RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE

THE DIN OF STREET SPIRIT SOUNDS IN THE RYTHME OF DREAMS

27 Şubat 2009 Cuma

İzmir Uluma Proğramı


program
3 Mart Salı

12.00 BOŞTA GEZER’İN ŞİİRİ“Rimbaud – Baudlaire” giriş

13.00 SÜRREALİZM “Sürrealizm nedir?” panel“Alfabetik Düşler” film gösterimi

14.30 DADA“Dadaizm Nedir?” panel“Dada Performans” performans

16.00 SOKAK SANATI“Stencil Nasıl Yapılır” atölye

17.30 BEAT“Beat nedir?” panel“Uluma” film gösterimi


4 Mart Çarşamba

12.30 SİTÜASYONİZM“Sitüasyonistler kimdir?” panel“Gösteri Toplumu” film gösterimi

15.00 BALLARD - İÇ UZAY - SİBERPUNK“İç uzay ve bedenin dönüşümü” panel

16.30 PUNK“Punk nedir?” panel“Pank Tavrı-Punk Attitude” film gösterimi“Punk konseri”

22 Şubat 2009 Pazar

yeni bayramlar

Ve sallanmıyor artık Gudrun'un bacakları...
Bakıyor ve acıyorum sizlere.

Bir kapitalist mağaza alevler içinde,
hayır bir mağazanın patmalasını değil,
mağazanın patladığı düşüncesini seviyorum.

Hayır bir yeni hiperrealite olarak değil...
Toplumsal seks olarak, saldırgan imge olarak...

"Onlarla konuşmamalıyız" diyordu Gudrun, "çünkü bu fayda etmez",
"onlar Auschwitz'i yaratanlar ve silahları var. Onlarla konuşmanın hiç bir faydası yok. Şiddete ancak şiddetle cevap verilir"

Sonra çok yanlış şeyler olmuş olabilir. Ben fiziksel bir şiddetten bahsetmiyorum, o da bahsetmiyordu. Politik bir tutum olarak depolitizasyonu düşünün, okullarda öğretilen, evlerde uygulanan, dilde söylenen herşey politiktir. Ve siz bundan kaçsanız dahi politiktir - hatta bu belki daha politiktir.

Şiddet de aynı şekilde...

Ve artık düşülmesi gereken soru şudur: hangi şiddet?

"Başta kadına olan şiddet dahil, her türlü şiddete karşıyım" diyor televizyonda bir kadın, elitist giyimli, bilmnenne partisine bağlı, bilmnenne derneğinin en bir onursal başkanı.

Oysa aralıkta Yunanistan İsyanı'ında agios dimitros belediye binasının (baş harfleri küçük yazılır - çünkü sokaklar insanlarındır) duvarlarına sıkıştırılmış bir kağıt şöyle diyordu: "emekli olmayı düşünerek 40 yıl perişan bir maaşla çalışmak, devlet tahvillerinden ve borsa sahtekarlığından oluşan hayatları yaşamak, almak zorunda kaldığınız barınma kredileri, patronun istediği zaman kovma rahatlığına bağlı gür ve kendinden emin sesi, geçici işçilik, güvenlik maliyetlerinin azaltılması ile oluşan işçi ölümleri, uzun çalışma saatlerine uyum sağalamak sonucu oluşan psikolojik ilaç sektörü, her an sınırdışı eidlme kaygısıyla yaşayan, güvensizce sokaklarda ve kö;prü altlarında uyuyan göçmenler... işte şiddet tam da budur!" ve ekliyor: "şiddet, patronun size iş yerinde söylediği 'gül! bu kadar zor mu yani!'" tribidir.

Gudrun Ensslin'in bacakları... İnce bir pantolona sarılı, bir kolu sıvalı...
Artık sallanmıyor, bir hücrede kendini asmış, sırtı duvara dayalı.

Sevişin diyorum, sevişin insanlar ve etlerinizi günahlarınıza batırarak yiyin!
Ve yanın gözlerindeki ateş ile Baader'in! Ağzından düşmeyen domuz lafı fetişi... Ve yabancılaştırmaya çalışarak içler acısılaşan medyanın hali...

Artık sallanmıyor hiç birimizin günahları,
dün Almanya'da, Yunanistan'da söylenen şey şuydu:

"Bu Auschwitz ruhuydu, bunu siz yarattınız..."
Bu bayram, bu şenlik, silahlanarak imge ile...

Kutlu olsun bir yumruğunu hala sıkabilenlere !

Ozan Durmaz

Ateşi

http://idemandmydreams.blip.tv/file/1777139/
"The Potentiality of Storming Heaven DVD (in english). A 28 minutes short movie-presentation of the insurrection of December 2008 in Greece through the words and actions of people that took part in it.

21 Şubat 2009 Cumartesi

Tuhaf Parçacıklar: N. Araki
















Overdoose Sandoz

etek traşı

Şunu ve bunu bilmiyorum, çünkü bilmek benim saygınlığımı arttırıyor. Şu konuda iyiyimdir, çok deneyimim oldu. Şu doğru ve de bu yanlıştır.Çalışmak güzeldir, işim var ve başarılıyım. Elhamdülillah insanım ben, karımı siker kocama veririm.

sahibinden 2+1, doğalgazlı, manzaralı şirin müstakil ev

Ben burada ne yapıyorum. pastörize hayat satın alıyorum. Bazen bir kilo elyaf, bazen iki köy yumurtası... kimi zaman çerçöp topluyorum, ona da para isteyenler oluyor. bana da para vermek isteyenler oluyor, hayatımı kiraladıkları takdirde. bana çok değerli geliyor hayatım, kimsenin kiralayamayacağını mı düşünüyorum ne, ben bile oturmuyorum içinde.


kota

kolunu indirdiğinde, göbek deliğimdeki bu çekilme de neden? birkaç obje ve kişide yaşanılan bu durum bir kapandır! haz kapanı, iç kapanı. anlattıklarım birer birer yakalanır makinelerce ve preslenip yerleştirilir. hiçbiri değilim ki. adlandırdık yine. yine uzakta kalamadım. pek rahat çadırımdan, çıktım yine. affedilmez hata.

içteki bir hırs var. salt hırs işte bu. makinenin yağı. makinelerimizin.

kişiler ve zaaflar ve istekler ve adlandırmalar. çok garip çok komik geliyorum kendime bu işlerle cebelleşirken. içgüdülere ihanet bu oysa, uyuşturmak zihni. seçim mevsimlik olabiliyorsa ne ala.

izin verildiği kadar saldırı işte, hepimiz kendi küçük faşistlerimiziz.

Zeynep Özkazanç

19 Şubat 2009 Perşembe

Mayıs Yalnızlığı

mayıs değilmiydi
kısa kolluları çektik
biberlerin acısında
yerlere yığıldık
yalnızlık
bir çocuk gövdesinde
paçalarında gelincik
başlar yalancı terslerde
çıldırasıya bir tatminde
mayıs değilmiydi
toprakta yeşeren
yort savullar da
tekinsiz delikanlılar
ayaklanmadayken
mor şehirde
son tomurcuklanırken
bedenimizi vuruyordu
mayıs yalnızlığı
kırık

Fantom

Dillimi?/Rad


Tuhaf Parçacıklar 2


Şebeke yada Deliler Gemisi Tekrar Yollarda...

