tanımlayıcı modellerinin yeniden kuvvetlendirilmesi ve kendi kendini rahatlatma girşimi olduğundan kuşkulanıyorum. Anti-otoriter yazını bulunabilir yapan yapılar tümüyle isyankar bir praksisi yaratmayı ve korumayı hedefleyen meydan okuyucu tartışmalar için bir şebeke sağlayabilirdi, ama tersine insanların çoğu kez körce bağlandıkları ve anarşist altkültürü güçlendiren “anraşist ilkeleri” izleyebilmeleri için onlara modeller ve yapılar çerçevesi sunuyor.
Radikal aktivizm anarşist altkültürün kamusal imgesinin bir başka yönüdür, özellikle militan kanadının. Büyük ölçüde solcu gösterilere katılımla oluşur, zaman zaman da anarşistler özel bir konu için kendi gösterilerini düzenlerler.
Bu aktivizmin arkasındaki bir motif insanları anarşizme kazandırmaktır. Bunu gerçekleştirmek için, anarşistlerin kendilerini tanımlanabilir bir varlık olarak ayırmaları ve kendilerini dönüştürmek istedikleri insanlara cazip göstermeleri gerekir.
Şu anda, aktivizmin çoğu gençliği ve özellikle punk gençliği çekmeye çalışmak için yapılıyormuş gibi gözüküyor.
Dolayısıyla anarşistler gösterilerde özellikle yüksek perdeden ve taşkın davranma eğilimindedirler, bir muhalefet imajı çizmek ve anarşistlerin işi “ciddiye aldıklarını” göstermek isterler. R.C.P. (Devrimci Komünist Parti) gibi diğer gruplar da taşkın ve muhalif tutumlar takındıklarından, anarşist militanlar ayrımı netleştirmek için bu grupları yüksek sesle teşhir etmek ve hatta onlarla kavgaya girişmek durumunda kalırlar - bu anarşist militanlar insanda endişe uyandırır, eylemleri Maocu zevzeklerin eylemlerine çok benzediğinden bilinçli bir şekilde kendilerini ayırmaya çabalarlar. Fakat anarşistlerin bu muhalefet ritüellerine katılmalarının tek sebebi protestancılıkları değildir. Çoğu anarşist bu ritüellere katılır çünkü uygun anarşist davranış budur. Onların kafalarında “anarşist” belirli bir sosyal aktiviteyi içeren bir roldür. Diğerlerinden daha taşkın ve biraz daha şiddet dolu olmasıyla öne çıkan bir solcu alttürüdür.
Bu onların anarşi ve isyanı gündelik hayatlarından ayırmalarına izin verir. “Bu eylem tahakkümü yıkmaya yardım ediyor mu, gösterinin altıonı oymaya ve özgür bir yaşam yaratmaya yardım ediyor mu?” gibi sorular yersizdir çünkü anarşizm arzuladığımız yaşamları kendimiz için yaratmak amacıyla çıktığımız özgürlük yolumuzda karşımıza çıkan herşeye isyanla değil militan aktivitelere katılımla tanımlanır. Kişi gösterilerde doğru şekilde aktif olduğu sürece anarşisttir, imajı kurtarır ve anarşist altkültürü korur.
Her ne kadar bu altkültürlerin bir kısmı - özellikle yayınlarla ilgili olanları - topluma gerçekten anarşist bir meydan okumanın parçası olma potansiyeli taşısalar da, anarşist altkültür onların enerjilerini kendi kendini korumaya ve yeniden üretmeye kanalize eder.
Altkültür, bizi ihtiyatlı yapma eğilimiyle, bizi bilinmeyenin meydan okumasıyla yüzleştirmek yerine bilinenin kucaklamaya götürmesiyle bize “limanlar, kesinlikler, sistemler” sunar. Anarşistler ve antiotoriterler, kendilerini isyankarlar olarak düşünürler, ama aslında isyanın sınırlarını tanımlayanlar ve isyanı reküpere edenlerdir.
Anarşist altkültür anarşinin altını oymuştur, onu ideolojik pazarda başka bir metaya dönüştürmüştür ve dolayısıyla onu toplumun başka bir kategorisi haline getirmiştir.
