RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE
THE DIN OF STREET SPIRIT SOUNDS IN THE RYTHME OF DREAMS
22 Mayıs 2009 Cuma
19 Mayıs 2009 Salı
HOWL/ Allen Ginsberg
SIIRIN TUM CEVIRISI VE GIRISINDEKI METINLER SENOL ERDOGAN’A AIT OLUP ISIM KAYNAK GOSTERILEREK SANAL VE BASILI KULLANILABILIR.
direkt metin:
http://cyberzenarchy.wordpress.com/2009/05/17/howl-uluma-allen-ginsberg/
e-kitap:
http://borgesdefteri.blogspot.com/2009_05_01_archive.html#8406204457783518330
direkt metin:
http://cyberzenarchy.wordpress.com/2009/05/17/howl-uluma-allen-ginsberg/
e-kitap:
http://borgesdefteri.blogspot.com/2009_05_01_archive.html#8406204457783518330
18 Mayıs 2009 Pazartesi
Müstehcen 1 Giriş
Uzak kavramların aynı sözcüklerde yaşamaları her zaman zorluk çıkarıyor. Hayatta müstehcen olanla sanatta müstehcen olan arasındaki fark o kadar büyük ki, aynı kelimeye sıkıştırılmaları doğru değil. Sadece bu sıkışıklıktan kaynaklanan gerilimin kendisi başlı başına bir yanlışlık kaynağı olabiliyor, şöyle ki, müstehcen adı altında bir araya yığılmış bir sürü şey ayıp ya da utanç verici olduğu varsayılan bir ortak paydada, mesela ilk akla gelen, çıplaklıkta toplanabiliyor. Korkarım müstehcen sözcüğünün en genel çağrışımları bu yüzden çoğunlukla erotik ya da pornografik tabir ettiğimiz görsel malzemeye işaret ediyor.
Oysa açık kalmış bir fermuarın ya da kaçık çorabın uyandırdığı müstehcenlik hissi (görüntünün hem vericisi hem de alıcısı için) nerden baksanız kurgulanmış bir erotik görüntüden çok daha güçlüdür. Aslında ne bir çıplaklar kampı, ne de çırçıplak Nambikwara yerlilerinin fotoğrafları örneğin, hiç de müstehcen değildir. Profesyonel pornografik malzemeler, dış etkiler tarafından cebren uyandırılmadıkları sürece, izleyicisinde utanç uyandırmaz. Yani, eğer sözcüğü ‘utanç verici’ anlamında kullanıyorsak, çoğunlukla yerli yerinde kullanmıyoruz demektir. Zannediyorum, gerçekten müstehcen diyebileceğimiz bir görüntü, sanatsal olsun olmasın, onu gören kişide görmemesi gereken bir şey görmüş olma duygusunu uyandıran bir şeydir. Talep üzerine arz edilen, kendisine biçilen maddi ya da manevi herhangi bir değer karşılığında sergilenen, ya da sergilenmeye değecek bir şey olduğu bile düşünülmeyecek kadar doğal olarak orada olan bir çıplaklığa müstehcen dememek gerekir. O halde kategori bir hayli daralıyor. Tartışmasız müstehcen kabul edileceğini sandığım üç örnek üzerinden gidelim: Resimde Picasso, yazında Bataille ve fotoğrafta Madonna.
Picasso’nun resminin müstehcenliği hiçbir zaman figürlerin çıplaklığından ileri gelmedi. Bu ne arzu uyandıran bir müstehcenlikti ne de estetik hazza hitap ediyordu. Picasso’nun müstehcenliği dokunulamayana dokunmasındaki arsızlıktan ileri geliyordu. Abartılmış cinsel organlara yakıştırılmış küçük kafaların, hor kullanılmış bedenlerin kaba sabalığının hoyratça açığa vurulmasının, estetize edilmiş değerlerin alaya alınmasının ve saklı gizli deformasyonların öne çıkışının insanda yarattığı esef, bu plastik sanatların gelmiş geçmiş en fütursuz istilasıydı. Berger Picasso’nun boyalarla küfrettiğini söyler. Picasso’da büyüleyici olan, tam da müstehcendir.