ŞEBEKE

çoktandır hep yalnızlığın türküsünü söylüyoruz, çoktandır yalnızlığın üstümüze attığı ağı söküp atamadık. sokaklara çıktık, sarhoş olduk, sergiler belki de dergiler yaptık, ama hep tuhaf bir boşluk hissi...
belki de köpek balığı dolu azgın sularda tek bir sal aradık, ama gelmedi...

hiçliğin karanlığın gerçekliğin çölüne karşı farklı bir ses çıkarabilmeliyiz artık. bunun için yeteri kadar acı çektik, öfke biriktirdik.. bizim bir gemimiz olmalı, 1 şebeke'miz!

distörşınlı, dip sesli, ağır aksak bir gürültü senfonisi özlüyorum, çoktandır. sanırım bu sesi bekleyen sadece ben değilim...


bu ses, hapsedilmiş ruhların gemisinin, dünya batarken kaçırmak istediğim delilere ait bir Nuh'un gemisi.
şebeke, mutsuz insanların öfkelerini patlattığı, erotik, tinsel, estetik ve politik bir deliler gemisidir.
ve inanıyorum, her şey bizim elimizde. ve delilik korkusu özgürlüğümüzü kısıtlayacak güçte değil.

martta yeraltı kanallarıyla yola çıkıyoruz. çiziminizle, görüntünüzle, müziğinizle, şiirinizle, metninizle, kolajlarınızla umarım teknede olursunuz...

ps: somalili korsanlara ve izlandalı yılanlara selam olsun
yaşasın itaasizlik, yaşasın ihtimalsizlik!

Tuhaf Parçalar...


Rüya

Bayan Z.Ç. sen ve ben aynı masada oturmuştuk. Duvardaki tenekeden yapılma saat, kurşuna dizilmiş devrimci sesi çıkarıyor ancak hiç kıpırdamadan aynı zamanda sayıyordu. Bir süre sana baktım, tam olarak ne kadar sürdü hatırlamıyorum. Sonra Z.Ç. kalktı ve Donna Summer'ın 'I'm so Excited' plağını koydu. Derisi dökülmüş kırmızı çantandan, avcunun içi büyüklüğünde, iki namlulu silahını çıkarıp duvar saatine ateş ettin. Saatin sesi durdu ancak bu kez de zaman çubukları hareketlendi. Aynı çantadan yarısına kadar içilmiş bir sigara çıkarıp masadaki yanmış kibrit çöplerinden mucizevi bir ateş yakmayı başardın. O sırada Z.Ç. kütüphanede kitap seçmeye koyulmuştu. Hemen kasıklarında biten kalın kumaş desenli bir etek giyimişti. Kitap seçme pozisyonu yıllardır değişmemişti Z.Ç.'nin, vücudunun ağırlığı sağ bacakta, başının ağırlığı sol tarafta... Ona baktığımı görünce çalan parçaya eşlik etmeye başladın. Sürekli aynı yerde sürçüyordu dilin: 'I'm so existed'... Gülmek zorunda hissettim kendimi ancak olmadı. Z.Ç. de gülmedi, kütüphanenin 'Sentaks' bölümünden ayrılarak 'Ensest Komedyalar' bölümüne doğru adımladı. Sana, senin dilinde seni var ettiğimi, bu yüzden dilinin sürekli aynı yerde sürçtüğünü söyledim. Gözlerinden biri kısıldı. Yüzümü ellerinin arasına alarak zamanın terk edilmiş bir gemi enkazı olduğunu söyledin. O sırada Z.Ç. sertçe oturdu masaya. Elindeki kitabı belli bir yükseklikten masaya bıraktı ve yüksek sesle öksürdü. Kitap, 'Korku Sinemasının Psikanalizi' idi. Sinirlenerek ona, kitabın ensestle ve komediyle bir ilgisi olmadığını ve kütüphanedeki yerini değiştirmesi gerektiğini söyledim. İnce organik çoraplarını çekiştirdi Z.Ç. ve kitabın ortasından rastgele bir yer açtı. Açtığı sayfada yüksek çözünürlükte kare bir bulmaca vardı. Etek cebinden bükülebilir yeşil tükenmez kalemini çıkarıp sesli olarak çözmeye başladı bulmacayı. 'Soldan sağa bir: İkinci kadın olmak ya da memelilerde görülen bir kıskançlık biçimi?!' Ben yanıt vermedim, sana baktım ve bu kez sürçmedi dilin: 'I'm so Excited'!... O anda çevresinde oturduğumuz masa yanmaya başladı. Masaya dayanmış kumaşlarımız da masayla birlikte alev aldı. Hiç kıpırdamadan yanıyorduk. Z.Ç. bulmacasına devam ediyordu. 'Yukardan aşağı iki: Yangısız libido?!' Sen yanıt vermedin. Ben yanıt vermedim. Sessizce ve sonsuzca yanmaya devam ettik.

Tan Tolga Demirci

Unicorn/Cins


Tanrı Gitti

varlığımız garanti ama
civatalar eksik, bağlantı hep
zayıf fiberoptik ağlarda
namus çoktandır satılık çarşı Pazar
biz adam olmaya çalışıp sığındıkça hiçe
kasvet…

bilirim bir zamanlar hep yazdı
ve insanlar önlükler ile 1okula giderdi futursuz
oyun bir haktı, tasa ise bir hata koca evrende
mutlu ve uçurtmalıydı gök
uzanırdı civit ve mahrur
her çocuğa bir midilli
her aka 1 karagöklerdeydi her melek
düşkünlük hiç yoktu
çalakalem şiir yazılabilir
doludizgin aşık olunabilirdi
yıldırım hızıyla…

o dünya yitti,
kıyam zamanı şimdi
ufkum lekelenmiş melek ölüleri
gök delindi!

Bay Perşembe

İmge


Kırçıl Fare

“Ben ölünce,” diyor annem, “Sakın evden çıkmayın. Sakın!”
Başımı sallıyorum. Bunu o kadar çok söyledi ki artık anlamını kaybetti. Artık bunu söylediğinde gözümün önüne ölüsü gelmiyor. Kızardeşime bakıyorum, o dönüp bakmıyor bile. Çamur sıvalı pencereden dışarı bakıyor. Sanki bir şey görebilirmiş gibi. O pencereye bakmak, bizden kaçmak demek. Ona kızıyorum. İnadına “Peki,” diyorum, “Peki Anne.” Kızkardeşime bakıyorum, istiyorum ki incinsin, annesinin artık benim annem olduğunu düşünüp üzülsün, ne de olsa benden önce sadece onun annesiydi. Ama aldırdığı falan yok, domuz gibi pencereye bakıyor sadece.
Sessizlik içinde oturuyoruz.
“Eskiden olsa,” diye mırıldanıyor kızkardeşim, “sıkılınca dışarı çıkardık.”
“Nereye?”
“Gezmeye, hava almaya...”
Hep böyle şeyler söylüyor. Nedense sürekli dışarı çıkmak istiyor. Ne varsa dışarıda? Oysa burası dışarıdan daha güzel. Her yerden daha güzel.
Annem kalkıp yanına gidiyor, saçlarını okşamak istiyor, ama o öyle aptal ki... Hemen ağlamaya başlıyor. “Ne zaman?” diye ağlıyor, “Ne zaman buradan çıkabileceğiz?”
“Annem, “Bilmiyorum,” diyor. “Yakında... Böyle sürüp gitmeyecektir, yakında düzelir. Merak etme, yakında...” Susup iç geçiriyor, “Ne yapabiliriz ki,” diyor.
İşimize dönüyoruz. Ben güzel çalışıyorum, kızkardeşim hiç bir işe yaramıyor. Annem onun nesini seviyor bilmiyorum. Hep sorun çıkarıyor, hep mutsuz, hep şikayetçi. Her zaman dışarı çıkmak istiyor, varsa yoksa dışarısı. Keşke annem bıraksa da çıkıp görse gününü. Dışarı çıkan herkes ölüyor mu acaba gerçekten, hem onu da anlamış oluruz.
“Ben ölünce,” diyor annem... “Biliyoruz,” diyor kızkardeşim, “Ne yapacağımızı biliyoruz anne, sus artık.” Yine ağlamaya başlıyor. O olmasa annemle çok daha mutlu olurduk.
Annem de üzgün ama o un bittiği için üzgün. Müşterimiz bu gece de gelmezse yarın yine yiyecek bir şey olmayacak. O nasıl ölmeden gelebiliyor buraya kadar, demek dışarısı o kadar da kötü değil...
Annem başını iki elinin arasına aldı gene, hep başı ağrıyor. Kızkardeşim bu kadar çok ağlamasa ağrımaz. “Anne,” diyorum. “Ya adam bir daha gelmezse? Yani öldüyse...”
“Yerine başkası gelir. Umarım öyle olur...” Bu adamı hiç görmedik. Hep gece geliyor, paketleri alıyor, bize un bırakıyor, sonra da gidiyor. Yerine başkası gelse anlamayız, birileri geldiği sürece sorun olmaz. Tabii annem yaşadığı sürece. Annem iç geçiriyor, “Adam ölürse, işi başkasına kalacak. Ben ölürsem bu işin size kalacağı gibi. İyi bir iş bu, böyle yaşayabilirsiniz.”
“Ölmek böyle yaşamaktan daha iyi.” Kızkardeşim yine saçmalıyor. Annem üzülecek.
“Belki de öyledir,” diyor annem, “ama yine de ecelinle ölmek iyidir.”
“Ecelinle ölmek mi?”
Annem bana bakıyor, beni kızkardeşimi sevdiği gibi sevmiyor, ama olsun, “Kendiliğinden yani,” diyor.


