RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE

THE DIN OF STREET SPIRIT SOUNDS IN THE RYTHME OF DREAMS

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Müstehcen 1 Giriş






Uzak kavramların aynı sözcüklerde yaşamaları her zaman zorluk çıkarıyor. Hayatta müstehcen olanla sanatta müstehcen olan arasındaki fark o kadar büyük ki, aynı kelimeye sıkıştırılmaları doğru değil. Sadece bu sıkışıklıktan kaynaklanan gerilimin kendisi başlı başına bir yanlışlık kaynağı olabiliyor, şöyle ki, müstehcen adı altında bir araya yığılmış bir sürü şey ayıp ya da utanç verici olduğu varsayılan bir ortak paydada, mesela ilk akla gelen, çıplaklıkta toplanabiliyor. Korkarım müstehcen sözcüğünün en genel çağrışımları bu yüzden çoğunlukla erotik ya da pornografik tabir ettiğimiz görsel malzemeye işaret ediyor.

Oysa açık kalmış bir fermuarın ya da kaçık çorabın uyandırdığı müstehcenlik hissi (görüntünün hem vericisi hem de alıcısı için) nerden baksanız kurgulanmış bir erotik görüntüden çok daha güçlüdür. Aslında ne bir çıplaklar kampı, ne de çırçıplak Nambikwara yerlilerinin fotoğrafları örneğin, hiç de müstehcen değildir. Profesyonel pornografik malzemeler, dış etkiler tarafından cebren uyandırılmadıkları sürece, izleyicisinde utanç uyandırmaz. Yani, eğer sözcüğü ‘utanç verici’ anlamında kullanıyorsak, çoğunlukla yerli yerinde kullanmıyoruz demektir. Zannediyorum, gerçekten müstehcen diyebileceğimiz bir görüntü, sanatsal olsun olmasın, onu gören kişide görmemesi gereken bir şey görmüş olma duygusunu uyandıran bir şeydir. Talep üzerine arz edilen, kendisine biçilen maddi ya da manevi herhangi bir değer karşılığında sergilenen, ya da sergilenmeye değecek bir şey olduğu bile düşünülmeyecek kadar doğal olarak orada olan bir çıplaklığa müstehcen dememek gerekir. O halde kategori bir hayli daralıyor. Tartışmasız müstehcen kabul edileceğini sandığım üç örnek üzerinden gidelim: Resimde Picasso, yazında Bataille ve fotoğrafta Madonna.

Picasso’nun resminin müstehcenliği hiçbir zaman figürlerin çıplaklığından ileri gelmedi. Bu ne arzu uyandıran bir müstehcenlikti ne de estetik hazza hitap ediyordu. Picasso’nun müstehcenliği dokunulamayana dokunmasındaki arsızlıktan ileri geliyordu. Abartılmış cinsel organlara yakıştırılmış küçük kafaların, hor kullanılmış bedenlerin kaba sabalığının hoyratça açığa vurulmasının, estetize edilmiş değerlerin alaya alınmasının ve saklı gizli deformasyonların öne çıkışının insanda yarattığı esef, bu plastik sanatların gelmiş geçmiş en fütursuz istilasıydı. Berger Picasso’nun boyalarla küfrettiğini söyler. Picasso’da büyüleyici olan, tam da müstehcendir.

Yazın sanatında en birinci müstehcenlik örneğimiz Bataille , çünkü Gözün Hikayesi, en saf ve salt haliyle, ancak ve ancak müstehcendir. Müstehcenliği sadece cinsel fantezinin en uç sınırlarını zorlamasından değil, ölümü pornografik bir öğeye dönüştürmesinden de değil, Bataille’in kendi çocukluğunun muhtemelen yüzleşmekte en çok zorlandığı anılarını bu cinsel fantezilere yüklemiş olmasının yarattığı müstehcen etkidir. Kitabın en aşırı, en müstehcen, en yürek dayanmaz fantezileri, Bataille’in annesinin intiharı, savaştan ağır hasarla dönen babasının hezeyanlı çırpınışları, ve bir boğa güreşinin estetize edilmesi en güç imgelerinin çağrışımlarından doğmuştur. Sontag, Bataille’in büyük buluşunun pornografinin cinselliğe değil ölüme dair olduğunu anlaması olduğunu söyler.

Yine Sontag’a göre, basitçe pornografik deyip geçemeyeceğimiz, daha derin, daha temel, ve bir yandan da mahrem bir yarayı kaşıyan Sade, Leutreamount, Bataille gibi adamlar ‘müstehcen’in insan bilincinin birincil nosyonu olduğunu görürler. Onların eseri hasta toplumun yadırgadığı, ittiği, tiksindiği bedeni görmezden gelmemektir. Ama o beden sadece çıplak değildir, çıplak ve örselenmiş, çıplak ve satılmış, çıplak ve yüzülmüş, çıplak ve yakılmış, çıplak ve kurban edilmiştir. Ve tıpkı Picasso’nun kullanılmış ve hor kullanılmış bedenleri gibi, bu yakılıp yıkılmış bedenlerin algısı insana haz verir. Ortaçağın diri diri yakma törenleri, mahkumun canlı canlı derisinin yüzüldüğü ya da taşlandığı idamlar, en basitinden bir canlının öldürülmesi ve etinin yenmesi (carnivor sözcüğünün kökenini hatırlayın) orji niteliği taşıyan, kurbanın giysilerinden öte, teninden öte, iç organlarından öte, ruhunun sıyırıldığı, en derin, en gizli, en mahrem yerinin teşhir edildiği törenlerdir. Yine Bataille’e göre, aşkın bir deneyim, kaynağı ne olursa olsun, müstehcen bir deneyimdir.