“Mesele kesin bir şekilde dışarıya adım atmaktır, farklılaşmak, kesin bir şekilde, kuraldan sapmak; arenadan histerik bir gayretle fırlamak; yola serpilmiş tuzaklardan sonsuza dek kaçınmak… Yaşasın İmkansız!”
Anarşist altkültürün eleştirisini kimi daha önemli rolleri ve yapılarının araştırılmasıyla bırakmak en önemli hatayı es geçmek demektir - yani onun bir altkültür olduğunu es geçmektir. Altkültürler belirli hussusiyetlere sahip belirli türde toplumsal fenomenler kurarlar.
Eğer bu hususiyetler isyan etmek için yeterli geçirgenlikteyse, eğer insanları kendileri için eylemeye itiyorsa, o zaman narsist altkültürü reforme etmek mümkün olabilir, ama hususiyetler doğrusu tam tersi yönde işleme eğilimindedirler. Bugüne dek çok sayıda isyankar altkültür, çok sayıda bohemya varoldu, hepsi de reküpere edildi.
Bu açıkça altkültürlerde içkin bireylerin onları parçası oldukları topluma gerçek bir meydan okuma sunmaktan alıkoyduğunu gösterir. Neden böyle olduğunu açıklamaya çalışmama izin verin.
Bir altkültürün varolabilmesi için, parametreleri kendilerini toplumdaki diğer gruplardan ayıracak şekilde tanımlanmış olmalıdır. Bir altkültür, resmi ya da yasal bir varlık olmadığından, bu parametrelerin herhangi bir resmi veya tanımlanmaya hazır formda olmaları şart değildir.
Daha çok, altkültürün doğasında içkindirler, altında yatan durumdurlar; ortak değerler, ortak idealler, ortak görenekler ve ortak ilişki kurma sistemleri içerirler.
Bu da altkültür içinde katılımın belirli bir tebaiyet seviyesini gerektirdiği anlamına gelir.
Bu bizim bu parametrelerin yorumlanmasına katılmama ihtimalini yok saydığımız anlamına gelmez - bu katılmamalar çok yoğun olabilir, çünkü dahil olanlar kendilerini grubun gerçek değerlerinin taşıyıcıları olarak görürler. Ama herhangi bir altkültüre gerçek tehdit parametreleri reddeden herhangi bir bireydir. Böyle biri tehlikelidir, ahlak karşıtıdır, herkes için tehlikelidir. Bir altkültürün parametrelerinin gerçekk değeri onun ahlak sisteminden anlaşılır. Kendisi genel olarak toplumdan üstün görmesine izin verecek bir yol sağlar. Böylece diğerleriyle otoritenin iki favori silahı olan suçluluk ve kendi kendini haklı görme üzerinden ilişki kurmak için bir yöntem yaratır. Bir altkültürün mevcudiyeti ve korunması bu nedenle kendisini koruyabileceği içselleşmiş bir otorite gereksinir. Parametrelerin yaratılması geri dönüşsüz şekilde parametrelerin dışında olarak algılananlara karşı bir hoşgörürsüzlüğe yol açar - özellikle eğer aynı seviyede rakipleriyse (yani RCP, SWP gibiler, ve benzerleri, anarşistler), ama ayrıca aynı zamanda kendi altkültürünün parçası kabul ettiği herkese karşı hoşgörür getirir. Altkültürün parametrelerinin farklı yorumları dolayısıyla, tartışmalar ve kavgalar, bazen hatta şiddetli biçimde yaşanabilir, ama yine de tanınabilir belirli bir birlik vardır ve anlaşmazlıkları belirli bir çerçeve içinde tutma eğilimi taşır. Bu tür bir hoşgörü altkültürü korumak için gereklidir. Ayrıca herşeyi bir dünyevi vasatlığın seviyesine indirgeme etkisi vardır. Aşırılıklara ancak altkültüre gerçek bir tehdit oluşturmadıkları sürece göz yumulur. Zarafet, tedbir, kibarlık altkültürün “farklılık içindeki birliğini” korumak için gerekli olan güdünün düzenini yansıtırlar. Çatışmaları ritüelleştirilme ve öngörülebilinir kılma eğilimi vardır. Özellikle anarşist altkültürde, çok ender yüzyüze, dürüst ve tutkulu çatışma yaşanır. Bunun yerine, yüzyüze ilişkiler kibarlığın ve bir altkültür ritüeli olan hoşgörünün elindedir, ve böylece genelde, sıkıcıdırlar. Ritüeller, zarafetler ve toplumsal maskeler aracılığıyla ilişki kurmayı öğrenmek, bizi serbestçe davranmayı bilmeyen cahiller haline getirmiştir. Ama bir altkültür kendini bu hoşgörü ritüelleri içinde koruyamaz, çünkü genel olarak oplumda olduğu gibi, bir altkültür de varlığının sürekliliği için tebaiyet, toplumsal uyum ve bireysel tutkuların bastırılmasına ihtiyaç duyar.