Yazın sanatında en birinci müstehcenlik örneğimiz Bataille , çünkü Gözün Hikayesi, en saf ve salt haliyle, ancak ve ancak müstehcendir. Müstehcenliği sadece cinsel fantezinin en uç sınırlarını zorlamasından değil, ölümü pornografik bir öğeye dönüştürmesinden de değil, Bataille’in kendi çocukluğunun muhtemelen yüzleşmekte en çok zorlandığı anılarını bu cinsel fantezilere yüklemiş olmasının yarattığı müstehcen etkidir. Kitabın en aşırı, en müstehcen, en yürek dayanmaz fantezileri, Bataille’in annesinin intiharı, savaştan ağır hasarla dönen babasının hezeyanlı çırpınışları, ve bir boğa güreşinin estetize edilmesi en güç imgelerinin çağrışımlarından doğmuştur. Sontag, Bataille’in büyük buluşunun pornografinin cinselliğe değil ölüme dair olduğunu anlaması olduğunu söyler.
Yine Sontag’a göre, basitçe pornografik deyip geçemeyeceğimiz, daha derin, daha temel, ve bir yandan da mahrem bir yarayı kaşıyan Sade, Leutreamount, Bataille gibi adamlar ‘müstehcen’in insan bilincinin birincil nosyonu olduğunu görürler. Onların eseri hasta toplumun yadırgadığı, ittiği, tiksindiği bedeni görmezden gelmemektir. Ama o beden sadece çıplak değildir, çıplak ve örselenmiş, çıplak ve satılmış, çıplak ve yüzülmüş, çıplak ve yakılmış, çıplak ve kurban edilmiştir. Ve tıpkı Picasso’nun kullanılmış ve hor kullanılmış bedenleri gibi, bu yakılıp yıkılmış bedenlerin algısı insana haz verir. Ortaçağın diri diri yakma törenleri, mahkumun canlı canlı derisinin yüzüldüğü ya da taşlandığı idamlar, en basitinden bir canlının öldürülmesi ve etinin yenmesi (carnivor sözcüğünün kökenini hatırlayın) orji niteliği taşıyan, kurbanın giysilerinden öte, teninden öte, iç organlarından öte, ruhunun sıyırıldığı, en derin, en gizli, en mahrem yerinin teşhir edildiği törenlerdir. Yine Bataille’e göre, aşkın bir deneyim, kaynağı ne olursa olsun, müstehcen bir deneyimdir.
Ne var ki aydınlanma sonrasında müstehcen deneyimler giderek zorlaşıyor, modernleşmeyle birlikte iyice pret’e porte’ye dönüşüyor. Günümüzde ancak insanı az çok heyecanlandıran şeylere müstehcen diyoruz. Bu genellikle erotik bir deneyim oluyor, pornografik olabilir, sanal olmasında zarar yok. Sontag’ın kullandığı anlamıyla aldığımız bir müstehcen deneyim ise illa ki bilişsel seviyede seyrediyor, ama nasıl?! Medeni insanlığımız her türlü aşkınlık ve aşırılık ihtiyacını artık sadece televizyon seyrederek giderebiliyor, bu şekilde travmalar daha küçük ama bu müstehcenlerin heyecanı da o oranda sönük. Her nevi görüntünün bombardımanına tutulmuş dağarcıklarımız ve aşırı uyarılmış nörotransmitterlarımızla, en dehşet verici şeylere olduğu kadar en utanç verici şeylere de duyarsızlaştık. Arada sarsıcı şeyler olmuyor değil, ama hepsi atlatılabilir, kavramlaştırılabilir, normalize edilebilir. Gerçek hayatın en mahrem, en müstehcen teşhirleri yayın akışından gelip geçerken kılımızı kıpırdatmasa bile, müstehcen sanattan kolay yutulmayan lokmalar çıkıyor, çok şükür. Barthes’in işaret ettiği üzere, fotoğraf özellikle vurucu olabiliyor.
