RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE

THE DIN OF STREET SPIRIT SOUNDS IN THE RYTHME OF DREAMS

20 Ocak 2008 Pazar

Ballard'a Övgü...


İçuzayımdan Dökülen Yakın Geleceğin Mitosları

Martinsen, Sheppard’ın peşinde gökyüzünde oyunlar oynuyordu onunla. Bir bakıma umutsuz bir oyalama oyunu. Picasso’nun güvercinlerini çiziyor, Max Ernst’in hayali kuşlarından uçurtmalar yapıyor, quetzalı çağırıyordu. Martinsen aslında sadece Ellen’in hayaletinin tutkuyla bağlı olduğu güneşe kaybolmamasına uğraşıyordu. Tüm uçma elementleri, kanatlar, uçurtmalar, kuş desenleri onun uçmasına yardımcı olmak bir yana; Martinsen in çarpışık takıntı dünyasında bir tür kafes işlevi görüyordu.
Sheppard karısının ölmediğine inanmaktan çok; Cape Kennedy de insanlık yaşamının yeni bir aşamaya girdiğini ve yeni dönüşümün anahtarının uzay hastalığı olduğunu biliyordu. Ellen’i ve evlerinde füglerle kendini ölü zamana hapsetmiş binlerce uzay hastasının kuruluş anahtarı olan zaman makinesini inşa etmeye çalışıyordu. Bu terkedilmiş kumsal tüm geçmiş ve geleceğin aynı anda açıldığı bir uzay-zaman kapısıydı. Kozmosun bu yeni doğuşunda ölüm, yaşam gibi kavramların bir geçerliliği yoktu. Tüm insanlar, kuşlar ve sihirli her şey için ahir zaman peygamberi Sheppard kendini sonsuzluğun anahtarına bulmaya adar. Terkedilmiş uzay rampaları, boş yüzme havuzları, doğanın yeniden egemen olduğu coğrafya, gerçek ve hayali tüm kuş türleriyle birlikte; anamız güneşe geri dönmek adına...

Rafet Arslan

Ömer Uluç


Akademi:

Akademizm, kurallar demektir. Kuramsallaşma ve kurumsallaşma demektir. Akademi demek, tasnif demek, ayırma/bölme, etiketlemek, yapıştırmak, zarflara koymak, çekmecelere koymak demek. Bir nevi akademi, bir düşünceler morgudur. Modernin ötesi, 10-15 yıldır oluşan estetiği, bir mantığa oturtmaya çalışıyor. Halbuki ne tarihin ne sanatın çizgisel olmadığı bugün en çok bilinen şey. Dadaizmden ve sürrealizmden geçmiş, bunu yaşamış bir ülkenin sanata bakışıyla, bunu görmemiş ve yaşamamış bir ülkenin sanata bakışı çok ama çok farklı.


Büyük Sis Dönemi:

Çelişkiler, karmaşa, kaos, geleceğin en az belirgin olabildiği 'Büyük Sis Dönemi' diyorum ben buna... Bundan bir yıl sonra politik ya da ekonomik olarak nerede olacağımızı kimse bilemiyor. Bu hakikaten büyük bir yenilik... Sanatçının özgür olması, kendisini özgürleştirmek için en uç yaşam tecrübelerine girmesidir. Örnek olarak Amerikan sanatı, en çok dadaizmi öğrenerek sürrealizmle özgürleşebildi. Amerikan'ın en özgün sanatı olan pop sanatı ve sonrası böyle ortaya çıktı.


Biçim:

Diğer taraftan hemen burada söyleyeyim ki, ne video, ne enstalasyon, ne fotoğraf, ne suluboya gene benim için yasak olamaz ve kısıtlanamaz. Dadaizmin ve sürrealizmin öğretisi her şeyin, her şey olabileceği ya da her şeyin hiçbir şey olabileceğidir. Önemli olan tutarlılık değil, tutkudur.


Sanatın Duruşu:

Bakın, sosyal ve politik meselelerde tabii gibi görünen karşı çıkma niye sanatta tabii ve ideolojik olmasın diyeceksiniz. Olmaz çünkü sanat, toplumsal gelişmelerin aynası filan değildir. Onu ya önceden göstermiştir ya da sonradan sonuçlarını gösterecektir... Dolayısıyla ideolojiktir ama aydınların anlamak istediği anlamda değil. Louise Bourgeois, 1950 tarihli Duchamp'la yaptığı bir konuşmada sanat yapıtının yaradılışını tartışıyor ve sanat yapıtının genesisine ilişkin iki aşamadan bahsediyor. Birinci aşama, yaratım eyleminden önceki durum, sosyolojik ve kişisel açılardan oluşuyor. Yaratım esnasını ise şöyle sıralıyor: yaratma eylemini içeren deneyim, size kullandığınız aracın direnmesi, bir mülk olarak da aracın kendisini sahiplenmek...


Politik Doğruculuk

Sanatçı, doğrucu olmak zorunda değildir. Çelişkilerden de uzak değildir. Zaten de politiktir. Bu noktada aydın ve sanatçı ayrımı var. Bir aydın için bu bir ana program olabilir. Ama sanatçı, aydının girmeye korktuğu yerlerde dolaşır


19 Ocak 2008 Cumartesi

cins+rad soluk kesiyor..


12 Ocak 2008 Cumartesi

Gökçen...


come and play with me...