Altkültürler kendilerinin dışında kalan insanlarla ilişkilerinde, ya - dış dünyayla bağları minimalize ederek - bir tür ayrılıkçılığı seçmeye karar verme eğilimindedirler ya da altkültürün perspektifi üzerinden insanları kazanmanın yollarını arayarak bir tür protestancılığa meylederler.
Anarşist kültür protestanca davranmayı seçtiği için ben de işin bu kısmıyla ilgileneceğim.
Tüm protestanca davranan gruplar, Baptistlerden R.C.P.’ye, Moonilerden anarşist altkültüre, böyle davranırlar çünkü dünyanın özsel sorunlarına gerekli cevaplara sahip olduklarına ikna olmuş durumdadırlar. Başkalarını da buna ikna etmek bu tür altkültürlerdeki eylemlerin en önde gelen motifi haline gelir. Davranışlarıyla ve konuşmalarıyla bir özgüven imgesi sunmak ve kazanmak istedikleri insanlarla bir tür dayanışma içinde görünmek isterler.
Bu ütr altkültürler içindeki bireyler kendileri için değil idealleri için yaşarlar, doğruluğundan o kadar emin oldukları o cevap diğerlerini de iyileştirecek olan iksirdir. Belirli bir imgeye göre yaşarlar, ya da yaşamaya çalışırlar, bu yüzden de konformisttirler. Altkültürlerinin doğası gereği, anarşist altkültür de ancak anarşiyi ve isyanı bugünkü gündelik hayatlarımızın topraklarından kovarak ve onları toplumsal rollere uygun ideallere dönüştürerek varolabilirler. “Kendiliğindenliği” överler ama bu sırada kendiliğindenliğin içeriğini de tari ederler ve böylece onu bastırırlar. Tutkuların ve arzuların özgür ifadesi aslında teşvik edilmez, genelde tam tersi olur. Kendi çerçevesi içinde, anarşist altkültür genelde muhafazakardı r, kendi kendini korumak en birinci önceliğidir. Her yeni keşif ve araştırma varlığına yapılmış bir tehdittir ve kısa zamanda tanımlanmalı, sınırlanmalı ve onun tarafından reküper eedilmelidir. Bu hem kimi anarşistlerin daha gözüpek teorik araştırmalara verdikleri saçma, savunmacı tepkilerini açıklar hem de bu araştırmaların pratikten ayrılmış bir teori aleminde kalması eğilimini anlatır.
Bir altkültür güvenli bir yerdir, korunaklıdır, kişinin kendi kendisini tanımlayabileceği toplumsal rolleri ve ilişki sistemlerini bulmak içindir, serbest araştırmaların ve bilinmeyenle çarpışmanın yeri değildir. Bu yüzden anarşist altkültür canlı bir anarşinin ve isyanın ifadesi olamaz, ama sadece bir toplumun bunları tanımlama, sınırlama ve reküpere etme yolları olabilir.
Toplumun çocukları olarak, hepimiz kendimize güvenme konusunda, bilinmeyenden korkmakta ve özgürlüktense güvenliği tercih etmekte deneyimliyiz. Bir altkültürü yaratacak ve koruyacak davranışlara böyle kolayca yönelmemizde şaşırtıcı bir yan yoktur. Nefret ettiğimizi iddia ettiğimiz topluma uyma yolumuzun, onun yapısı içinde kendimiz için bir niş açma yolumuzun bu olduğunu itiraf etmenin zamanı geldi de geçiyor. Bu altkültür topluma gerçek bir tehdit olmadığından; sadece kuralları - tüm kurallar gibi - toplumun kuralarının bir altkümesi olan vefalı bir muhalefettir.