Bu konuda verilebilecek yüzlerce örnek içinden tutup Madonna’nın müstehcen fotoğraflarını seçmemin nedenini nasıl açıklamalıyım bilmiyorum… Madonna’nın bir röpörtajda kendisini sıkıştırmak isteyen spikerin “Çocuklarınızın Sex kitabınızı okumasını ister misiniz?” sorusunu şöyle cevapladığını hatırlarım: “Hayır, hiçbir çocuğun okumasını istemem, çocuk kitabı değil.” Cevap gayet sağlam, üstelik bir ermiş sükuneti ve olgunluğuyla veriliyor, ne yazık ki bahsi geçen müstehcen ‘sanat’ ürününün sadece bir sex fotoğrafları kitabı olmadığını anlatmaya yetmiyor. Aslında Madonna’nın Sex’i 1990’ların popüler sanat anlayışını sadece müstehcenlik kulvarında zorlamadı, kitaptaki bir diğer görsel mesaj o kadar baskındı ki, müstehcenliği ister istemez solladı: tabulaştırılmış ötekinin birleşilebilirliği ve rollerin değiştirilebilirliği. Tabulara dokunmak o veya bu ölçüde kahramanca bir hareket olduğu için, müstehcen olan, hani neredeyse arada kaynayıp gitmişti.
Müstehcenin kavram olarak sıyrılmakta en çok zorluk çektiği karmaşa da kanımca budur: Mahremi sergilemek her zaman cüretkar, her zaman kahramanca bir şeydir. En müstehcen fotoğraflar, çıplaklığın değil çirkin, kusurlu, rahatsız edici olanın en çıplak haliyle sergilendiği görüntülerdir. Savaşlarda görüntülenen ölüm anlarına atfedilen estetik ve manevi yücelikler onları toplama kamplarında resimlenen ölüm anlarının müstehcenliğinden alıkoyar örneğin. Gerçekten müstehcen bir görüntü, bir canlının o en mahrem halinin, acı ve acizliğin, insan aklının çarpıtmalarıyla giydirilemeyecek kadar çıplak, değerleriyle süslenemeyecek kadar yalın bir görüntüsüdür. Göreni gidip kendisini öldürmek isteyecek kadar çok utandıran bir görüntüdür. Demek isterdim ki, çağımızın en müstehcen sanat eseri, memesinden bir damla süt gelmesi umuduyla bir devenin cinsel organını yalayan çocukların fotoğrafıdır.
Gözde Genç, Mayıs 2009
Etiketler:
fotolar: müstehcen açılış performansları
1871 Commune
18 mart/28 mayıs 1981
Komün son sözünü söylemedi...
Dert mi bize yüreğim, dalga dalga akan kan
Ve ateş, ve ölüler ve kudurmuş çığlıklar
Cehennem hıçkırıkları, düzeni yakıp yıkan
Dert mi bize örenler üstünde esen rüzgar
Dert mi öç- dert olmaz mı, bakıyoruz gülerek,
Sanayiciler, soylular, saylavlar, geberin!
Canları cehenneme; tarih, tüze ve erkin!
Kan gerek bizim için… Altın alev! Kan gerek!
Fır dönelim korkunç saldırıların içinde!
Savaş öç ve dehşet dört bir yana kol salsın!
Cumhuriyetçiler, krallar, ordular –yeter be-
Sömürgeler, halklar, çanınıza ot tıkasın!
Kardeşimiz; öfkeli alevli kasırgalar,
Kim uyarır sizleri kardeş bildiklerimiz?
Düşle beslenen dostlar aramıza geliniz,
Çalışmadık, çalışmayız, ey ateş dalgalar!
Avrupa, Asya, Amerika yerin dibine batın
Yürüyoruz öç dolu, yakıp yıkarak
Köyleri ve kentleri! Öleceğiz birlikte
Lav kusacak volkanlar! Denizler tutuşacak!