Bu kendiliğinden ölmek meselesi kafamı karıştırıyor. Özellikle geceleri. Geceleri çalışamıyoruz. Işık yok. Yapacak hiç bir iş olmadığında, karanlıkta sessizce yatıp düşünüyorum. Eski günleri biraz hatırlıyorum, dışarı çıktığımız zamanları. Eski evimi, onu çok az hatırlıyorum. Kızkardeşimle oraya giderdik, uzun zamandır gidemedik. Orayı severdi, ben istemezdim ama hatırı için giderdim. Onun için terminali açar parolaları girerdim, o ağda oyalanırken ben de eski eşyaları karıştırıp ben yokken neler olduğunu tahmin etmeye çalışırdım. Bazen hoşumuza giden şeyleri buraya getirmek için yanımıza alırdık. Bozuk bir telefon, bir elektron mikroskopu, küçük renkli şişelerde çeşit çeşit katalizörler, bir mikroreaktör, portatif bir damıtma kolonu, artık hiç bir işimize yaramayan bir mutfak koteri, bir sürü ıvır zıvır. Bir de moleküler tarayıcı getirmiştik, bunun ne işe yaradığını bilmiyordum ama nasıl çalıştığını biliyordum. İlk zamanlar saçlarımızın, yara kabuklarımızın, sümüğümüzün molekül haritalarını çıkarıp eğlenmiştik ama sonra sıkıldık. O zamanlar eğlenirdik. Dışarı çıkabildiğimiz zamanlar. Şimdi de yapabiliriz aslında, burada ya da orada, ne farkeder ki, ama artık olmuyor. Neden böyle oldu bilmiyorum. Ama değişen o, ben değilim. Boynu inceldi, yüzünde tuhaf lekeler var. Sürekli somurtmaktan yüzü uzadı. Kolları bacakları o kadar beyaz ki dokunsam moraracak gibi. Çok çirkinleşti. Artık biribirimize sarılıp yatmıyoruz. Saçları da güzel kokmuyor.
Annemin kokusunu çok seviyorum ama. Eskiden de öyleydi. Gerçek annem de güzel kokardı. Bunu çok iyi hatırlıyorum, çünkü son gidişimizde eski evden kokusunu getirdim. Ama o bizden farklıydı. İşte, o artık yok, sadece kokusu burada, bu şişenin içinde, ne kadar garip, yüzünü hiç hatırlamıyorum. Oysa annem, şimdiki annem, benim ve kızkardeşimin annesi olan annemiz hamur gibi kokuyor. Ama bana çok güzel geliyor, şu parfümden bile güzel. Yeni unlar böyle kokmuyor. Hiç kokmuyor.
Merak ediyorum, gerçek annem eceliyle öldü mü acaba? Yani, kendiliğinden...


Annem usul usul müşterisiyle konuşuyor. “Ben öldüğüm zaman” diyor, nedense bu ölüm meselesini kafasına taktı, “böyle devam etmemesi için hiç bir neden yok. Kızlar siparişleri hazırlamaya devam edecekler. Sorun çıkmayacak. Ben...,” duraksıyor, sesi titriyor, “size güvenmek istiyorum.”
Adamın ne dediğini duyamıyorum. Fısıldıyor.
“Biliyorum,” diyor annem. “Çok kötü, çok kötü, hiç bir şey yapamazlar. Herşey böyle kalmalı.”
Adam yine bir şeyler fısıldıyor.
“Orasını düşünmek istemiyorum,” diyor annem. Kapı kapandıktan sonra ağlıyor. Bir bu eksikti...


Buzluktan kazıdığımız buz parçalarını eritip kaplara doldurduk. Annem alt kattaki yaşlı adamın sudan öldüğünden emin, o yüzden tek güvenilir su kaynağının hava olduğuna karar verdi. Donan hava nemini idareli kullanmalıyız. Tadı çok bayat ama insan çok susayınca umursamıyor. Su dolu kaplara azar azar sentetik un atıyoruz. Anında şişiyorlar. Kokusuz hamurdan küçük parçalar koparıp elimizde top top yapıyoruz. Hamur toplarını ağzımıza atıyoruz. Dilimizle ezip çiğnemeden yutuyoruz. Bazen eski günleri özlüyorum, ama şimdi değil, şimdi ne eski günleri ne de başka bir şeyi düşünemeyecek kadar kaygılıyım. Annem de kızkardeşim de çok az yiyorlar. Annem ikide bir de bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açıyor, sonra vazgeçiyor. Kızkardeşim sonunda kalkıp içeri gidiyor, çok işimiz var. Ben de arkasından gidiyorum.
Odanın ortasında durmuş kımıldamadan bakıyor. Masanın üstündeki yaratığı ben de görüyorum, kör değilim. Canlı. Etrafı koklayarak duvarın dibine kadar gidiyor, orada durup ön ayaklarını kaldırıyor, o da bize bakıyor. Burnu, bıyıkları oynuyor. İnanamıyorum, böyle bir şeyi hayatımda ilk kez görüyorum. Canlı bir hayvan.
Dile çığlık atıyor. Tıpkı eski günlerdeki gibi. Ne zamandır bu kadar yüksek bir ses duymamıştım, garip hissediyorum.
Annem koşarak geliyor. Yüzü karışmış. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Hayvan ortadan kaybolmuş.
“Fare,” diyorum. “Evde fare var.”
Annem rahatlıyor. “Ah, o mu?” elini göğsüne bastırıyor, “Kırçıl mıydı?”
“Nasıl?”
“Bir tane var, biliyorum. Tüyleri kırlaşmış. O muydu acaba?”
“Rengine bakmadım,” diyorum.
“Öyleydi galiba, evet,” diyor kızkardeşim. “Ne yapacağız şimdi?”
Annem gülüyor. “Eskiden olsa... Neyse. Bir şey yapmayacağız.”
“Eskiden ne yaparlardı?”
“Eskiden... Öldürürlerdi.”
“Yenir mi o?”
Bu kez yüksek sesle gülüyor, “Değmez.”
“Neden öldürürlerdi o zaman?”
Annem omuz silkiyor, “Bilmem ki, fareleri öldürmek çok normaldi. Öldürmemek için hiç bir neden yoktu da ondan herhalde.” Aynı tuhaf gülüşle gülüyor, “Aslında bakıyorum da, değişen tek şey... ” Yüzü hala çok tuhaf. “Aslında değişen bir şey yok sanırım...”
Yüzüne bakıp bir şey söylemesini bekliyoruz.
Kızkardeşim, “Ne yapacağız şimdi?” diyor.
“Hiç,” diyor annem.
“Biz öldürmeyecek miyiz?” diyorum.
“Hayır,” diyor Sun Annem. “Biz öldürmeyeceğiz.” Sesinde ürkütücü bir kesinlik var. Tane tane konuşuyor. “Zaten çok yaşlı. Hiç bir şey yapmayacağız. Bekleyeceğiz.”
Susup bekliyoruz ama gerisi gelmiyor.
“Neyi?” diye fısıldıyor kardeşim büyük bir ciddiyetle.
“Eceliyle ölmesini tabii,” diyor annem.