Dolayısıyla tedbiri rüzgara bırakmanın, mutlak sapmanın, sürrealistlerin dediği gibi, tüm kurallardan, anarşist altkültürün arenasından fırlamanın - ya da arenayı altüst etmenin - zamanı geldi.
Her zaman yerine ne koyacaksınız diyenler olacaktır, ama mesele tam da yerine bir şey koymamak. Otoriteye karşı çıktığını iddia etmiş olanlarımızın zayıflığı, sorunu, kafalarımızın içinde otoriteye, bir cevaba, bizi hizada tutacak bir yola duyduğumuz ihtiyaç.
Kendimize güvenmedik, ve anarşinin fiilen öne fırladığı anlarda, otoritenin geçici yıkılıp bütün imkanların açıldığı anlarda, bilinmeyeni araştırmaya, arzularımızı ve tutkularımızı yaşamaya cesaret edemedik. Tersine, gerçek tutkularımızı ve arzularımızı göğüslemekten kendimizi sakınarak isyanımızı salt isyan imgesine kanalize ettik.
Otoritenin reddi, tüm kısıtlamaların reddi, anarşist altkültürün reddini de içermelidir, çünkü o da bir otorite formudur. Bu destek olmayınca, elimizde kendimizeden başka hiçbir şey kalmaz.
Fani, sürekli değişen, tutkulu bireyler olarak, hepimiz yaşamlarımızı yaratmanın ve bizi kendi kalıbına dökmeye çalışan topluma karşı çıkmanın tek temeli oluruz.
İsyan bir yol olmaktan çıkar ve bunun yerine yaşamlarımızın elimizden alınmasına karşı an be an reddiyemiz olur. Anarşi bir ideal olmaktan çıkar ve bizim otoriteye verdiğimiz tahribata döner.
Bunu gerçekleştirmek için, kendimizi kurban olarak görmekten çıkmamız ve yaratıcı insanlar olarak görmemiz şart. Gündelik yaşamlarımızda karşılaştıkça toplumun kuvvetli yanlarını ve zayıflıklarını kesin bir biçimde değerlendirebilmek ve zekice altını oyabilmek için dünyayla ilişki kurma biçimimize nüfuz etmiş negatif paranoyanın reddedilmesi gerekir.
Pozitif paranoya - toplumun ve bizi içine soktuğu cehennemin cinnet halleri olduğunun ve dünyanın mücizeler ve güzelliklerle dolu olduğunun, dünyada en derin arzularımızın ve çok daha fazlasının gerçekleşebileceğinin tanınması - ortaya çıkarılmalıdır. Ondan sonra bilinmeyenle yüzleşmeye, sadece hoşgörüyü bir kenara koyup dürüst çatışmayı kabul ederek birbirimizle özgürce ve tutkuyla ilişki kurmaya cesaret edebiliriz.
Kendi arzularımızdan, rüyalarımızdan ve yaşam tutkumuzdan aldığımız kuvvetle topluma karşı çıkmaya cesaret edeceğiz. Kolay cevapların, sistemlerin ve güvenliklerin kurduğu hapishaneleri reddedeceğiz, ve bilinmeyeni araştırmakta bulunan esrikliği, otoritenin bizden saklamaya çalıştığı mucizeler dünyasını keşfetme serüveni içinde bulunan özgürlüğü tercih edeceğiz.
Bizden ne alındıysa bunu geri almalıyız ve bir altkültüre tabi olarak geri alamayız, ilk önce bilinmeyene dalarak, ne denli isyankar ve rahat olursa olsun bizi bastırmış olan herşeyi arkada bırakma riskini göze alarak tümüyle topluma karşı olmalıyız.
“Herşey her zaman ve otomatikman tümüyle riske edilmelidir. Kişi, en azından, labirentte bulunan ipliğin onu başka bir yere götürmesi gerektiğini bilir.”
