http://www.birgun.net/report_index.php?news_code=1264338146&year=2010&month=01&day=24
Fransa’da yaşayan İstanbul doğumlu ressam Ody Saban uzun zaman sonra Türkiye’de bir sergiye katılıyor. Şubat ayında Kadıköy’de KargArt galerisinde açılacak olan ‘Toplum Düşmanı’ sergisine, Sürrealist Eylem Türkiye Grubu ile birlikte toplam 4 eseri ve performans videoları ile katılacak olan Ody Saban, André Breton’u çıkış noktası alan bu genç sürrealist grubun desteklenmesi gerektiğini düşünüyor.
Ody Saban’ın resimlerine bakmak kadar, çetrefilli dilinden kendi olağanüstü hikâyesini ve sanatını dinlemek de bir deneyim.
Saban’ın çalışmaları aynı zamanda 14 Ocak’ta Paris’te Fransa 2009 Türk Mevsimi etkinlikleri kapsamında Simit Association’dan Banu Dicle ve küratör Françoise MONNIN tarafından Cité Internationale des Arts’da düzenlenen Entre-deux (İkisi-arası) isimli karma sergide de yer almıştı.
»Uluslararası sürrealist hareketin bir parçasısınız. Resimleriniz dünyanın birçok köşesinde önemli koleksiyonlarda, galerilerde ve müzelerde yer alıyor. Ama Türkiye’deki sanatseverler sizi çok yakından tanımıyor. Kısaca Ody Saban kimdir?
Ressamım, fakat aynı zamanda şair, heykeltıraş, bazen de militan ve de teorisyen. Birleştirmek için, erkekler ve kadınlar arasındayım çünkü seksizme, ayrılığa, ayrımcılığa karşıyım, yetişkinler ve çocuklar arasındayım, gençlere ve ihtiyarlara yapılan baskıya karşıyım.
Gerçek ve hayal dünyası arasındayım. Beraber çok iyi giden mantıklı ve akla aykırı arasındayım. Geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman arasındayım. Sadece belli istikametler arasında seyahat eden gemilere benzemem ben. Toprak, deniz, gökyüzü ve bazen de yaşam ile ölüm arasında gidip gelen bir gemi gibi yol alırım.
Şubat ayındaki sergiye katılmayı arzu ettim çünkü faaliyetlerinin bir kısmı oldukça enteresan olan bu grubun daha da canlanması gerektiğini düşünüyorum. Sürrealist Eylem ile Türkiye’de sanatçılar ve devrimciler için yeni bir hava esiyor ve bu ümit verici. Bu grubu benim için bilhassa dikkate layık kılan şey aktif olmaları. Grupta henüz kolektif bir çalışma yok ama gelecek ümidi var.
»Aynı zamanda şairsiniz de. Şiirlerinizde kullandığınız kelimelerle resimlerinizdeki imgeler aynı dili konuşuyor. Suluboyalarınız, içinde binlerce hikâye barındıran kitaplar gibi. Ody ne anlatmak istiyor bol imgeli resimlerde?
Hayal gücü hızlı bir şekilde beynimde çağrışımlarla, benzetmelerle, tersliklerle, çizimdeki arabeskliklerle, kesişmelerle, hikâyelerle, düşüncelerle kaynaşıyor ve labirentler haline geliyor. Hemen sonrasında, yeni bir zaman içinde, ikinci bir durum olan şuursuzluk durumunda buluyorum kendimi, boşalma oluyor, kendim bile yok olabiliyorum. Daha derine bakınca genelde resmettiklerim canavarlara karşı mücadele veren ya da demir parmaklıkları yok eden insanlar, ateşle oynayanlar yahut kafesleri acayip aletlerle kıranlardır.
Çok ağır yükleri taşıyan insan ya da hayvanlar, ya da bu yükleri reddedenler ve onları yere bırakanları konu alırım. Bu suluboyalarda rüyada ve gerçek hayatta karşılaştığınız garip şahsiyetler vardır: hayal ürünü bitkiler ve var olan bitkiler, efsanevi şahane hayvanlar ve bütün hayvanlar gibi…
Bir çiçeğin taş yaprağı üstünde sevinci ve mutluluğu soluyan ve dimdik ayakta duran çocukları, kadınları ve erkekleri renklendiririm resimlerimde. Bardağın taşmasına son damla kalmış bu dünyada basit şeyler boyarım.