11 Ocak 2008 Cuma

ENTERNASYONEL

Dear Surrealist friends,

Dear all,I hope that all of you in the Surrealist Action Group of Turkey are alive and on fireas usual!

You can see the first Spanish translations of your works, in "Archivo Surrealista" (from BuenosAires, Argentine), clicking here:http://www.archivosurrealista.com.ar/GruposTurquia.html

Big hugs friends, and until next time!

Juan Carlos Otano
Grupo Surrealista
del Rio de la PlataBuenos Aires / Montevideo

3 Ocak 2008 Perşembe

Plastic City/Time Out İstanbul

Micheal Merriam'ın derginin ingilizce versiyonunun kasım sayısında çıkan makalesini aynen veriyoruz...


Plastic city Michael Merriam (2007-11-09)

Michael Merriam ponders the possibilities for İstanbul's punk Surrealist movement
Shrug, during conversation, and say that this or that painter is basically Surrealist. Cezanne, even, or Matisse. I mean: life doesn't look like that. Heads will see-saw back and forth, but no one will argue with you. Now talk about punk. Identify your favourite band as a punk band. Play it safe ('The Fall') or don't ('The Bangles'). There's going to be a fight. The error in your thinking, which should have been obvious to you, will be pointed out with rancour and vitriol. Nobody knows what punk means. It is unknowable. Whoever voices the Real Punk movement will be revered as some kind of God. Especially if that happens here.

Surrealism is all things to all people; punk is nothing to no one. For Turks today, though, the two movements don't make much sense without each other. Yüksel Arslan, the greatest Turkish Surrealist (and, really, the only one known outside Turkey), was contemporary with Andre Breton and the originals. His work hangs in the İstanbul Modern. Visit it, and look closely: there's nothing punk about it: it ranges from a low moan to a stage-whisper. Few painters are that quiet. Max Ernst wasn't quiet. Magritte is, but his is the silence of typewritten screams. Eylem Turkiye is growing louder and louder.Few remember how humourless, how sorrowful, the first Surrealists were. We tend to see only the phantasmagoria, the wonderment, the oddness. The Treaty of Versailles wasn't working: showed us the void. Love didn't work: Italian painter de Chirico nailed a dishwashing glove by a classical statue's severed head. The bourgeousie claimed that nothing could be further from their minds than politics: Bunuel sent a cloud over the moon andsimultaneously opened a woman's eye with a razor. These phenomena resulted from the First World War.

World War I gave us something else too: the Middle-East. Surrealism, the World's New Map; same coin, two sides. Winston Churchill hiccupped, drunk, they say, while drawing the border of Jordan. Look at the shape of the place, it still aches with meaning.Where was Turkey in all this? Why was Arslan’s work so confident in its difference from the other Surrealists? And today, why is Turkey's most mobile and active Surrealist group so affable, so approachable, and so enjoyable? Is that how it should be? Where is their rage?An individual that has accepted to live in the plastic city should know that he/she is being watched (observed) for 24 hours a day. This surveillance is made by the surveillance police and it is not evoked to the individuals in order not to make them becomecomfortless.-The Plastic ManifestoThat's just it: discomfort doesn't seem to be a part of the Surrealist movement in Turkey as much as it should be. Not yet anyway. But then, in İstanbul, how could it be? In an interview with Time Out İstanbul's Esen Boyacıgiller, the younger Arslan (no relation to Yüksel) agreed with our assessment: most Surrealism is like classical music, while his work is generally closer to punk. On their blog, they express vexation (not rage) with the fact that art movements in Turkey tend to be confined to İstanbul.What do you want for İstanbul? Greater tolerance between people, he said. Hippie stuff. 'We are not a very tolerant country,’ he said.Having told us what he wanted, we asked: How will you get it?'We will use our ties to Anatolian culture,' he said. Such a truth: as a centre of culture, the perceptive do notunderestimate Ankara. With a view to expanding the 'alternative' arts scene outside İstanbul, they held an event in İzmir, advertised on their website with a photograph reenacting a scene from Pasolini's ‘120 Days of Sodom’. In that film, soldiers waltz together next to a window overlooking scenes of torture. But the genius of Turkey may be less to represent the unbearable than to divorce emblems of human misery from human misery.

In 1996, a ballet of tanks rode through the Sincan district of Ankara, then returned to their barracks. They may have halted a civil war, and quietly. If you have an interest in these phenomena, then you have an interest in the Turkish Surrealist movement. Surrealism was ever an undisciplined movement, despite its Alexandrian library of manifestos and documents. Dada, its parent movement, tried to give it rigour: meaninglessness at any cost. (Indeed, looking for the punk scene in İstanbul with a young Turkish friend so frustrated him, as we cycled the same areas over and over, that he began to shout and holler about how all things were meaningless: in his frustration with the lack of a scene, he incarnated it, if briefly.) Nobody ever disciplined the punks: whenthey took punishment, they brandished it, and they were brandishing the fact that it hadn't done them any good.The lukewarm suspicion toward authority is in line with the quiet Surrealism of Yüksel Arslan; but if the youth of the country feel pointlessly chastised by an antiquated movement, we will see a new basis for punk culture in the East. The Real Punk and True Surrealism might make their headquarters in İstanbul in a new movement, with new icons, new voices and a new name.
Spot‘…why is Turkey's most mobile and active Surrealist group so affable, so approachable, and so enjoyable? Is that how it should be?’