FERAL FAUN
STREETART SEGİSİNDE SANSÜR
bu serginin kordinatörü olan Pertev Emre Tastaban ve cevresindekilere:
ULUÇ' un duvara yaptıgı yapıştırmaya uyguladıgınız sansür hareketinin altından kalkmanız şu andan sonra mümkün görünmüyor.
sergi için sokakta çalışan insanları bu mekana iş yapmaya ikna etmiş olmanız işlerine hükmetme hakkını vermez.
bu organizsyonu yapmak ayrı şey sergi küratörlüğüne kalkışmak ayrı şeydir. boyunuzu aşan bir sergi yaptınız bunu farkedemediniz.
sokakta resim yapan yazı yazan insanı, amniyet gelecek izin alamayız, belediye başkanı gelecek ne der ! diye sansür koyamassınız.
safa yatmaya kalkmayın,bunları düşünürken tesadüfen yanında oldugum için duydum ve sizi bir gün önce uyardım sakın sansür yapmayın dedim.
sergi günü ise aynen düşündüğünüzü gerçekleştirmişsiniz. pürü pak tertemiz bir sergi olmuş. elinize sağlık.
emniyet ve belediye başkanının yapacagı sansürü, onların yerine yaptıgınız için , kanımca bir onur plaketi alırsınız.
sizin amacınız sokak sanatı falan filan değil. fuat gelsin parti yapalım mış. bu kadar insanı kandırmak ciddi bir iştir. bu işin altından kolay kalkamazsınız.
ayrıca sadece uluç degil başka bir katılımcının duvarda yazılan bazı sloganlarıda silinmiş. maşallah şahane çalışmışsınız.
sergi öncesi duydugumuz endişeler boşuna değilmiş. sizi ciddiye alıp iyi niyetle orada çalışan herkesi kandırdınız.
bir ehlileştirme projesine dönüştürülen bu sergide olmaktan utanç duyuyorum.
MORPHOSİS SERGİSİ SOKAK SANTININ SANSÜRLENDİĞİ SERGİDİR. adı böyle bilinecek.....
M. Başol
ps: Metin yazarından izinsiz kullanılmış ve sansürlenen arkadaşın işi yazı ile verilen görseldir
14 Haziran 2009 Pazar
12 Haziran 2009 Cuma
Morphosis / GRAFFİTİ- STREETART PAINTING EXHIBITION (boyama- sergi)
Morphosis / GRAFFİTİ- STREETART PAINTING EXHIBITION (boyama- sergi)
Street Art Istanbul oluşumu değişime Banker Han’dan başlıyor!
Galata bölgesinde bulunan, Banker Han, 12 Haziran Cuma günü graffiti ve post graffiti'nin örneklerine ev sahipliği yapıyor. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaşayan ve farklı alanlarda çalışmalar üreten sanatçılar, 12 Haziran günü Banker Han’da bir araya gelerek 600m2'lik bir alanda işlerini sergileyecek. Mekanı ziyaret edenler, şimdiye kadar sokakta karşılaştıkları graffiti ve stencil örneklerini bir arada görebilecekleri gibi, sanatçılarla tanışma imkanı da bulacak. Günboyu sürecek olan açılış partisi, 18:00’da Açık Radyo, karga, araf records,deform muzik dj’lerinin performansı ile başlayıp, Gaia'nın poi gösterisi, A.P.O ve MC FUAT ERGİN’in konserleriyle sona erecek. Mekan, ay boyunca ziyaretçilere, müdahaleye ve değişime açık olacak. Banker Han İstanbul’da Osmanlı döneminde, devlete borç veren Galata bankerlerinin konuşlandığı sokakta yer alan Banker Han, bugün boş ve kullanılmayan bir mekandır. Street Art İstanbul, her katı 222 metrekare olmak üzere 6 katlık bir yapı olan Banker Han’ın üç katını Kooridoor Çağdaş Sanat tarafından desteklenen Morphosis etkinliği çerçevesinde, yaşayan bir mekana dönüştürecek.
Adres: Banker HanBanker sokak Galata – Istanbul
Tarih: 12 Haziran CumaAçılış Partisi :18:00
12 Haziran – 13 temmuz 2009sergi
hergün 18:30 a kadar görülebilir.
STREET ARTISTS
BAY PERŞEMBE + SEBEKE
BOMBA FONDA
BONAN
CİNS
dAS METALdeniz m örnek
EMR3
FLY PROPAGANDA
gogo
hikmet vandal
ini
Kedü
KIRDöK+1
kuyara
Lakormis
Madcat
Murat başol
Nenuka
osman
PET 05
RR
RAD
Wide
YENİ ANIT
GRAFFİTİ WRİTERS
S2K CREW
IAC CREW
COPIKSTAR
MATEMAN
CYPE
Street Art Istanbul oluşumu değişime Banker Han’dan başlıyor!