Of! Dostlar, of! Yüreğim: ‘biz kardeşiz’ diyor,
Uzak dostlar, siyahlar, durmayalım burada
Gidelim! Çabuk, eski toprak eriyor,
Beni yutup sizlere akıyor dalga dalga…
(neyse, geçti, benim yine, eski ben)
Arthur Rimbaud
13 Mayıs 2009 Çarşamba
11 Mayıs 2009 Pazartesi
Mustehcen Açılış Performans
Müstehcen Sergi Açılış Performans
15.05.2009/ 20:15-20:45
Kargart
Müstehcen performans; doğaçlama müzik (zıbıka) ve beden performansını (Sarkık solucan) video ile birleştiren; müstehcen kavramını kurcalayan-deşen kolektif bir canlı medya eylemdir.
Sarkık Solucan:
Vivian Saragosi
Eda Yapanar
Mümtaz Yaşar
Gümrah Gören
Beste Gürel
Fuat Onan
Jaki Baruh
Alper Akçay (video)
Zıbıka:
Murat Koç
Mübin Dünen
Özden Terzi
Özgün Pehlivan
…………………………………………………………………………………………………
“Müstehcen”
15 – 31 Mayıs 2009
* Sergi Açılış, 15 Mayıs Cuma, Saat: 20:00
*Sergi 16 Mayıs Cumartesi günü kapalıdır
* Sergi Pazartesi hariç her gün 13:00- 20:00 arası gezilebilir
Katılımcılar:
Zeynep Özkazanç, Bob Achtor/aka: E.C.A, Ferzan Aktaş, Dilan Bozyel, Cins, Burak Cirik, Şenol Erdoğan, Fantom, İnci Furni, Gamze Özer, Kerem Kamil Koç, OnstOn, Juan Carlos Otano /Grupo Surrealista del Rio de la Plata, Zeynep Özkazanç/İlmek Sultan, Bay Perşembe, Alper Tekgüler& Süyümbike Güvenç, Hüseyin Uğur/Hayali
Sergi Koordinatörü: Rafet Arslan
15.05.2009/ 20:15-20:45
Kargart
Müstehcen performans; doğaçlama müzik (zıbıka) ve beden performansını (Sarkık solucan) video ile birleştiren; müstehcen kavramını kurcalayan-deşen kolektif bir canlı medya eylemdir.
Sarkık Solucan:
Vivian Saragosi
Eda Yapanar
Mümtaz Yaşar
Gümrah Gören
Beste Gürel
Fuat Onan
Jaki Baruh
Alper Akçay (video)
Zıbıka:
Murat Koç
Mübin Dünen
Özden Terzi
Özgün Pehlivan
…………………………………………………………………………………………………
“Müstehcen”
15 – 31 Mayıs 2009
* Sergi Açılış, 15 Mayıs Cuma, Saat: 20:00
*Sergi 16 Mayıs Cumartesi günü kapalıdır
* Sergi Pazartesi hariç her gün 13:00- 20:00 arası gezilebilir
Katılımcılar:
Zeynep Özkazanç, Bob Achtor/aka: E.C.A, Ferzan Aktaş, Dilan Bozyel, Cins, Burak Cirik, Şenol Erdoğan, Fantom, İnci Furni, Gamze Özer, Kerem Kamil Koç, OnstOn, Juan Carlos Otano /Grupo Surrealista del Rio de la Plata, Zeynep Özkazanç/İlmek Sultan, Bay Perşembe, Alper Tekgüler& Süyümbike Güvenç, Hüseyin Uğur/Hayali
Sergi Koordinatörü: Rafet Arslan
Müstehcen Üzerine
Müstehcenin tarihi karadır.
Bir belediye seçiminden hemen sonra kaldırılır ya şehir merkezindeki aşk heykeli... Ya da parklarda kurşunlanır öpüşen sevgililer. Namuslu gözlerimizi öldürürler. Kavuşmak hükümet onayıyla, sevişmek namaz sonrasındadır. Belgelere yazılan adlarımızın dibine vurulan her mühürdür müstehcen. Taşlayarak inlettikleri bedenlerimizde; her gün nefs, her gece hapistir... Kapkaradır müstehcen!
Adı bize biçilen her günaha yazılır...