Ne var ki aydınlanma sonrasında müstehcen deneyimler giderek zorlaşıyor, modernleşmeyle birlikte iyice pret’e porte’ye dönüşüyor. Günümüzde ancak insanı az çok heyecanlandıran şeylere müstehcen diyoruz. Bu genellikle erotik bir deneyim oluyor, pornografik olabilir, sanal olmasında zarar yok. Sontag’ın kullandığı anlamıyla aldığımız bir müstehcen deneyim ise illa ki bilişsel seviyede seyrediyor, ama nasıl?! Medeni insanlığımız her türlü aşkınlık ve aşırılık ihtiyacını artık sadece televizyon seyrederek giderebiliyor, bu şekilde travmalar daha küçük ama bu müstehcenlerin heyecanı da o oranda sönük. Her nevi görüntünün bombardımanına tutulmuş dağarcıklarımız ve aşırı uyarılmış nörotransmitterlarımızla, en dehşet verici şeylere olduğu kadar en utanç verici şeylere de duyarsızlaştık. Arada sarsıcı şeyler olmuyor değil, ama hepsi atlatılabilir, kavramlaştırılabilir, normalize edilebilir. Gerçek hayatın en mahrem, en müstehcen teşhirleri yayın akışından gelip geçerken kılımızı kıpırdatmasa bile, müstehcen sanattan kolay yutulmayan lokmalar çıkıyor, çok şükür. Barthes’in işaret ettiği üzere, fotoğraf özellikle vurucu olabiliyor.

Bu konuda verilebilecek yüzlerce örnek içinden tutup Madonna’nın müstehcen fotoğraflarını seçmemin nedenini nasıl açıklamalıyım bilmiyorum… Madonna’nın bir röpörtajda kendisini sıkıştırmak isteyen spikerin “Çocuklarınızın Sex kitabınızı okumasını ister misiniz?” sorusunu şöyle cevapladığını hatırlarım: “Hayır, hiçbir çocuğun okumasını istemem, çocuk kitabı değil.” Cevap gayet sağlam, üstelik bir ermiş sükuneti ve olgunluğuyla veriliyor, ne yazık ki bahsi geçen müstehcen ‘sanat’ ürününün sadece bir sex fotoğrafları kitabı olmadığını anlatmaya yetmiyor. Aslında Madonna’nın Sex’i 1990’ların popüler sanat anlayışını sadece müstehcenlik kulvarında zorlamadı, kitaptaki bir diğer görsel mesaj o kadar baskındı ki, müstehcenliği ister istemez solladı: tabulaştırılmış ötekinin birleşilebilirliği ve rollerin değiştirilebilirliği. Tabulara dokunmak o veya bu ölçüde kahramanca bir hareket olduğu için, müstehcen olan, hani neredeyse arada kaynayıp gitmişti.

Müstehcenin kavram olarak sıyrılmakta en çok zorluk çektiği karmaşa da kanımca budur: Mahremi sergilemek her zaman cüretkar, her zaman kahramanca bir şeydir. En müstehcen fotoğraflar, çıplaklığın değil çirkin, kusurlu, rahatsız edici olanın en çıplak haliyle sergilendiği görüntülerdir. Savaşlarda görüntülenen ölüm anlarına atfedilen estetik ve manevi yücelikler onları toplama kamplarında resimlenen ölüm anlarının müstehcenliğinden alıkoyar örneğin. Gerçekten müstehcen bir görüntü, bir canlının o en mahrem halinin, acı ve acizliğin, insan aklının çarpıtmalarıyla giydirilemeyecek kadar çıplak, değerleriyle süslenemeyecek kadar yalın bir görüntüsüdür. Göreni gidip kendisini öldürmek isteyecek kadar çok utandıran bir görüntüdür. Demek isterdim ki, çağımızın en müstehcen sanat eseri, memesinden bir damla süt gelmesi umuduyla bir devenin cinsel organını yalayan çocukların fotoğrafıdır.

Gözde Genç, Mayıs 2009

1 yorum:

Ozan Durmaz dedi ki...

Güzel yazı, tebrikler. Örneklendirmeler üzerinden kavramın bizim için ne demek olduğunun içinin doldurulması açısından özellikle gerekliydi sanırım, zira benimki biraz manifestovariydi...

Ancak sadece baştaki sözcüğün içini dolduran kavramlar kısmına bir işaret etme hissiyatı duydum. O da şöyle ki; bence sözcükler, yani aslında bir bütün olarak dil, bir savaş alanıdır. Sözcüklerin içlerinin bilinçli ya da bilinçsiz, özgür ya da şartlandırılmış farketmeden doldurulmaları da bu politik savaşın çıktılarıdır. Bu anlamda müstehcen sözcüğünü dolduran ayıp algısı, bir yanlışlık değil, politik bir tavırdır diye düşünüyorum.

Tekrar tebrikler...