Galata bölgesinde bulunan, Banker Han, 12 Haziran Cuma günü graffiti ve post graffiti'nin örneklerine ev sahipliği yapıyor. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaşayan ve farklı alanlarda çalışmalar üreten sanatçılar, 12 Haziran günü Banker Han’da bir araya gelerek 600m2'lik bir alanda işlerini sergileyecek. Mekanı ziyaret edenler, şimdiye kadar sokakta karşılaştıkları graffiti ve stencil örneklerini bir arada görebilecekleri gibi, sanatçılarla tanışma imkanı da bulacak. Günboyu sürecek olan açılış partisi, 18:00’da Açık Radyo, karga, araf records,deform muzik dj’lerinin performansı ile başlayıp, Gaia'nın poi gösterisi, A.P.O ve MC FUAT ERGİN’in konserleriyle sona erecek. Mekan, ay boyunca ziyaretçilere, müdahaleye ve değişime açık olacak. Banker Han İstanbul’da Osmanlı döneminde, devlete borç veren Galata bankerlerinin konuşlandığı sokakta yer alan Banker Han, bugün boş ve kullanılmayan bir mekandır. Street Art İstanbul, her katı 222 metrekare olmak üzere 6 katlık bir yapı olan Banker Han’ın üç katını Kooridoor Çağdaş Sanat tarafından desteklenen Morphosis etkinliği çerçevesinde, yaşayan bir mekana dönüştürecek.
Adres: Banker HanBanker sokak Galata – Istanbul
Tarih: 12 Haziran CumaAçılış Partisi :18:00
12 Haziran – 13 temmuz 2009sergi
hergün 18:30 a kadar görülebilir.
STREET ARTISTS
BAY PERŞEMBE + SEBEKE
BOMBA FONDA
BONAN
CİNS
dAS METALdeniz m örnek
EMR3
FLY PROPAGANDA
gogo
hikmet vandal
ini
Kedü
KIRDöK+1
kuyara
Lakormis
Madcat
Murat başol
Nenuka
osman
PET 05
RR
RAD
Wide
YENİ ANIT
GRAFFİTİ WRİTERS
S2K CREW
IAC CREW
COPIKSTAR
MATEMAN
CYPE
8 Haziran 2009 Pazartesi
Gerçeklik Terörüne Karşı...
http://borgesdefteri.blogspot.com/2009_06_01_archive.html#3696315601901689424
www.borgesdefteri.blogspot.com
www.borgesdefteri.blogspot.com
7 Haziran 2009 Pazar
polis katilleri balosu
ne kadar da heyecanlıydın
sana galaksileri gösterebilmek için
miğdemi kestiğimiz günde
sakın! o kanlı makinaya hiç dokunma
şimdi kablolar
sen olmadan uyuyamayacaklardır
nerede süt içsem kara sevda senfoniktir
içimde hayvanlar ölür
sen çok uzaklarda
deniz üstünde
gülüşlerin gözlerini bağlarsın
eşek leşleriyle radyoaktif güneş
polis katileri balosu ve quasarlar varoldukça
sen dağ başlarında kibritler yakacaksın.
baran
sana galaksileri gösterebilmek için
miğdemi kestiğimiz günde
sakın! o kanlı makinaya hiç dokunma
şimdi kablolar
sen olmadan uyuyamayacaklardır
nerede süt içsem kara sevda senfoniktir
içimde hayvanlar ölür
sen çok uzaklarda
deniz üstünde
gülüşlerin gözlerini bağlarsın
eşek leşleriyle radyoaktif güneş
polis katileri balosu ve quasarlar varoldukça
sen dağ başlarında kibritler yakacaksın.
baran
Her şey sadece kendisi için ölü olabilir
evrende, şeylerin var olmaları tanımlı olmalarıyla mümkün, hatta özdeştir. başka bir deyişle,
kavramların insan için bir gerçeklik olması kendine ait tanımının varlığına bağlıdır.örneğin ağaç
denildiğinde aklımızda oluşan şeyin kökleri, dalları ve yaprakları vardır. basit bir mantıkla
olguyu tersten açıklarsak kökleri ve dalları olan şey ağaçtır.
her tanım aynı zamanda tanımladığı şeyin doğasını oluşturur. ''benzin yanıcı ve akışkandır'' önermesinde
yanıcı ve akışkan olma benzinin tanımlarındandır ve onun doğasının da birer parçasıdır.
önemli olan bir diğer konu ise, kavramların doğasına uygunluğudur. ağaç örneğinden açıklamak
istersek, doğasının bir parçasında kökleriyle toprağa bağlı olan ağaç koşamadığı için kendini
özgürlükten yoksun hissetmez. ağaç koşamadığı için özgür olmadığını öne sürdüğü an, özgürlük kavramı yabancılaşmış,
gerçeklikle bağını koparmıştır. bu değişim sonucu kavram kendi amacını yitirir ve anlamı dışında başka bir anlamı
karşılıyor görünür.(bu görüntü içeriksizdir.)
bu tür yanılsamalar bir çok kavramı yanlış yorumlamamıza yol açar. tüm bu söylediklerimi tam da bu tür kavramları
doğru olarak anlamamız ve doldurmamız için söylüyorum. örneğin tüm gerçekliği kendi gözleriyle gören, kendi aklıyla bilen birey
değer yargılarını bu yargıları üreten kurumlardan aldıkça bir yabancılaşmaya sürüklenmez mi? ben kendim için özken
ve sen sadece fenomenken bencillik nasıl bir kavramdır? ya da sen benim için sadece bir görüntüyken, ölmen nasıl yorumlanabilir?
japon balığın öldüğünde ağlarsın. peki ya tamamen görünmez, hissedilemez, varlığı algılanamaz olsa ağlar mıydın?
herşey sadece kendisi için ölü olabilir. tam da bu yüzden evreni görebilen her göz kendisi için bir evrendir.
en kafa karıştırıcı olanlardan bir de nasıl oluyorda insan inandığı bir değer adına ya da sevdiği biri için canından vazgeçebiliyor.
madem ki tüm değerler benin dışında katagorize ediliyor, o zaman nasıl olur da bir görüntü özden daha değerli olabiliyor.
bu olay söylediklerime bir antitez değil bir örnektir. açıklayayım; her insan kendini var etme eğilimindedir. bu, anlamlı olmayla
mümkündür. ( sonsuz elemanlı bir küme içerisinde sonsuz konbinasyon mümkündür ve biz o olasılıklardan biriyiz. anlam kavramını yaratır
ve kendi yaşamımızın anlamlı olması gerekliliği gibi bir yanı yanılgıya kapılırız.) kendimizi adadığımız şey için işlevsel olmak bizi
var eder. sevdğiniz o insan için ölümü göze alır ve sevginizi dolayısıyla kendinizi gerçekleştirirsiniz.
Baran
kavramların insan için bir gerçeklik olması kendine ait tanımının varlığına bağlıdır.örneğin ağaç
denildiğinde aklımızda oluşan şeyin kökleri, dalları ve yaprakları vardır. basit bir mantıkla
olguyu tersten açıklarsak kökleri ve dalları olan şey ağaçtır.
her tanım aynı zamanda tanımladığı şeyin doğasını oluşturur. ''benzin yanıcı ve akışkandır'' önermesinde
yanıcı ve akışkan olma benzinin tanımlarındandır ve onun doğasının da birer parçasıdır.
önemli olan bir diğer konu ise, kavramların doğasına uygunluğudur. ağaç örneğinden açıklamak
istersek, doğasının bir parçasında kökleriyle toprağa bağlı olan ağaç koşamadığı için kendini
özgürlükten yoksun hissetmez. ağaç koşamadığı için özgür olmadığını öne sürdüğü an, özgürlük kavramı yabancılaşmış,
gerçeklikle bağını koparmıştır. bu değişim sonucu kavram kendi amacını yitirir ve anlamı dışında başka bir anlamı
karşılıyor görünür.(bu görüntü içeriksizdir.)
bu tür yanılsamalar bir çok kavramı yanlış yorumlamamıza yol açar. tüm bu söylediklerimi tam da bu tür kavramları
doğru olarak anlamamız ve doldurmamız için söylüyorum. örneğin tüm gerçekliği kendi gözleriyle gören, kendi aklıyla bilen birey
değer yargılarını bu yargıları üreten kurumlardan aldıkça bir yabancılaşmaya sürüklenmez mi? ben kendim için özken
ve sen sadece fenomenken bencillik nasıl bir kavramdır? ya da sen benim için sadece bir görüntüyken, ölmen nasıl yorumlanabilir?