Şehrin programatik sokakalarında, mağaza vitrinlerinde, market rafları arasında; yani güpegündüz, yani normalleştirilmiş olarak, darağaçlarında sallanır gibi sallanmaktadır artık ruhlarımız; düşkündür, huysuzdur, arsızdır. Bu rutin sokakları içlerinde dolaşamayalım diye yaptılar, bu tatsız binaları içinde yaşayamayalım diye. Bu daracık yataklar hücredir, bu adaletsiz yasaklar hakarettir, küfürdür, onursuzluktur. Duvarları giyinen, rasyonelleşerek düşünemeyen, hissedemeyen, öpüşemeyen ve sevişemeyen, yaşadığı idda edilen bu imge, kokuşmuş bir saltanat fermanıdır. Bitmez, tükenmez, döner döner dolanır zahiri bilincinde toplumun. Ki bu senin bacaklarındır, benim omuzlarımdır, hepimizin bulanıp duran akıllarıdır...
Hatırlamalıyız, alnımıza kara çalan,
ya kadı kalemidir ya imam nefesidir.
Silah zoruyladır ve namussuzcadır.
Oysa hatırlarsın, hatırlamalısın...
Çünkü “Gül benizli sevgilinin titreyen göğüslerini öpmeden doya doya...”1 şurdan şuraya gitmem diyen ayaklarıyla, onlar isyancıydılar, kurşuna dizildiler, asıldılar ve hücrelerde çürütüldüler...
Hatırlamalısın, bir kaç baharın güneşini görmüştü İspanyol bacakların. Ölçüleri karıştıralı herşey 36'ya 39. Bir komünü kalçandan sıyırmıştım 68'de. Paris barikatlarında öpüşmeyi öğreniyordu çıplak çocuklar. Atina sokaklarına gaz, Batı Almanya'ya parmaklık yağıyordu. Bir cephede yani, bir duvarsız işgal evinde, dört duvar arasında değil, üzerimize kazınmışlık değildir bahsettiğim... Sıkılınca sevişmek gibi değil, bombalar altında öpüşmek gibi. Yani yanarak ve tutuşarak, kendimizi birşeylerin ortasında patlatır, gövdelerimizi şarapla yıkar gibi. Sürerek tenlerimizde ellerimizi, bedeni işler gibi. Koklayarak kollarımızı, boynumuzu ve narin bileklerimizi, omuzlarımızdan tüm kefen kılıklı apoletleri söker gibi... Anlamalıyız artık, acılarımızda doğrulup gerinmeliyiz. Çünkü günün şiirini göğsümüze, şarkısını dudaklarımza yazan, resminini alnımıza çizen bu müstehcen, artık onların değil bizimdir.
Şimdi Sade'ın Lacoste'taki kalesi turistik bir gezidir sadece. Ve seks kitapları pazarlıyor kelli felli adamlar. Dönen oyunun tek tarafı bizsek, bu müstehcen bizimdir. Zira, biliyorsunuz; “yoksuluz gecelerimiz çok kısa, dörtnala sevişmek lazım.”2 Uykusuz gecelerimizi neşelendirebilriz ağaçlar altında ve ışıklarla oynaşabilmeliyiz sokaklarda. Bu meydanları tenimiz doldursun, arka sokaklara, beri mahallelere bir şiir yazıyorum, bir resim çiziyoruz, bir müziğin notalarını dolduruyoruz şimdi.
“Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
Entarisi sıyrılmış hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama...
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!” 3
Buraya böylece, boylu boyunca yatıyoruz. Hepimiz çıplağız, hepimiz azgınız.
Gelin katılın, bu çağrı dilinizdir, elinizdir. Çırptırılmaya alıştırılmış ellerinizi, yüreğinize koyup huzura kavuşturacak, bu dingin, bu silahlı, bu cesur...
Hatırlamalıyız kendimizden,
bu ant bizimdir, müstehcenindir...
1. Orhan Kotan, Gururla Bakıyorum Dünyaya.
2. Cemal Süreya, San.
3. Orhan Veli, Sere Serpe.
Ozan DURMAZ
Bir belediye seçiminden hemen sonra kaldırılır ya şehir merkezindeki aşk heykeli... Ya da parklarda kurşunlanır öpüşen sevgililer. Namuslu gözlerimizi öldürürler. Kavuşmak hükümet onayıyla, sevişmek namaz sonrasındadır. Belgelere yazılan adlarımızın dibine vurulan her mühürdür müstehcen. Taşlayarak inlettikleri bedenlerimizde; her gün nefs, her gece hapistir... Kapkaradır müstehcen!
Adı bize biçilen her günaha yazılır...
Şehrin programatik sokakalarında, mağaza vitrinlerinde, market rafları arasında; yani güpegündüz, yani normalleştirilmiş olarak, darağaçlarında sallanır gibi sallanmaktadır artık ruhlarımız; düşkündür, huysuzdur, arsızdır. Bu rutin sokakları içlerinde dolaşamayalım diye yaptılar, bu tatsız binaları içinde yaşayamayalım diye. Bu daracık yataklar hücredir, bu adaletsiz yasaklar hakarettir, küfürdür, onursuzluktur. Duvarları giyinen, rasyonelleşerek düşünemeyen, hissedemeyen, öpüşemeyen ve sevişemeyen, yaşadığı idda edilen bu imge, kokuşmuş bir saltanat fermanıdır. Bitmez, tükenmez, döner döner dolanır zahiri bilincinde toplumun. Ki bu senin bacaklarındır, benim omuzlarımdır, hepimizin bulanıp duran akıllarıdır...
Hatırlamalıyız, alnımıza kara çalan,
ya kadı kalemidir ya imam nefesidir.
Silah zoruyladır ve namussuzcadır.
Oysa hatırlarsın, hatırlamalısın...
Çünkü “Gül benizli sevgilinin titreyen göğüslerini öpmeden doya doya...”1 şurdan şuraya gitmem diyen ayaklarıyla, onlar isyancıydılar, kurşuna dizildiler, asıldılar ve hücrelerde çürütüldüler...
Hatırlamalısın, bir kaç baharın güneşini görmüştü İspanyol bacakların. Ölçüleri karıştıralı herşey 36'ya 39. Bir komünü kalçandan sıyırmıştım 68'de. Paris barikatlarında öpüşmeyi öğreniyordu çıplak çocuklar. Atina sokaklarına gaz, Batı Almanya'ya parmaklık yağıyordu. Bir cephede yani, bir duvarsız işgal evinde, dört duvar arasında değil, üzerimize kazınmışlık değildir bahsettiğim... Sıkılınca sevişmek gibi değil, bombalar altında öpüşmek gibi. Yani yanarak ve tutuşarak, kendimizi birşeylerin ortasında patlatır, gövdelerimizi şarapla yıkar gibi. Sürerek tenlerimizde ellerimizi, bedeni işler gibi. Koklayarak kollarımızı, boynumuzu ve narin bileklerimizi, omuzlarımızdan tüm kefen kılıklı apoletleri söker gibi... Anlamalıyız artık, acılarımızda doğrulup gerinmeliyiz. Çünkü günün şiirini göğsümüze, şarkısını dudaklarımza yazan, resminini alnımıza çizen bu müstehcen, artık onların değil bizimdir.
Şimdi Sade'ın Lacoste'taki kalesi turistik bir gezidir sadece. Ve seks kitapları pazarlıyor kelli felli adamlar. Dönen oyunun tek tarafı bizsek, bu müstehcen bizimdir. Zira, biliyorsunuz; “yoksuluz gecelerimiz çok kısa, dörtnala sevişmek lazım.”2 Uykusuz gecelerimizi neşelendirebilriz ağaçlar altında ve ışıklarla oynaşabilmeliyiz sokaklarda. Bu meydanları tenimiz doldursun, arka sokaklara, beri mahallelere bir şiir yazıyorum, bir resim çiziyoruz, bir müziğin notalarını dolduruyoruz şimdi.
“Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
Entarisi sıyrılmış hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama...
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!” 3
Buraya böylece, boylu boyunca yatıyoruz. Hepimiz çıplağız, hepimiz azgınız.
Gelin katılın, bu çağrı dilinizdir, elinizdir. Çırptırılmaya alıştırılmış ellerinizi, yüreğinize koyup huzura kavuşturacak, bu dingin, bu silahlı, bu cesur...
Hatırlamalıyız kendimizden,
bu ant bizimdir, müstehcenindir...
1. Orhan Kotan, Gururla Bakıyorum Dünyaya.
2. Cemal Süreya, San.
3. Orhan Veli, Sere Serpe.
Ozan DURMAZ
8 Mayıs 2009 Cuma
Düşüncedeki fem; eksik şey düşüncenin eksiğidir.
Biri kadının bir bedeni olduğunu söylerken diğeri de bu bedensiz şeyin bir kadın olduğunu söylüyordu, ve ötekiler de onu tanımlarıyla anlamın dışına itmeye kararlıydı. Kadın ise tuhaf biçimde bütün olgunluğunu eksik bir parça için krize sokabilirdi. Olgunlukla ilişkili bu eksik parçanın aynı anda hem olgunluğu azaltan hem de artıran bir şey olması, bize, parçaya dair gizli bir imge de sunmuyor mu? İmgenin fazlalığı olarak cisim ve cismin eksikliği olarak imgenin arasında, dönüp dönüp duran ve kendine oluş bulmak isteyen nedir? Kadın demek yeterliyken, tüm yetersizliklerin kadına bağlanmasıyla, fark yoluyla kendini gösteren kadın da salt formel kalır gibidir. Oysa, gerçekte, formel olanlar sadece sunulanlardır, bakışı görme lehine tembelleştiren cisimsizlerdir. Bir giysinin kadını formelleştirmesine rağmen, birçok giysinin formeli krize soktuğu, ve görme edimine sahip olanı da krize sokabileceği kesindir. Kriz bu haliyle oldukça gerçektir, ancak kadın, krizi bir olaya doğru derinleştirmek yerine krizden yeni bir giysi üretir; ilginçtir, bu giysi de içseldir. Kadın böylece içerden de formele yenilir. Bu yenilginin bitmiş bir olay olmadığını düşünebiliriz, böylece yenilgi bütün bedene yayılır, bütün kıvrımları kat eder. En sonda, düşünce içinde ortaya çıktığında yenilgi, kadının diline dolanacağı, ve olmanın yerinin kadın olmanın alacağı başka bir formel kriz kendini gösterir. Kadın, bütün tekillikleriyle bedeninden kadınlığ(ın)a doğru akar; ve bu akış bitmez tükenmez bir erimedir. İşte, bu erimenin, bu bir türlü başlamadan sona ermeyen, ama yine de bir erime noktasının sınırında olabileceğini varsaydığımız durum, gerçekliğini dilde gösterir. Kadın, erimiş bedenlerin, yenilmiş ruhların hâlâ bütünüyle ölmemiş kalıntısıdır. Bu ölmemiş son kalıntıya son darbe dilde gerçekleşir. Darbenin sonunda, hafif bir bilinç kararmasından sonra kadın dönüp erkeğe aşkından söz eder. Burada da başka bir sorun ortaya çıkar, o da, erkeğin bu darbeyle kadından daha fazla şeyi öldürdüğüdür. İşte bu fazlalık, varlığın bütün uykusunu kaçırır, ve etrafta kötü bir uğultu duyulmaya başlar: Eksik olanların fazlalığı olarak hıncın uğultusu. “Yapabilmek etmekle olduğu kadar edilmekle de ilişkili olduğundan, etkinsizleştirilmiş güç tepki vermeye mahkum olur olmaz hiçlenmiş duyguları da hınca indirgenir” (F. Z.). Dolayısıyla Feminizm, erkekleri onları başka bir kadın için aldatan kadınların nevrozudur. Kime yönelik olduğu belirsizdir bu mücadelenin; bütünüyle tepkiseldir. –Tuhaf şeyler bütün bunlar.
Yazgı R.
Link: http://prosceniumarch.blogspot.com/
Yazgı R.
Link: http://prosceniumarch.blogspot.com/
1 Mayıs 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)