Gözde Genç, 2003

Mart Action: İzmir


Bir İsyan Nasıl ÖRGÜTLENİR?

- Ocak 2009Şehirdeki eylemler nasıl koordine edildi? Şehirlerarası koordinasyon nasıl sağlandı?Uzun süreli dostluklara ve yüzde yüz güvene dayalı yüzlerce arkadaş grubu, bunun yanı sıra Atina'daki üç ve Selanik'teki üç büyük işgal evinden gelen daha büyük gruplar var. Yunanistan'da 50 sosyal merkez, ülkenin bütün üniversitelerinde de anarşist politik oluşumlar var. Aynı zamanda bütün büyük kentlerde Anti-otoriter Hareket'in şubeleri var, kişisel ilişkilere, telefon ve internet iletişimine dayanan, arkadaş grupları arasındaki bir ağ örgütlenmesi olan Kara Blok da Yunanistan'ın bütün kentlerinde etkin. Bunların her biri için, Indymedia, gerekli bilgilere ulaşmakta çok önemli bir stratejik noktadır; çatışmaların nerede gerçekleştiği, polisin nerede olduğu, sivil polisin nerede tutuklamalara giriştiği, her yerde olan, biten dakika dakika bildirilir. Duyuruların yayınlanması, gösteri ve eylemler için çağrılar yapılması açısından da politik düzeyde çok kullanışlıdır.Elbette, koordinasyonun pratikte ilk olarak arkadaştan arkadaşa cep telefonları aracılığıyla gerçekleştirildiğini unutmamak gerek; genç öğrencilerin inisiyatiflerini, gösterilerini ve doğrudan eylemlerini koordine etmekte kullandıkları başlıca yol da budur zaten.