»Resimlerinize bakınca, insanda bir ‘cüret’ duygusu uyanıyor. Başka hayatların da varlığını hatırlatıyor resimleriniz ve bir kurtuluş hissini aşılıyor. Ody hayatta ve sanatında neye taraf, neye karşı?
Şehir ile banliyöyü, genç ile yaşlıyı, dahil edilenler ile dışlananları, deliler ile normalleri, erkekler ile kadınları, açık turuncu ile koyu morları, eğitimliler ile safları, medyatik çirkinlik ile gündelik banalliğin kabalığını karşılaştırmaya devam ettiğimiz sürece değerli olan sanat türleri azalmaya mahkûmdur. Sanatçılar kendilerini çevreleyen tüm araçlar ve koşullar tarafından kendilerini satmaya mecbur bırakılacaktır. Yaratıcı sanat sadece uçlarda ve para ile ilgili her türlü norma karşı duran aşkta ve şiirsel, felsefi, duygusal ve hayvansal olarak yaşanan mecralarda çiçek açacaktır. Böyle bir politik-ekonomik çerçevenin içinde sadece kâr hedefleri dürtüsüyle sipariş usulü yayılması mümkün olan sanatın hayatta kalmasını nasıl beklersiniz?
»Aktif olarak ‘Uluslararası Feminist Hareket’in içinde de yer aldınız. Resimlerinizde her zaman için kadınlar var, bu kadınlar çoğu zaman canavarlarla, kimi zaman erkeği simgeleyen garip hayvanlarla savaş içinde. Siz ve sizin gibi kadınların feminist hareket içinde verdiği savaşı mı anlatıyor bu resimler?
Farklı bölgelerdeki, en basit, en basmakalıp ya da en değişken, en potansiyel zenginliklere sahip kadınların hayatlarının farklı dönemleri üzerine her zaman çok derin düşündüm ve bu düşünceleri hep resmime yansıttım. Resimlerimde yer verdiğim kadınlar dünyanın her yerinde, ırkçı ideolojiler, ataerkil yapılar, erkekler ve ekonomik sistemlerin altında ezilmiş olanlar. Fakat bu kadınlar aynı zamanda hürriyete de giden kadınlar. Onlar bu dünyanın daha yumuşak, daha güzel kokulu, daha yoğun, daha az dar, daha az bölünmüş ve daha az durağan olması için ejderhalara binen kadınlar. Resimlerimdeki kadınlar alıştığımız erkeğin arzusu ve gözüyle yerleştirilmiş, erkeğe mahsus kadınlar değiller, onlar kadının libidosu ile var olduğunu ispatlamış kadınlar. Tabii güzellikler içinde aşıkların birbirini incitmeden, erkeğin kadını hor görmeden, eşit bir şekilde, sevgi ve erotizm ile beraber var olabilmeleri, zıt renk ve şekilleriyle hem aşkın şiddetini hem de aşkın yumuşaklığını ortaya sermesi ve bu eserlerin bir kadın tarafından yaratılması çoğu çevreyi rahatsız edebiliyor. Resimlerim dikenli yollardan geçer.
»Yakın zamanda ürettiğiniz resimlerde vapurları görüyoruz. İstanbul Boğazı’nın vapurları hangi yollardan geçip Paris’e Ody’nin atölyesine varıyor?
2004’de İstanbul’da ada vapurlarının ulaşımdan kaldırılmaması için var olan kolektif direniş kampanyasında yer aldım. Tuvallerimde vapurun kendi güzelliği ve seyahat etme durumunu birleştirip, o vapurlardaki harikalar dünyasını yaşatmak istedim.