japon balığın öldüğünde ağlarsın. peki ya tamamen görünmez, hissedilemez, varlığı algılanamaz olsa ağlar mıydın?
herşey sadece kendisi için ölü olabilir. tam da bu yüzden evreni görebilen her göz kendisi için bir evrendir.
en kafa karıştırıcı olanlardan bir de nasıl oluyorda insan inandığı bir değer adına ya da sevdiği biri için canından vazgeçebiliyor.
madem ki tüm değerler benin dışında katagorize ediliyor, o zaman nasıl olur da bir görüntü özden daha değerli olabiliyor.
bu olay söylediklerime bir antitez değil bir örnektir. açıklayayım; her insan kendini var etme eğilimindedir. bu, anlamlı olmayla
mümkündür. ( sonsuz elemanlı bir küme içerisinde sonsuz konbinasyon mümkündür ve biz o olasılıklardan biriyiz. anlam kavramını yaratır
ve kendi yaşamımızın anlamlı olması gerekliliği gibi bir yanı yanılgıya kapılırız.) kendimizi adadığımız şey için işlevsel olmak bizi
var eder. sevdğiniz o insan için ölümü göze alır ve sevginizi dolayısıyla kendinizi gerçekleştirirsiniz.
Baran
İlhan Berk Defteri 2
hani dolaşmışsınız ya dağlarda
evde yokmuşsunuz,
evin olmazlığının dert edildiği kare bir masada
giacometti ben ve siz
ve şu an her birimiz evsiziz
evde olmayışınızın boşluğu ile
dağlara gidişiniz arasındaki mesafe
kat ettiğiniz yol ve boyunca kuradurduğunuz dizeler usunuzda
giacometti’in ayakları, uzun,
ve gölgeler
ki sizin de yolunuza düştüler
ki düştüler
dolaştığınızca bir eviniz yok idi
ve evinizde olduğunuzca yoktu dağ
iki varın da yokun da bağlandığı: dize.
şiir bir konstrüksiyon
ve mimarlığınız -ın coğrafyasızlığı- burada başlıyor
soyut bir mimari
uçuşgan geometri
dağlarda derdiğinizi
eve vardırdığınızda
alfabetik bir yapının inşaası sözkonusu
dağlarda dolaştığınız sürece evde olmamaklık söz edilen değildi
evde olduğunuzda yazdığınız dağlarda dolaştığınız
yol boyu düşündüğünüz de değildi dolaşmak ve durmak
ki bir yandan dolaşılan
dağ denli evdi de
siz evde de dolaştınız ve evde yoktunuz
ki zaten mimarlığınıza metafizik bulaşacaktı da
“ev geçmişte kalmıştı/r”
şenol erdoğan
moda
2009
sonbahar sonu
evde yokmuşsunuz,
evin olmazlığının dert edildiği kare bir masada
giacometti ben ve siz
ve şu an her birimiz evsiziz
evde olmayışınızın boşluğu ile
dağlara gidişiniz arasındaki mesafe
kat ettiğiniz yol ve boyunca kuradurduğunuz dizeler usunuzda
giacometti’in ayakları, uzun,
ve gölgeler
ki sizin de yolunuza düştüler
ki düştüler
dolaştığınızca bir eviniz yok idi
ve evinizde olduğunuzca yoktu dağ
iki varın da yokun da bağlandığı: dize.
şiir bir konstrüksiyon
ve mimarlığınız -ın coğrafyasızlığı- burada başlıyor
soyut bir mimari
uçuşgan geometri
dağlarda derdiğinizi
eve vardırdığınızda
alfabetik bir yapının inşaası sözkonusu
dağlarda dolaştığınız sürece evde olmamaklık söz edilen değildi
evde olduğunuzda yazdığınız dağlarda dolaştığınız
yol boyu düşündüğünüz de değildi dolaşmak ve durmak
ki bir yandan dolaşılan
dağ denli evdi de
siz evde de dolaştınız ve evde yoktunuz
ki zaten mimarlığınıza metafizik bulaşacaktı da
“ev geçmişte kalmıştı/r”
şenol erdoğan
moda
2009
sonbahar sonu
DDR Hayalbaz Action
1 Haziran 2009 Pazartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)