Eylemleri örgütleyen ne gibi yapılar ortaya çıkıtı?a) Her türden küçük arkadaş grupları sokaklarda kendiliğinden kararlar alıyor, eylemler planlıyor ve bunları kaotik, kontrol dışı bir şekilde yürütüyorlardı; ülkenin dört bir yerinde binlerce eylem aynı anda gerçekleştiriliyordu.b) Her öğleden sonra işgal edilmiş okullarda, işgal edilmiş kamu binalarında ve işgal edilmiş üniversitelerde genel toplantılar düzenleniyordu.c) Duyurular ve eylemlerin stratejik koordinasyonu için Indymedia kullanıldı.d) Çeşitli komünist partiler kendi öğrenci konfederasyonlarını örgütlediler.e) Bir de özellikle çok etkili bir birlik bizzat Alexis'in arkadaşları tarafından örgütlendi ki, bu birlik gösterilerde, eylemlerde, okul işgallerinde ve öğrenci mücadelesi için genel duyurular ilan edilmesinde öğrencileri örgütlüyordu. Daha önceden varolan, insanların örgütlenmeye gittiği yapılar var mıydı?İlk kez sokağa inen geç öğrenciler ve göçmenler için cep telefonu yeterdi artardı bile; bu, olaylarda tamamıyla kaotik, önceden kestirilemeyen bir unsura yol açtı. Diğer yandan, Genel Toplantılar, anarşistlerin ve anti-otoriterlerin 30 yıldır her türlü eylemde kullandıkları bir örgütlenme aracıdır. Bütün arkadaş gruplarının, işgal evlerinin, sosyal merkezlerin, üniversite işgallerinin ve diğer örgütlenmelerin de kendi toplantıları olur. Bazı katılımcılar da sol siyasi örgütlenmelerden, solcu ve anarşist üniversite oluşumlarından gelmektedir. Çatışmalar sırasında, liseli gençlerin oluşturduğu yeni koordinasyon ağları olarak internette birçok yeni blog ortaya çıktı. Bunlardan başka nasıl insanlar eylemlere katıldılar?Çoğunluğu anarşistlerdi, bunlardan yarısı yaşlıca diyebileceklerimizden oluşuyordu; bazıları daha önceki bazı eylemlerinden dolayı haklarında suçlamalar yapıldığı için tutuklandıklarında mahkûm edilmek gibi yüksek riskler altındaydı. Bunların yanı sıra 16-18 yaşında binlerce öğrenci vardı; birçok Roman çocuk maruz kaldıkları sosyal baskı ve ırkçılığın öcünü alıyordu. Başka toplumsal mücadelelerden biriktirdikleri deneyimleriyle yaşlı devrimciler de vardı. Ne tür farklı eylemler yapıldı?a) Kırıp dökme, yağmalama ve yakma genç insanların başlıca eylemleriydi. Sık sık pahalı alışveriş semtlerine saldırdılar; lüks mağazaların içine girip içerideki her şeyi alarak, havadaki gözyaşı gazının etkisini azaltmak için yaktılar. Baş aşağı edilen otomobiller barikat olarak kullanılarak, polisin belirli bir uzaklıkta tutulup özgür alanlar yaratılması sağlandı. Polis 4.600'den fazla gaz bombası kullandı -yaklaşık 4 ton- fakat insanlar sayısız ateşler yakarak, devletin insanlara karşı kullandığı bu kimyasal silaha rağmen nefes alınabilecek bölgeler yarattı.Binlerce insan, yakılan ateşlerden çıkan siyah dumanın, gözyaşı gazının neden olduğu beyaz dumanı bastırdığını fark eder etmez, ellerinin altındaki her şeyi yakarak gözyaşı gazından korunmaya çalıştı. Kaldırımları çekiçlerle parçalayarak, ortaya çıkan binlerce taşı silah olarak insanların kullanımına hazır hale getirmek de bir başka teknikti; elbette kişisel inisiyatif kullanarak molotof kokteylleri hazırlayıp, fırlatmak da vardı. Bu son taktik özellikle ayaklanma polisini korkutmak, göstericileri göz ardı etmelerini engellemek için kullanıldı. Saldırı ve kaçış sırasında mekân ve zaman kontrolünü elde tutmak için de işe yarıyordu. b) Ülke çapında sayısız bankaya, polis karakoluna ve polis arabasına sopalarla, taşlarla ve molotof kokteylleriyle saldırıldı. Küçük kentlerde bankalar ve polis birincil hatta tek hedefti; küçük ölçekli cemaatlerin var olduğu bu nedenle de yüz yüze ilişkilerin sürdürüldüğü bu kentlerde dükkânların yakıp yıkılması uygun görülmedi ama birkaç çokuluslu mağazalar zincirine dâhil olan dükkân bunun dışında tutuldu. c) Her türden kamu binasında, belediye bürolarında, kamu hizmet bürolarında, tiyatrolarda, radyo istasyonlarında, televizyon kanallarında 50-70 kişilik gruplar tarafından simgesel işgaller gerçekleştirildi. Sokaklarda, otoyollarda, işyerlerinde, metro istasyonlarında, kamusal alanlarda ve daha birçok alanda sabotajlar ve ablukalar gerçekleşti, bu sırada binlerce bildiri insanlara dağıtıldı. d) Parlamento binasının önünde ve her kentte, her gün sessiz protestolar, sanat gösterileri, şiddet içermeyen eylemler gerçekleştirildi. Bu eylemlerin çoğuna polis acımasızca saldırarak gözyaşı gazı kullandı, insanları gözaltına aldı. e) Solcular, halka açık mekanlarda, underground müzik gruplarının, siyasi bilince sahip pop yıldızlarının katıldığı konserler düzenlediler. Bu konserlerden en büyüğü Atina'da gerçekleşti, 40'dan fazla sanatçı ve 10.000 dinleyici katıldı. f) Komünist Parti tarafından, denetimli öğrenci gösterileri düzenlendi. Bunların birçoğuna, kaotik, kendiliğinden öğrenci gösterilerine olandan daha az katılım gerçekleşti. Katılımcıların ne kadarı daha önce böyle eylemlere katılmıştı? Kaçı için bu "bir ilk"ti?Binlerce insandan birçoğu deneyimli anarşist isyancılar, anti-otoriterler ve özgürlükçü otonomculardı; bunlardan yarısı daha önce ceza aldıklarından dolayı sadece önemli mücadeleler sırasında sokağa çıkan yaşlıca anarşistlerdi. Son üç yıl içinde, Sosyal Güvenlik yasasına ve eğitimin özelleştirmesine karşı gerçekleşen toplumsal mücadeleler sırasında ve 2007 yılında Yunan doğal arazisinin neredeyse yüzde 25'inin yanıp kül olduğu sırada düzenlenen kendiliğinden gelişen muazzam gösterilerle radikalleşen binlerce genç vardı.
Tahminimizce, insanların yüzde 30'u ilk kez ayaklanıyordu. Eylemlerde kullanılan taktiklerden hangileri Yunanistan'da daha önceden kullanılmıştı? Bunlar bu isyan sırasında yaygınlaştı mı? Eğer öyleyse bu nasıl gerçekleşti?Kullanılan taktiklerden birçoğu uzun süredir Yunanistan'da kullanılmakta olan taktiklerdir. Bu mücadelenin en önemli yeni özelliği bütün ülke çapında hemen, bir anda eylemler gerçekleştirilmesidir. Anarşist etkinliğin sürdürüldüğü en önemli semtlerden birinde bir gencin katledilmesi, bir anda ortaya çıkan bir tepkiyi ateşlendirdi; ölümünü izleyen beş dakika içinde, bütün ülkedeki anarşist hücreler harekete geçti. Birçok vakada, polis, insanların neden kendilerine saldırdığı konusunda anarşistlerden çok sonra haberdar oldular. Yunan toplumu için ülkedeki genç insanların "anarşist şiddet, yakıp, yıkma" gibi taktikleri benimsemesi bir sürpriz oldu, fakat bu anarşistlerin eylem ve düşüncelerinin son dört yıl içinde Yunan toplumu üzerinde bıraktığı genel etkinin bir sonucuydu. Eylemler sırasında, katılımcılar arasında herhangi bir anlaşmazlık yaşandı mı?Komünist Parti kendisini anarşistlerden ve solculardan ayrı tutarak, başka gösteriler düzenledi. Komünist Parti'nin yayınladığı duyurular, ana akım medyada boy göstermeleri, parlamentodaki demeçleri ve bütün sol örgütlere karşı gerçekleştirdikleri olumsuz propaganda, her türlü sosyal değişim çabasının karşısına gerçek bir düşman gibi çıktıklarını kanıtladı. Kamuoyunun eylemler hakkındaki kanaati neydi?Bir tele-demokrasi devrinde "kamuoyu" denilen şey oldukça tartışma götürür bir kavramdır. Genel anlamda konuşacak olursak, televizyonda bizim "yoksul insanların dükkânlarını yaktığımız" söylendiğinde "kamuoyu" korkar, ama isyanın yer aldığı pahalı semtlerde ne türden mağazaların bulunduğunu halk bilir; televizyondan, öfkeli göçmenlerin sokağa çıkıp yağmaya giriştikleri söylendiğinde korkarlar ama aynı zamanda göçmenlerin yoksul ve çaresiz olduklarını da bilirler, üstelik göçmenlerin çok azı sokağa çıkmıştır. İsyan hakkında açıklamalarda bulunan birçok sanatçı, kuramcı, sosyolog ve benzeri şahsiyetler oldu, bunların birçoğu bizim davamızdan faydalandı; bazıları muhtemelen zamanın ruhunu yakalayabilme telaşına kapılmıştı ama diğer yandan bazıları da bu durumu kendi gerçek düşüncelerini dürüstçe ifade edebilecekleri bir fırsat olarak gördüler. "Kamuoyu" 15 yaşındaki bir gencin bir polis memuru tarafından öldürülmesine karşı öfkeliydi, daha da beter nefret ettiler polisten; zaten kimse sevmez polisi. Yunanistan'daki "normal" insanların çoğunluğu, sağcı hükümete de, önceki (ve muhtemelen gelecekteki) sosyalist hükümete de güvenmez, polisi de, pahalı mağazaları da, bankaları da hiç sevmezler. Şimdi artık, isyanın toplumsal ve ahlaki meşruiyetini ortaya koyan yeni bir genel kanı ortaya çıkıyor. Yunanistan'ı yönetmek önceden de zordu, şimdi artık daha da zorlaşacak.
Olayların bu şekilde gerçekleşmesinde eski diktatörlükten geriye kalan mirasın rolü neydi? Genel kanıyı ve eylemleri nasıl etkiledi?1973'te yedi yıl süren diktatörlüğe karşı isyan etme riskini üstlenenler sadece gençler oldu; diktatörlüğün sonunu getiren tek neden bu olmasa da, öğrenciler kolektif hafızaya Yunanistan'ı diktatörlükten ve ABD tahakkümünden kurtaran gençler olarak kazındı. Gençlerin herkesin yararına büyük riskler üstlenebileceği yaygın bir inanıştır, bu da öğrenci eylemlerine umut içinde hoşgörüyle yaklaşılmasını sağlar. Elbette artık eski bir hikâye bu, çatışmaların arka planında bir etkisi olsa da, çelişkinin kaynağı olarak görülmemekte. Bir başka etki de, 1991'de ve 1995'te eğitimin özelleştirilmesine karşı yürütülüp, hükümet planlarının değişmesiyle sonuçlanan ve bugüne kadar eğitimin özelleştirilmesini engelleyebilmiş olan öğrenci hareketlerinin geride bıraktığı etkidir. Kabul etmek gerekir ki, 2007 ayaklanmasıyla muhtemelen Yunanistan tarihinde anarşist hareket şimdiye kadarki zirve noktasına erişmiştir. Bütün ülkeye yayılmış, toplumun büyük bir kısmı üzerinde, eylemler, sloganlar ve düşünceler bakımından büyük bir etki bırakmıştır. Fakat daha önceki öğrenci mücadeleleri, özellikle 1991'de Atina'da sürdürülen mücadele daha gözle görülür ve daha geneldi. Olayların gelişmesinde, kötü ekonominin rolü şirket medyasının iddia ettiği kadar önemli mi?Atina'nın zengin semtlerinde oturan gençler de kendi bölgelerindeki polis karakollarına saldırı düzenlediler, öyle ki sınıf savaşını savunan Marksistler olup biteni açıklamakta güçlük çektiler; zengin yoksul ayrımı, eşitlik ve sosyal adalet mücadelesi içindeki uzun soluklu dayanışmaya ve katılıma bakıldığında pek de önem arz etmiyor. Diğer yandan, 25-35 yaşlarındaki Yunanlar, ekonomi yüzünden aile kurup çocuk sahibi olamıyorlar. Yunanistan, Avrupa'da nüfus artışı en düşük olan ülkedir. Ama bunun isyana neden olduğundan söz etmiyoruz burada. Gençler öfkeli, doğal ve içgüdüsel bir şekilde, hiçbir açıklamaya ve siyasi gündeme gerek olmaksızın polisten, kapitalist aldırmazlıktan ve hükümetten nefret ediyorlar. Yerel medya burada aynı İngiliz, Fransız veya ABD medyaları gibi toplumsal koşullardan derinlemesine bahsetmekten kaçınıyor. Yerel şirket televizyonları kaotik "bozguncular" hakkında uydurdukları yalanlarla işi geçiştirmeye çalışıyorlar, çünkü artık bu toplumda anarşistlerin ahlaki etkisi öylesine güçlendi ki, eğer televizyonda bizim fikirlerimiz hakkında ciddi olarak konuşmaya başlanırsa toplum patlayabilir.
Bazı televizyon programları ve gazeteler hariç, ana akım medyanın çoğu ekonomik meseleleri kaotik isyandan ayrı tutmaya çalışıyor. Mayıs 68 kuşağından gelen solcular bile, medyaya demeç verdiklerinde, yakıp yıkmanın ve ayaklanmaların, halkın gereksinimlerini ve umutlarını dillendiren siyasi ifade ediş biçimleri olmadığını, anarşistlerin ve gençlerin siyasi bir gündem ortaya koyma yeteneklerinin olmadığını, halkın başka türden siyasi temsillere gereksinimi olduğunu söylüyorlar. Elbette bütün bu söylediklerinin, gelecekteki toplumsal mücadelelere katılacak olan gençler üzerinde çok az etkisi oluyor; çünkü bu mücadeleden sonra, artık gençlerle herhangi bir siyasi önderlik ya da otorite arasında yüksek bir gerilim ve büyük bir mesafe var. Polise kızgınlık ve ekonomiden başka hangi nedenler insanları olaylara katılmaya yöneltti?Kişisel ve kolektif macera gereksinimi; tarihin yapılmasına katılma gereksinimi; her türden siyasetin, siyasi partinin ve "ciddi" siyasi düşüncelerin kaotik olarak olumsuzlanması; her türden televizyon yıldızına, sosyoloğa ya da seni toplumsal bir fenomen olarak analiz etmeyi amaçlayan uzmana karşı duyulan nefret, olduğun gibi var olma ve işitilme gereksinimi; otoritelere karşı savaşmaktan ve polisle alay etmekten dolayı duyulan coşku, yüreğindeki güç ve ellerindeki ateş, parlamentonun önündeki, pahalı alışveriş semtlerindeki ya da küçük sessiz kasabandaki, köyündeki, mahallenin meydanındaki polislere molotof ve taş fırlatmanın hayret verici deneyimi. En yakın arkadaşlarınla birlikte bir eylemi planlayıp gerçekleştirmekten duyulan kolektif his, sonra da insanların başkasından duydukları inanılması güç bir hikâye gibi sana bu eylemi anlatmaları; gazetelerde veya gezegenin öte taraflarında bir yerde yayınlanan bir televizyon programında arkadaşlarınla gerçekleştirdiğin eylemden söz edildiğini görmekten duyulan coşku; gelecekteki mücadeleler için küresel örnekler haline gelecek öyküler, eylemler ve planlar yaratmaktan duyduğun sorumluluk gibi başka nedenler de var. Şenlikli bir şekilde mağazaları kırıp dökerek, içindeki malları alıp yakmak, kapitalizmin sahte vaatlerinin ve hayallerinin sokakta yandığını görmek; bütün otoritelere karşı duyulan nefret, onun yerinde senin de olabileceğin bir insanın katledilmesinin öcünü almak için yaratılan kolektif törende yer almak; polisin Alexis'in katlinden dolayı ülke çapında bir bedel ödemesi gerektiği duygusuyla güttüğün kişisel kin; polis şiddeti artarsa, bizim de buna karşılık verecek gücümüzün olduğu ve toplumun patlayacağı yönünde güçlü bir mesajı devlete iletme gereksinimi; herkesin uyanması gerektiği yönünde topluma doğrudan bir mesaj iletme gereksinimi; otoritelere, bizi ciddiye almaları gerektiğini, çünkü bizim her yerde olduğumuzu ve her şeyi değiştirmek için geliyor olduğumuzu bildiren bir mesaj iletme gereksinimi. Siyasi partiler ayaklanmanın enerjisinden çıkar sağlayabiliyor mu?"Gerçek" rakamlarda, Sosyalistler, sağcı hükümet karşısında %8 oranında oylarını arttırdı; "Avrupa Sosyal Forum komünistleri" isyana yardımcı olmalarına rağmen %1 oy kaybettiler fakat hala %12'yle üçüncü sırayı koruyorlar; Komünist Parti %8, Milliyetçi neo-faşistler %4.5 ve Yeşil Parti de yüzde %3.5 oyla yerlerini koruyor. Sağcı başbakandan çok daha az gözde konumda olduğu bunca yıldan sonra, Sosyalistlerin liderinin "ülkeyi yönetebilecek yeteneğe sahip" olarak değerlendirilmesi de ilginç. Ayaklanmaların siyasal sahnede büyük bir etkisi oldu; kitlesel şiddet dalgası ve toplumun her düzeyinden gelen katılım karşısında siyasi partiler bunu anlamakta, açıklamakta ve tepki göstermekte yetersiz kalmıştır. Verdikleri demeçlerin olan bitenle hiçbir ilgisi yoktu. Kendilerini siyasi partilerin mantığı ve politikası içinde görmeyen, bu partilerin kendilerini temsil etmediğine inanan gençler arasında popülerlikleri dramatik bir biçimde azaldı. Eylemlerin başlamasında ve devam etmesinde anarşistlerin rolü neydi? Katılımları toplumun geri kalanı tarafından açıkça görüldü mü?Anarşistler son birkaç yıl içinde, Yunanistan'ın hemen hemen bütün büyük kentlerinde topluluklar, gruplar, örgütler, işgal evleri ve sosyal merkezler arasında bir ağ oluşturdular. Gruplar ve bireyler arasında birçok belirgin farklılıklar olduğu için çoğu birbirinden hoşlanmaz. Buna rağmen, bu durum, harekete yardımcı olan da bir şeydir, hareket artık birçok meseleyi içermektedir. Farklı farklı insanlar farklı anarşist hareketlerde yoldaşlarını bulmakta ve toplumla iletişime geçmek için karşıt fikirlere sahip olsalar da olumlu anlamda birbirlerini itmektedirler. Toplumla iletişime geçmek, mahalle meclisleri oluşturmayı, toplumsal mücadelelere katılmayı ve toplumun geneli için bir anlamı olan eylemler planlamayı içerir. 30 yıl süren anti-sosyal anarşizmden sonra bugün Yunanistan'daki anarşist hareket, bütün sorunlarına, sınırlılığına ve içsel çelişkilerine rağmen, anarşist mikrokozmos'un dışına bakabilecek ve toplumu büyük oranda iyileştirecek, gözle görünür eylemler yapabilecek durumdadır. Elbette bunun daha da gözle görünür hale gelmesi için çok çaba sarf edilmesi gerekmektedir, ama gün be gün hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir düzeye gelecektir. Eylemlerin başlatılmasında ve sürdürülmesinde anarşistlerin rolüne gelecek olursak... Özellikle başlarda -Cumartesi, Pazar, 6-7 Kasım- ve Çarşamba, 10 Kasım'dan sonra eylemleri gerçekleştirenlerin büyük bir çoğunluğu anarşistlerdi. Ortalara doğru, özellikle büyük çatışmanın yaşandığı Pazartesi günü, öğrencilerin ve göçmenlerin rolü büyük oldu. Fakat öğrencilerin büyük bir çoğunluğu bir iki gün yakıp yıktıktan sonra bir tatmin duygusu yaşayarak ya evlerine gittiler ya da daha pasifist atmosferde geçen gösterilere katıldılar. Aynı şekilde göçmenler de insanlardan sert tepki gördükleri için bir daha sokağa dönmekten korktular.Yani eylemleri Yunanistan'daki 20.000 anarşist başlattı ve herkes normale döndüğünde bile bu eylemleri sürdürdü.
Şunu da belirtmemiz gerekiyor ki, normale dönme korkusu bizi bir on gün daha çatışmaya yöneltti, katledilen kardeşimizi öcünü almak için yaptığımız eylemlerde kendimizi büyük tehlikelere attık, hayalimizde bu eylemlerin bir genel greve dönüşmesi vardı. Şimdi Avrupa toplumu artık toplumsal isyanın nasıl bir şey olduğunu, birkaç ay içinde dünyayı değiştirmenin hiç de zor olmadığını gördü, öğrendi.Ama bütün insanların bu eylemlere katılıp kendi rollerini oynamaları gerekiyor. Yunanistan'daki gençler Avrupa'daki bütün toplumlara bir davetiye gönderdiler. Şimdi onlardan gelecek yanıtı bekliyoruz. Genel anlamda, anarşistler Yunanistan'da ne kadar bilinirler? Anarşizm Yunan halkının ne kadarı tarafından "ciddiye alınıyor"?Bir bakıma anarşistler kendilerini "ciddiye almaya" ancak üç-dört yıl önce başlamıştır, genel toplum içinde görünür olmamız da bunun sayesindedir. 25 yıldır sürdürdüğümüz çabaları karakterize eden polis-karşıtı stratejinin ötesine ancak birkaç yıl önce geçebilmeyi başardık. Bu stratejiye göre, biz polise saldırırdık, polis gözaltılara girişirdi biz de dayanışma eylemleri yapardık, bu böyle sürer giderdi. Bizim bu rutinden kurtulmamız 25 yılımızı aldı. Elbette, polis-karşıtı saldırılar ve çatışmalar devam ediyor, mahkûmlarla dayanışma hareketi her zamankinden daha güçlü, ama anarşist hareket içindeki anti-sosyal unsur artık bilinçli bir öz-denetim altındadır, biz artık bütün bir toplumun çıkarı için konuşabiliyoruz ve eylem yapabiliyoruz; bunu yaparken en azından toplumun belli bir kısmının daha açık bir biçimde kavrayıp anlayacağı eylem ve planlar gerçekleştiriyoruz. Süpermarketlere saldırıp çalınan ürünleri halka ücretsiz dağıtmak gibi birçok eylem çok tutuldu ve kabul gördü. Özellikle şu son krizden sonra bankalara yapılan saldırılar da kabul gördü; polis karakollarına yapılan saldırılar bütün ülkede öğrenciler tarafından benimsendi ve gerçekleştirildi.
Öyle ya da böyle, son 15 yıldır haberlerin en ön sırasında yer alıyoruz. Genel olarak konuşacak olursak, öğrencilerin veya işçilerin mücadelelerine, ekolojik mücadelelere katılımımız oldukça, her hafta anarşist bir eylem yapılıyor bu da anarşist hareketi görünür kılıyor, dikkat çekiyor. Bu, "anarşizm" Yunan halkının çoğunluğu tarafından ciddiye alınıyor demek değil, çoğu insan bizi "bozguncu" ve suçlu olarak tarif eden televizyonun yalanlarına inanıyor hâlâ. Çoğunluğun, anarşist bir toplumun nasıl olacağına dair hiçbir fikirleri yok, bu soruya cevap vermeyi reddeden çoğu anarşist için de geçerlidir bu. Ama artık eylemlerimizin, eleştirilerimizin ve düşüncelerimizin solun ve ilerici insanların üzerinde güçlü bir etkisi var. Artık var olmadığımızı söylemek imkânsız, varlığımız da genç kuşağın radikalleşmesini sağlıyor. Alt-kültürel gruplarının – punklar, işgalciler, vb. – isyanı mümkünleştirmekteki rolleri neydi?1993'ten sonra Yunan anarşist hareketi içinde, birçok iç çatışmayı da beraberinde getiren güçlü bir eğilim ortaya çıktı. Bu eğilim "alt-kültürel" tarzların hareket içindeki etkisini tasfiye etti. Bunun anlamı da Yunan anarşist hareketi içinde punk, rock, metal ya da her ne ise bu anlamda bir anarşist kimlik olmamasıdır; ne istersen o olursun, hangi müziği istersen onu dinlersin, hangi tarzdan veya modadan hoşlanıyorsan hoşlanıyorsundur, ama bu politik bir kimlik değildir. Bu ay gerçekleşen sokak çatışmalarına, birçok "emo" (emotional/duygusal rock tutkunu gençler), uçuk hipiler, heavy metalci oğlanlar ve kızlar katıldı, aynı zamanda ciksler, Yunan müziğine düşkün normal çocuklar, öğrenciler de vardı. Anarşist harekete katılmanızı sağlayacak olan şeyler siyasi bilinç, toplumsal eleştiri ve kolektif anlayış olmalıdır, moda değil. Elbette, en azından son 19 yıldır "Void Network" ve benzeri kolektifler siyasi oluşumlara kültürel bir boyut kazandırmada önemli roller oynadılar. Bu tür gruplar her yıl birçok kültürel/siyasi etkinlik, şenlik ve eğlence düzenler ve çok güçlü bir şekilde binlerce insanın ilgisini bu tür underground kültürlere çeker. Fakat "Void Network" bile alt-kültürel kimlikler yaratmaz, farklı alt-kültürleri birbirinden ayrı tutmaz, birçok underground kültürü aynı anda içeren etkinlikler düzenlemeye çalışır; ki, görünürdeki insanların çoğunluğunun d.i.y. (do it yourself/kendi işini kendin yap) undergorund kültürlerinin düzenledikleri etkinliklere katıldığı doğrudur; her ay özgürleştirilmiş bölgelerde birçok etkinlik düzenlenmektedir. Yunanistan'daki anarşist hareketi sağlıklı kılan şeyler nedir?Altkültürel kimlik politikasından ayrı durmanın sonucunda, insanlar kendine anarşist demenin, üzerinde deccal resmi olan bir tişört giymekten, punk konserlerine gidip bira içmekten, uyuşturucu hap almaktan çok öte bir şey olduğunu, ciddi bir katılım, planlama, yaratıcılık ve eylem gerektirdiğini anladılar.
Artık anlaşıldı ki kendine anarşist diyorsan gösterilere katılmalısın, elinde pankart, kara veya kara/kızıl bayraklarla sokağa çıkmalısın, birlikte slogan atmalısın, bir anarşist duruş göstermelisin. Aynı zamanda, kendine anarşist diyebilmek için her hafta, birkaç farklı eyleme hazırlık için gerçekleştirilen birkaç genel toplantıya katılmalısın. Tehlikeli herhangi bir şeyi planlamak için yüzde yüz güvendiğin insanlarla arkadaş olmalısın; eylemin yönünü tayin edebilmek için dünyada olan bitenden haberdar olmalısın; çılgın ve coşkulu olmalısın; inanılmaz şeyler yapabileceğine inanmalısın; asla bitmeyecek bir mücadele için canını, zamanını, yıllarını vermeye hazır olmalısın. Çok fazla beklentiye sahip olmamak sağlıklıdır çünkü o zaman hayal kırıklığına uğramazsın. Kazanmayı beklemeyeceksin. Ortaya çıkıp dövüşmeye sonra da kaybolmaya alışacaksın; bir şahıs olarak nasıl görünmez olacağını ve kolektif bir güç olarak nasıl görünür olacağını öğreneceksin; evrenin merkezinde olmadığını, ama her an kendi toplumunun merkezinde durur hale gelebileceğini bileceksin. Yunanistan'daki anarşist hareket hangi yollarla daha da iyileşebilir ya da güçlenebilir?Halka düşüncelerimizi anlatabilmek için daha da fazla akıllıca yöntemler bulmalıyız. Bütün toplumla siyasi iletişime geçmenin tekniklerini bulmalıyız; eylemlerimizin "siyasi tercümesi"ni yapabilmek ve bütün bir mücadeleyi toplumsal bir bağlama yerleştirmek için daha iyi ve daha güçlü yöntemlere gereksinimimiz var. Politikacıların birer televizyon yıldızından başka bir şey olmadığı bir tele-demokrasi içinde, kitlesel medya aracılığıyla iletişime geçmeyi reddetme yönündeki tutumumuz sağlıklıdır fakat kitlesel medyanın "konsensüs gerçekliği" ile, medyanın bize karşı yaptığı propaganda ile baş edebilmek için, eylemlerimizi hangi saiklerle gerçekleştirdiğimizi topluma açıklayabilmek için yeni yöntemler bulmalıyız. Televizyonda gösterilen şeyler "var olduğu" sürece ve televizyonda gösterilmeyen şeyler "var olmadığı" sürece biz, televizyon programlarının normalliğini kırmak için, çılgın düşüncelerimizle, tehlikeli eylemlerimizle, sokak çatışmalarımızla orada olacağız; sıradan insanların fantezilerini ve hayallerini yok etmek için eylemlerimizin sonucunda ortaya çıkan olumsuzlayıcı reklamı kullanacağız.
Peki ama, olumlu düşüncelerimizi herkese nasıl anlatabiliriz? Medyaya olan güveninden vazgeçmesi için halka nasıl yardım edebiliriz? Milyonlarca insanla nasıl temasa geçebiliriz? Bu, sokaklarda gezip elden ele geçirilerek dağıtılan milyonlarca ve milyonlarca afiş, broşür gerektirecek; gösterilere, toplumsal mücadelelere katılım için yapılan milyonlarca davetiye gerektirecek; insanları bizim düşüncelerimize yaklaştırabilecek şekilde, devletin istemediği veya başa çıkamadığı alanlarda daha fazla halka açık hizmet gerekecek -ücretsiz çalışan anarşist doktorlar, öğretmenler, ücretsiz yiyecek, barınma, bilgilenme, underground kültür vs. Aynı zamanda daha fazla işgal evi ve sosyal merkez gerektirecek. En iyisi bir işgal başlatmak fakat kentinizde işgal mümkün değilse arkadaşlarınızla bir daire kiralayın, bürokrasiye karşı uyanık durarak bir kolektif oluşturun, genel toplantıları başlatın, girişe de kara veya kara/kızıl bir bayrak asın. Böylece kentinizdeki insanlara, ırkçılığın, ataerkilliğin, homofobinin olmadığı bir dünyanın, eşitlik, özgürlük ve farklılıklara saygının olduğu bir mekânın, bir sevgi ve paylaşım dünyasının yaşayan örneğini sunun. Yeni dalga sosyal yaşam içinde yeni bir örnek olarak parlaması, büyük kentlerde yeni bir hayatta kalma yöntemi olarak sergilenmesi için bizim Yunan anarşist hareketindeki isyancılık içinde daha fazla "otonomiye" gereksinimimiz var. Polis baskısı anarşist hareketin yolunu tıkamakta ne kadar etkin? Buna nasıl direnildi?İsyancıların planları ve hayalleri gerçekleşti: devasa bir katılım anarşistlerin üzerinden gerçekleşti; insanlar, kaotik günler boyunca, alışılmadık bir zaman/mekân birliği içinde, daha önce hiç olmadığı kadar sokaklara doldu, çatıştı.Aynı günlerde, elbette, insanlar isyanın sınırlılığıyla da karşı karşıya geldi. İnsanlar şimdi, saatlerce süren tartışmalarda, halk desteğinin nasıl yaygınlaştırılabileceğini, mücadeleyi ayakta tutacak ve zenginleştirecek pratiklerin, eylemlerin ve yöntemlerin nasıl bulunabileceğini görüşüyor. Birçok insan bu isyandaki farklı unsurların nasıl yakınlaştırılabileceği üzerine yöntemler düşünüyor. Ayaklanmaların sonuçlanmasında polis baskısından çok fiziksel yorgunluğun rolü önemliydi. Hepimiz ortak bir bitirme ve yeniden başlama duygusunu paylaşıyoruz, polisin bu duygulara dokunabilmesi olanaksız.
Aralık olaylarının sonucu ne olacak?Sürekli mücadele! Siyasi, toplumsal ve ekonomik eşitlik için sonu olmayan bir savaş! Özürlüğün sürekli olarak yaygınlaşması!Gelecekte, Yunanistan'daki ve bütün Avrupa'daki neo-liberal hükümetler, artık herhangi bir ekonomik veya sosyal değişim uygulayacakları zaman bunun üzerinde çok ciddi olarak düşünecekler. Atina'daki ayaklanmalar ve ekonomik kriz, yetkililerin, bankaların ve şirketlerin aldırmazlığına bir son verdi; Yunanistan'da yeni bir kuşağı radikalleştirdi, gelecekteki kitlesel toplumsal mücadeleler üzerine bir diyalog kurulması için toplumumuza bir fırsat verdi.Aralık 2008'de Atina'da, Eksarhiya'da atılan bir sloganın da dillendirdiği gibi:BİZ GELECEKTEN BİR GÖRÜNTÜYÜZ

Yanıtlar: Void Network (Teori, Ütopya, Empati, Gündelik Sanatlar)Sorular: Crimethinc. Ex-workers' collective.
Kaynak: http://www.crimethinc.com/blog/2008/12/25/how-to-organize-an-insurrection/çeviri: sanal teori

7 Şubat 2009 Cumartesi

Merdiven Kolajı


5 Şubat 2009 Perşembe

lafreu


time to eat

fotomat dergi/sayı 8

http://www.fotomatdergi.com/

Atonom fanzin/sayı 2

http://www.atonom.org/

2 Şubat 2009 Pazartesi

3 Yaşında...

sokağın sanatı için yoldan çıkmış manifesto, 3. yaşında...
hala ruhun sokak gürültüleir düş ritminde...