Vapurda her sınıftan insan birbirinin arasına karışır ve o anlarda bambaşka ve alışılmamış bir atmosfer doğar. Vapurların içindeki tüm mekânlar, insanlar birbirinden çok farklıdır ve hep bir arada sallanırlar. Halk rahatlıkla birbiriyle ve martılarla konuşabilir. Çoğunluktaki kitlelerin, Türkiye’de çok az sayıda kalmış olan azınlıkları yakından görüp konuşabileceği bir fırsattır bu ortak mekân. Seyyar satıcıların performansları şiirseldir, sattıkları mallar elden ele dolaşır. Düğün dönüşü Karadeniz havaları çalan müzisyenler ile dans edilip tostlar yenilip, çaylar içilir.
»Ody Saban bugün kendi ‘hayat’ resminin neresinde duruyor?
Resimlerimin aynı zamanda entelektüel bir manası vardır. Sorular soracak cüretim var ve bazen yanıtlar vermeyi de denerim. Mitolojilere devam ediyorum çünkü onlara pozitif bir kıymet veriyorum. Mitolojiler anlattıkları ‘yenilenme’ hikâyeleri ile bana bir şeylerin değişebileceğini gösterir. Yeni fantastik dünyalar resmetmek istiyorum. Ve şu kesin ki resmim her daim yenilenecek.
‘Performanslarım, isyandan ve neşeden kaynaklanır’
»Siz 80’li yıllardan beri çeşitli performanslar da gerçekleştiriyorsunuz. Sürrealist Eylem Grubu’nun sergisinde bu performanslarınızdan videolar sunulacak. Performans ile resim nasıl bir araya geliyor bu temsillerde?
Benim için performans, söylemek istediğim acil durum ile ilgili bir eylem. Baştan hesabı yoktur, oynandığında ne olacağı, nereye doğru gideceğinin bilinmemesi çok önemli. Çocukluğumun büyük bir kısmı erkek çocukları ile sokaklarda oynayarak geçti. Taksim Meydanı, sokakları, bahçesi evimdi. Ama bazen birden bire gruplardan sıyrılarak, doğal bir şekilde tek başıma bir oyun yaratır ve hemen oynardım. Çocuklar, yoldan geçenler doğal olarak beni seyrederdi. On yaşlarında İstanbul’da Şaşkınbakkal’da, Rus bir anne ile kızının pansiyon bahçesinde performanslar yarattığımı hatırlıyorum. Herkes pansiyonu tanırdı, kapısı da halk bahçesi gibi açıktı.
İlk önce, sahne olarak iki ağaca ip gerdikten sonra üstüne de çok büyük bir çarşaf atar ve perdenin arkasına bir masa koyardım. Suadiye’den, Caddebostan’dan sokakta gördüğüm ne kadar çocuk varsa hepsini o bahçeye doldurur, iskemlelere oturtur ve var ettiğim sahnede masanın üstünde ne eder ne derdim bugün hatırlamıyorum. Ama muhakkak ki, teşhirci yanım o yaştan ortaya çıkmış. Yakın bir zamanda, Strasbourg fuarında, 1.000 kişinin karşısında, başka bir performansta fırçalarımın doğuşunu anlattım ve oynadım. Lilith yani ben, kiraz ağacının altında arabesk bir dans eder. Kollarının altındaki köklerinin kokusunu alır, toprağa çukur açar, kökünden söker, keser ve birçok parçada yontar bir fidanı. Sonra saçından bir parça keser ve sıkıştırır kökün bir ucuna. İşte resim yapmak için bir fırça yaratmıştır. Attan, domuzdan, tilkiden, aslandan birer parça tüy ister Lilith ve başka fırçalar yaratır. Pigment olarak, topraktan renkli toprak alır. Bunlarla beraber fırça ve tavuğun yumurtalarını da alıp vücudunun üstüne elbiseler, kafasının üstüne şapkalar boyar, sonra bir de masa boyar, tabaklar, yemekler ve misafirleri de ekler. İşte bayram!
Performanslarım kalpten, isyandan, neşeden kaynaklanır. Bazıları ise iktidara karşı duran, karşıt ifadelerdir.
Selen AkçalI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder