RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE

THE DIN OF STREET SPIRIT SOUNDS IN THE RYTHME OF DREAMS

30 Aralık 2007 Pazar

Gracq Sonsuzda...


1956 da 'sirte kıyısı' romanına verilen ödülü sürrealist tavıra gönderme yaparak reddeden, yaşlı büyücüyü sonsuza ugurladık.

Cins'ten AZI


Ruhunun kapısı özgürlüge açık herkese umutlu yıllar!

Roland Barthes/Zevk Hesabı (Fourier Üzerine)

Zevk Hesabı


Çeviri: Gözde Genç

Fourier’in tüm kuramlarının altında yatan temel kavram ne adalet, ne eşitlik, ne de özgürlük değildir. Fourier’in yapısal zeminini oluşturan kavram zevktir.

Fouriercilik de bir mutluluk öğretisi[1] değildir. Fourierci mutluluk (pozitif mutluluk) en basit anlamıyla zevktir: “aşk özgürlüğü, güzel yiyecekler, kaygısızlık ve Medeni insanların imrenmeye bile cüret edemeyecekleri tüm gerçek zevklerdir –cüret edemezler çünkü medeni felsefe onlara zevkin kötü olduğunu öğretmiştir-.”[2] Fourierci anlayışa göre, hayvani zevk öncelikle damak tadıdır. Tabiatıyla, zevkin en büyük iki kaynağı Aşk ve Yemek’tir ve bu ikisi hemen her zaman atbaşı giderler; yine de Fourier erotik özgürlüğü birinci sıraya koyduğu halde onu yiyecekleri ( kompostolar, limonatalar, kavun, armut, mirliton[3] …) tarif ettiği gibi iştahla ve detay vererek tanımlamaz. Zaten öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Fourier’in üslubu bile başlıbaşına bir zevktir; coşkuyla, heyecanla, sözcüklerin zenginliğiyle, oburca iştahlı betimlemelerle katmerlenen bir dil kullanır. (Neolojizmin[4] erotik bir tarafı vardır, bu yüzden bilgiç kişilerin şimşeklerini üzerine çekmekte üstüne yoktur.)

Fourier’de zevk her şeyden önce pratiktir, ilk bakışta kendini gösterir. Nedenlerin değerlerin, formalitelerin, alışkanlıkların, mazeretlerin karmaşasından kolayca sıyrılır, tamamen kendine özgü ve saf bir biçim bulur, bir manyaklık ( ayak bileği kaşıyıcı, bok yeyici ve “koca bebek”[5]) asla tarafların aldığı zevkten ayrı düşünülmez ve bu zevk asla zevkin kendisinden başka hiç bir anlam taşımaz (saçmalık, uygunsuzluk, zorluk gibi şeyler olaydan uzaktır); kısacası olayın saf haline iliştirilmiş bir metonim bulunmaz. Zevk neyse odur ve ondan başka bir şey değildir. Özün diğer her şeyden ayrı tutulması sembolik bir tören niteliğindedir, hatta denebilir ki müzelik bir orjidir: arzulanan şeyin basit bir ifadesinden ibarettir, aşıkların en dikkat çekici yerlerinin sergilendiği bir ‘seans’tır. “Bu nümayişte göğüsleri güzel olan bir kadın göğüslerini açar ve diğer yerlerini örter…” (Bu taslağın fetişist karakteri üzerinde durmaya gerek yok, bu zaten açık, Fourier’in niyeti analitik değil, ancak etik olabilir, Fourier fetişizmi o aşağılayıcı sembolik anlamıyla almamak yüceliğini gösterir: o da bir çılgınlıktır ama diğer çılgınlıklardan ne daha aşağı ne de üstün değildir.)

Fourierci zevk kötü olmaktan uzaktır: Sadistik anlamı düşünülürse, maruz kalan kişiyi üzen sıkan bir şey değildir, tam tersine sıkıntıyı üzüntüyü dağıtır, Fourier’in zevk tanımı tam olarak “insana iyi gelen şey” dir. Örneğin aşk mücadelesinde (ya da oyununda, ya da gösterisinde), bu şekilde ifadesi pek zarif kaçmasa da, bir bayrak ya da lider bulunmaz. Yine de, Uyum sağlandıktan sonra bile, aşk acısı çekenler olabilir, o zaman bütün bir toplum durumu düzeltmeye çalışır: aşkta hüsrana mı uğradın, red mi edildin, Baccanthes[6] ile Adventuress[7] ve daha nice zevk ortağı çevreni sarar, sana yol gösterir, uğradığın zararı telafi etmeye çalışırlar (Fourier buna iyilikseverlik egzersizi der.)


Fakat biri zararlı bir eğilim gösterirse, buna kimse izin vermez. Saldırgan zevklerin yolu her zaman tıkalıdır, oysa Uyumlu eğilimlere tüm kapılar açıktır, sadizm ise yine bir kabulden ibarettir: Madam Strogonoff’un kötü bir huyu varmış, güzel kölelerinin memelerine iğne geçirirmiş. İşte bu ters-tutkudur. Madam Strogonoff farkında olmadan kölesine aşık olmuştur; Uyum Saffik[8] aşkı onaylayarak ve öne çıkararak onu sadizmden vazgeçirebilirdi. Son bir tehlike de doygunluktur: “İştahı sürekli kılmak için ne yapmalı? İşte Uyum politikasının sırrı buradadır.” Bu sır çift taraflıdır: ilk olarak sürekli değişiklik önerilir, (toplumun beslenme kuralları et, meyve çeşitleri ve çok az ekmek yemeye izin verir), bu insanı sağlamlaştırır, hep aynı zevkle yemesini, daha kolay hazmetmesini ve daha çabuk acıkmasını sağlar; ve ikinci olarak sürekli farklı şeylerden zevk alınması sağlanır (insanın hiçbir işle iki saatten fazla meşgul olmasına izin verilmez). Arka arkaya yaşanan tüm bu küçük zevkler toplamda sürekli ve yekpare zevki oluştururlar.


Burada elimizdeki tek şey zevktir ve bu her şeyin üzerindedir. Zevk ölçülemez, sayılması da mümkün değildir, aslında doğası gereği aşırıdır. (Sandığımızın aksine yanlış olan fazla zevk almak değil, yeterince zevk almamaktır.) Bu kıstasın ta kendisi ölçüt olmalıdır: “duygu” zevkle ilintilidir: “Arzu eksikliği duyguyu azaltır,” ve “duyguyu artırmanın tek yolu tam anlamıyla tatmin olmaktır”: Freud-karşıtı bir yaklaşım: “duygu” bir eksikliğin başka bir şeye dönüştürülmesinin yüceltilmesi değil, tam aksine doyumun doruğunda yaşanan bir patlamadır. Zevk ölümden güçlüdür (ölümden sonraki hayat şehevi zevklerle doludur), bu yaşamla ölümü birleştirir (ölümdeki mutluluk ancak yaşarken mutlu olmakla mümkündür, bunlar bir şekilde sıralıdır: dünyadaki yaşamı mutsuzsa ölü mutlu olamaz; bu son derece cömert bir anlayıştır, hiçbir dini eskatalogyanın[9] cüret edemediği bir ‘bağış’tır). Son olarak, zevk, toplumsal organizasyonun da değişmez kanunudur: kötü anlamıyla tüm toplumun mahvına sebep olmakla birlikte, ( New Lanark’daki Owen deneyi[10] için de “fazla yeğin” denmiştir, çünkü bu insanlar çok sefildi) geliştirici bir tarafı da vardır ve iyi anlamıyla zevki yaşatmak Devlet’in görevidir (burada anılan zevki başıboşlukla karıştırmamak gerekir: bu Fourier’in Uyum’unu günümüzde hakim olan ve başıboşluğu dizginlemek uğruna zevki acımasızca karalayan Devlet anlayışından –neyse ki- ayırır). Sonuçta zevk bir hesap olmaktan çıkıp bir faaliyete dönüşür ki Fourier’a göre toplumsal sevk ve idare işlevinin en üst mertebesi budur; bu hesap tüm toplumsal kuramlarda olduğu gibi, işi zevke dönüştürmeyi ( ve boş zaman için işi askıya almamayı) öngörür: Medeniyet içinde işi zevkten ayıran engel yıkılır, ortak değerlerde (paradigmatik) bir çöküş yaşanır, hoş karşılanmayan şey istenen bir şeye (örneğin vergi vermek “işi başından aşkın bir annenin bebeğinin ihtiyaçlarını gidermek için gerekeni külfetli olsa da isteyerek yapması” gibi cazip bir göreve) dönüşür, ve zevkin kendisi alınıp satılabilen bir değer haline gelir. Çünkü Uyum Angelicate[11] adıyla yüceltilen kolektif fuhuşu tanır ve barındırır: bu da bir bakıma topluma faydalı, ve güçlü bir enerji odaklanmasına imkan verir.


Zevk Tek olduğuna ve başlıca görevimiz zevki açığa çıkarmak olduğuna göre: Fourier tek başına herkese karşı (özellikle de tüm düşünürlere ve tüm kütüphanelere karşı) durmakta haklıdır, haklı olan tek kişi odur ve haklı olmak güzeldir: “Herkesin karşısında olduğum halde sadece benim haklı olmam ne kadar güzel...” Zevk’in tahrip ediciliği de zaten bu Tek’liğinden ileri gelir: yakar, yıkar, şok eder, adını anmaktan bile korkutur: ani bir zevk boşalması nasıl da şok yaratır! Ne tedbir, ne hazırlık para eder.. Fourier bu konudaki tarafsızlığını test etmek için kendini bir denemeye zorlar; (bu kusursuz bir gözlem yöntemi olmamakla birlikte; “hesap”larının sıkıcı olduğunu tahayyül eder ve kendini buna inandırır. Oysa hiç de öyle değildirler...) ve aldığı önlem sürekli bir konuşma sansürü olur: “Engin zevklere gözucuyla bakmaktan bile korkarak şunu söylemek istiyorum ki, ben yazdıklarımda yalnızca...” gibi: Fakat Fourier’in demeci kesinlikle bir giriş ya da hazırlık değildir. Çünkü daha cümlenin başında ağza alınan nesne aynı zamanda cümlenin merkezidir ve gözalıcı bir parlaklıktadır[12]. Zevk sözkonusu edildiği anda (söylenen sözler ne olursa olsun) konuşmanın mezhebini gösteren tek bir kelime olabilir: gözalıcılık!
İhtiyaçların belirlendiği alan Politikadır, Arzu ise tümüyle Yerel[13] bir alana aittir.Fourier bu Yerel alanı Politikadan üstün tutar ve yerel bir ütopya kurgular (gerçi bir ütopya başka türlü olabilir mi ki? Politik bir ütopya mümkün müdür? Yani Politika, her dilin altında bir dil olan Arzu’yu karşılar mı? Mayıs 1968’de Sorbonne’daki ilgili bir gruba Yerel Ütopya konulu bir çalışma konusu taslağı sunuldu –tabii ki çalışma konusu Fourier idi-, verilen cevap bu konunun çok fazla “işlenmiş” ve fazlasıyla “burjuva” olduğuydu; Politika Arzu’ya şans tanımaz, yapacağı şey onu bir nevroz dosyasına koyup ortadan kaldırmaktır, bu vakalara politik nevroz da denebilir ama aslında olay bir politize etme nevrozudur.


Roland Barthes
Sade / Fourier / Loyola

Çeviri: Gözde Genç


[1] Eudaemonism: Mutluluk üretimi kapasitesini artırmayı amaçlayan bir etik sistemi ve öğretisi demektir. (ç.n.)
[2] Kısaca şöyle açıklayabiliriz: Medeniyet’in anlamı Fourier’in kitabında çok kesin ve belirgindir; bu kelime 1. evrenin 5. bölümünü (İnsanlığın çocukluk dönemini), yani federal ataerkil (tarımın gelişmesi ve sanayinin doğuşu) ile garanticilik ve birleşme (ortak sanayi) devirleri arasındaki dönemi gösterir. Daha geniş anlamda: Fourier’de Medeniyet en sefil zorbalıkla eşanlamlıdır ve kendi zamanının (ve bizim de zamanımızın) devletine karşılık gelir ki bu evrensel Uyum’a ( insanlığın 2. ve 3. evreleri) karşıttır. Fourier kendisinin Zorba Medeniyet’le Uyum arasındaki bir çizgi olduğuna inanır. (y.n.)
[3] Mirliton: Amerika’da Louisiana bölgesinde yetişen, görüntüsü avokadoya benzeyen lezzetli bir meyve. (ç.n.)
[4] Neolojizm: Bir dilde yeni sözcükler, yeni deyimler türetmek. (ç.n.)
[5] “Ayak bileği” tabir edilen adamlar sevgililerinin ayak bileğini kaşımaktan hoşlanır (VII,335) yaramaz bir çocuk gibi cezalandırılmak isteyen, güzel bir kız tarafından özellikle de “poposunu pataklamasından” zevk alan altmış yaşlarındaki adamlara ise “koca bebek” denir. (VII,334); (y.n.)
[6] Baccanthes: Şarap tanrısı Baccus ile tanrıçası Dionisus’un hayatın zevklerine ve aşka kadeh kaldırışını temsil eden bronz heykel. (ç.n.)
[7] Adventuress: Kötü kadın. (ç.n.)
[8] Saffo tarzı aşk. (ç.n.)
[9] Eskatalogya: Öbür dünyayı anlatmaya çalışan Tanrıbilim kolu. (ç.n.)
[10] Robert Owen’ın 1800’lerin başında New Lanark’da kayınpederinin fabrikalarında çalışan yaklaşık 2000 kişi üzerine yaptığı bir deneydir. Çocukların madende çalışmasını önlemiş, mütevazi bir eğitim almalarını sağlamış, makine kullanımını teşvik ederek ve işçilerin çalışma koşullarını iyileştirerek fabrikaların verimini artırmıştır.
[11] Angelicate: Meleklere özgü. (ç.n.)
[12] “Belli bir amaca hizmet eden bu tarikatı, Tanrının bu eserini bir an için iş başında görebilseydik... medeni insanların çoğu o coşkunun şiddetiyle oracıkta can verirdi mutlaka. Sadece tarifiı bile (Bkz. 8.Toplumun tanımı) pek çoğunu kendinden geçirmeye yeter, özellikle kadınları... Bahsettiğim cinnet mertebesinde bir heyecandır, ama bu eğlenceyle karıştırılabilir ve öyle görüldüğü takdirde Medeniyetin getirdiği yükümlülüklerle bağdaşmaz.” (I, 65).
[13] Fourier, bu bahiste Politik kelimesinin karşısına Domestik (Yerel) kelimesini koyar. Burada kastedilen alan, sadece belli bir yere, kişilere ve koşullara ait, genel geçer kural ve kabullerden bağımsız bir durumu temsil eden bir alan olsa gerektir (ç.n.).

Otomoatic Text


Perşembe
İnsanları kandıran yıldızlar otomatik olamayacak kadar mantıklıydı
Tevriye
Kara ruhu serildi taş yere
P
Kendini teslim edemedi
T
Hıncın sessizliğiyle boğuldu
P
Yılların tortusu birikmiş bacak arasında
T
Yıldız gözleriyle çizdi rengi
P
Soluktu,
Silik, tebeşir gibi
T
Kara enginar katmanlarına bürünüyor
P
Bırakmaz peşimi sancır
T
Mirasının paslı yetmezliğinde çürümek
P
Leopar pençesinde
T
Paranın soluksuz beynini görmek için
P
Saçaklarda sızan imgede
T
Damarını kesti beklentisi yaranın
P
Püskürtüyor arzuyu çelişik
T
Elinin patiska nasırını öptü
P
Yarılmıştır, beyni açılmıştır, kavruk kıştır, tedirgin

Şair her şeye Tecavüz eder!


Şair Her Şeye Tecavüz Eder!
(paranoyak-kritik text)


Perşembe
Alacakaranlıkta kırılan imge, belirsizliğe mahkum. Kör bir cücenin kasaturasını bilerken, ölü bir şair karanlık bir dehlize sığınıyor.
Tevriye
Yuvarlak, düz görününce mahkuma, sağaltır özgürlüğünü bacak arasından, ölü cücenin bedenine tecavüz eder, kör yılanın kapana kısılma hakkı olmasa da
P
Manzarayı değiştiren avcı yelekli 10 yaşlarında bir oğlan çocuğudur. Elindeki dinamiti patlatıp, şair ve tecavüz kurbanı cüceyi hiçliğe gömer. Sonra kol saatine bakar, saat 12’de durmuştur.
T
Rastlantı saati vakitsizce gelir, çatar yaşamı. Yeşile kırmızı düşmüştür, karanlığı tazı hızı kollar gitmesin diye, aşk düşünce dehlize parıldamayı engelleyecek güç istenci döner kuru bir göle
P
Aslında yalnız kalmış(bırakılmış) kara cübbeli bir şair/keşiştir. Tırnakları ile dehlizin kör duvarlarına “şiir kötülükten doğar” yazısını kazır. Tırnağından patlayan bir inci kan damlasının düştüğü kör duvarda bir zakkum tomurcuğu patlar.
T
Cüce tecavüze uğrar, şair tecavüz eder. Tomurcuk döngüsel hızda yaşam bulur, kötülük şiir doğurur, şiirin rengi yoktur, ırksal düzlem hiçliğe gömüldüğünde zaman saydamlaşır, kapılar kırılır, dünyanın ırzına ancak bir cüce geçer.
P
Zaman hep 12’de durmuştur. Çünkü dehlizin kendisi bir şiir değil midir ve dizeler içinde bir keşişin yolu asla sabotajcı bir oğlan çocuğu ile kesişmeyecektir.
T
Keşiş ağlama hakkını da kullanmayacaktır. 3 şişe vardır, 3’ünde de 1’er soru, her biri 1 tek oğlan çocuğu içindir, yanıt bekler keşiş umutla, gülen gözleri yaralanmış
P
Üzerinden rüzgarlar, yağmurlar, kuşlar ve yüzyıllar geçer. Genç kızlardan kurulu bir izci takımı bir şair ve bir cücenin gömdüğü hazineye ulaşmak için mağara kapısına dikilir. 13 saat madenci kürekleri ile çalışılıp dehliz açılır, bulunan sandığın dibinde 1 pusula, 1 kör bıçak ve üzerine kanla 1 dize döşeli kuştüyü vardır.

20 Aralık 2007 Perşembe

ONSTON






Başkaları Can Yeşiloğlu der, biz Onston deriz... Bir kış akşamı Hayalbazın üst katında bir masada leziz ceset oynarken, sahilde içip hayali bir ayaklanmadan bahsederken, Alsancak adası sokaklarında kelebek adımları ile gezerken, Kaos Duvarımızı inşa ederken, Düzensiz adlı deliler gemisine 'vira' derken hep Onston vardır...
Büyülü imgelerde, kabus gözlerde, bir genç kızın ayakbileklerinde hep Onston vardır...

Sürrealizm Türkiye

S.E.T'ten Hemen Önceki Sürreal Durum

S.E.T 2007 Nisan'ında sessiz sedasız yola çıkmadan önce mart ayında SLAG-Londra Sürrealist Eylem Grubuna verilen mülakat..

SLAG ile yapılan bu ilk mülakatta doğal olarak her konuya derinlemesine girilmemiştir. Daha sonra irdelenecek bir çok konu ana hatları ile ortaya konmuştur. Örneğin Şeyh Bedreddin'den Hallac-ı Mansur'a, üstad Siyah Kalem'den Hayyam'a doğu topraklarının tarihsel Sürreal birikimine girilmemiştir.


Daha önce mülakata SLAG'in adresinde ver verilmişti:
http://robberbridegroom.blogspot.com/2007/02/situation-of-surrealism-in-turkey.html

SLAG

1- Sürrealizmin Türkiye'de su andaki durumu nedir? Türkiye'deki Sürrealistler için açık vekolektif çalismalar ne kadar zordur veya kolaydır?
R.A.
Öncelikle Türkiye sürrealizminin temsilcisi olarak değil, bir sürrealist olarak ve bir duruş olarak Düzensiz adına sizleri yanıtladığımı açıklamak istiyorum.

Türkiye de açık yada kapalı bir sürrealist grup hiç olmamıştır. Hareket ise içine praxisi de alan bir geniş alana tekabul eder ve bunun ülkemizde bir karşılığı olamamıştır. Tek tek sanatçılardan bile bahsetmek zordur. Çünkü sürrealizmin temel manifestolarını okuyup, sanat aktivitesini bunların üzerine inşa eden sanatçıların sayısı çok azdır. Ressam Yüksel Arslan, Cihat Özegemen gibi sürrealist manifestoları okuyup Anadolu geleneği ile birleştirmeye çalışan ressamlar olmuştur. Tekil yürütülen faaliyetlerdir bunlar ve genelde estetik üretim ile kısıtlı kalmışlardır. Sanat dışında aktivist bir sürrealizmden bahsetmek mümkün değildir.

Kıssaca Türk sanatı, edebiyatı gerektiğinde Sürrealizmi kullanılacak bir imge deposu olarak kullanmıştır; onu ve onu yaratan zihinsel iklime kafa yorulmamıştır. Sürrealizmin düşünsel kara kutusunu oluşturan Freud, Lacan, Reich, Fourier gibi isimlere düşünce dünyamız gereken ilgiyi gösterememiştir. Tıpkı bilimkurgu gibi Sürrealizm de bu ülkede yeraltına itilmiş, onu anlama çalışan çok az insan olmuştur. Modernizm döneminde toplumcu gerçekçi anlayış yüzünden gündeme alınmayan Sürrealizm, post-modern dönemde ise totaliter ilan edilmiştir. Bu günün bir çok kavramsal sanatçısı aktivizme, kolektif üretime karşıdır.
Sürrealizmi başında papa figürü olan , geçmişe ait angaje bir sanat olarak algılama eğilimi yaygındır. Oysa sadece Marx, Freud, Troçki değil, Fourier’den gelen ütopyacı kök ya da diğer liberter kökenleri kavranamamıştır.


Örneğin son 10 yılda Tan Tolga Demirci’nin kısa filmleri, metinleri ve kurduğu e-posta grubu (sürrealismus) üzerinden bir faaliyeti olmuştur. Fakat bu faaliyet kişiseldir. Bir hareket olmayı hedeflememiştir yada öyle bir yola açık değildir.

Bizim Düzensiz üzerinden faaliyetimize bu noktada bir hareket gözüyle bakılabilir ama yenidir, etki alanı sınırlıdır. 21.yüz yılın başında Sürrealist devrimin ruhuna sadık kalmayı ne ölçü de başarıyoruz; bilmiyorum. Zaten Düzensiz hiçbir zaman saltık bir sürrealist fanzin olarak kendini ifade etmedi. Sürrealizmin dışındaki radikal unsurları da kapsayacak bir duruş sergiledi. Egemen liberal marketing sanat anlayışına karşı bir nevi birleşik cephe örmeye çalıştı. Sadece sanatsal, elitist bir söyleme karşı sanatçı değiliz savaşçıyız –dendi. Gündelik hayattaki olağanüstüne dair araştırmalara girişildi, kolektif oyunlar oynandı. Rastlantı kavramına vurgu yapıldı. Paris komünü, 68 mayıs gibi sürrealist ruhun patlama anları ele alındı. Dada, anti-sanat akımları, Durumcu Enternasyonel, Art Brut üzerine tartışmalara girildi.


Önce İzmir ile başladık ardından farklı illerden arkadaşlara ulaştık, insanlara önce sürrealizmin ne olmadığını anlatmak zorundaydık. Ne rasyonel burjuva mantık ne de yerli metafizik düşünce sürrealizmin kök salacağı düşünsel iklime izin vermişti. Bu yüzden Sürrealizm denilince; insanların kafasında sürrealizm yerine başka saçma sapan şeyler akla geliyor. Bunu aşmak için sürrealizmin ne olmadığından yola çıkıp, ne olduğunu anlatmaya çalıştık; en azından iyi niyetli genç yaratıcılara. Leziz ceset ya da otomatik yöntem ile düzensiz üzerinden tanışan bir çok insan oldu. Tablolarına, metinlerine Sürrealizm girmeye başlandı, sürrealizm üzerine metinler ile düşünce ve tartışma ortamı küçükte olsa oluştu.
Aktivist hareket içinse ne yazık ki hala erken…. Gelişen kapitalist sanatçı mantığı, sorgusuz kabullenilen post-modern model ve ona bağlı kavramsal eğilimler sonucu kolektif olmak çok zorlaştı. Herkes bir sanat markası olma derdindeyken kolektife vurgu yapan tek eğilimi Düzensiz savunuyor. Ve inanın çok yorucu ve yıpratıcı sonuçları oldu hep kollektifte ısrarımızın. Ama ısrar etmeye devam edeceğiz.

SLAG2-Türkiye'deki sürrealist hareketin tarihçesinden bahsedebilir misin?
R.A.
Üste anlatmaya çalıştığın sebeplerden böyle bir tarihi yazmak çok zor. Fikirsel ve eylemsel sürrealizmin yokluğunda sanat formunu aşmaya çalışmış örnekleri vermeye çalışalım. Şiirde önce Orhan veli’nin başını çektiği Garip akımı, ardından şair ve liberter politik bir figür ve etikçi olan ece ayhan’ın ve ressam/şair İlhan Berk’in bulundukları İkinci Yeni şiir akımında sürrealizmi gündeme almışlardır. Ece Ayhan klasik solun toplumcu gerçekçi egemen bakış açısı yüzünden sürrealizmin bir nevi yasak altında olduğunu tespit etmişti. Ancak 50’li yıllarda büyük Türk öykücüsü Sait Faik Maldoror’un bir bölümünü çevirmesi önemli bir etki yapmıştır. Ece Ayhan bu etkiden de bahsetmiştir.


Fransız sürrealist grubun önemli temsilcisi yüksel arslan resim geleneğine karşı olan bir ressam ve sürrealist olarak öne çıkar.
Onun dışında Ömer Uluç, Cihat Özegemen, Mustafa Horasan’ın bazı resimlerinde sürrealizm belirgindir. Fakat saydığım bu ressamlardan Özegemen sürrealizmi ülkeye uyarlama yönünde bir çabaya soyunmuştur. Son yıllarda Extramücadele’nin bazı çizim çalışmalarında güncel bir sürrealizmin etkileri gözükmektedir.

Şu an Düzensiz ekibinden Can Yeşiloğlu, Sürrealist tavrı bizimle paylaşıyorlar. Edebiyat anlamında sürrealist metinler yazan Perşembe ve Ayşe Özkan var. Sanatını sokağa vuran Cins gerek yapıtı, gerekse yapıtın ardındaki düşünsel duruş olarak sürrealist düşünceyle birleşir. Düzensiz ile dialog da olan arkadaşlardan Bora Akıncıtürk, Süleyman Handan, Eren Barış’ın üretimlerinde de benzer yaklaşımlar görülür.


Sinema da ise daha önce andığım Tan Tolga Demirci’nin başta Alfabetik Düşler ve Hayatımın Özeti olmak üzere kısa filmleri dışında Sürrealist örnek vermek güç. Ayrıca Demirci Sürrealist metin de üretmektedir.


Edebiyatta Süreyyya Evren teknik olarak, Mehmet Açar ise tinsel bir bağ ile sürrealizmi yansıtmaktalar. Şiirde Ece Ayhan geleneğinden gelen genç şairlerin yapıtlarında Sürrealizm etkileri görülmektedir. Düzensiz de metinlerine yer verdiğimiz Gözde Genç, Hande Koçak ve Ali Kartal yazınlarında ve düşünce dünyalarında sürrealizmin etkisi açık görülür.
Fotoğraf alanı diğer sanat alanlarına göre sürrealist örneklerin yoğun üretildiği bir alan. Sürrealist resim yada yazın yaptıklarını söyleyen insanlar bulunmazken, bir çok fotoğraf sanatçısı sürrealist ürün verdiklerini söylemektedir. Şahin Kaygun fotoğraflarında bu etkiye rastlarız. Yada Düzensiz’in dostlarından Süleyman Handan toplumsal sürrealizm kavramını ortaya atıp, bu yönde üretimler yapmaktadır.

SLAG3- Türkiye'deki sürrealistlerin şu andaki öncelikleri nelerdir, ne tür aktiviteler içinde bulunuyorlar? Sürrealizmin hangi tarafını daha çok vurguluyorlar ya da geliştirmek için çalışıyorlar?
R.A.
Sürrealist devrimin ruhundaki kolektivizm, dayanışma, tinsellik, politik radikal tahayyül, eros, düşlerin saygınlığı, şiirselliğe vurgu bizim için hep başat değerler oldu.
Bizim fanzin, sokak sanatı, sergi ve yazın faaliyetlerimiz var. Zihinsel ilklim ve yaşama sürrealizmin girmesi uzun bir koşu olacak. Sürrealizmin sanatsal ve aktivist yönünü eşit olarak yada bir tutarlılık içinde ortaya koymaya çalıyoruz. Başlangıç olarak plastik sanatlar ve edebiyatta sürrealist bir damar oluşturmaya çalışıyoruz. Sokağın sanatı bir duruş olarak benimsendi, Aksanat merkezinin bir markete çevrilmesi gibi protesto eylemlerinde düzensiz adıyla yer alındı.

SLAG4- Türkiye'deki sürrealizm için gelecekteki beklentiler neler?
R.A.
Doğru tanınmak, kendini ifade edebilmek, bir hareket olabilmek, aktivist tutumu öne çıkarmak.

SLAG5- türkiye'deki sürrealistlerin daha geniş uluslararasi sürrealist hareketle ne türde ilişkileri var?bu ilişkilerin gelecekte nasil gelişmesini umarsiniz? herhangi bir yerdeki sürrealistler sizi desteklemek ya da siz onlari desteklemek icin neler yapabilirsiniz?
R.A
Düzensiz üzerinden yanıtlayabilirim sorunuzu. Tan Demirci arkadaşın geniş dış ilişkileri var ama onun adına konuşmam yanlış olur.
İçinde yer alan bir türk arkadaş sayesinde kısıtlı da olsa Seattle sürrealist grup ile temasımız oldu.
Londra hareketi ise aktivist vurgu ile ruhsal bir bağa sahip olduğumuz bir Sürrealist grup. Bu yüzden Londra hareketi ile dialogtayız.

Son olarak Portekiz grubundaki arkadaşlar bizimle temasa geçtiler, yapacakları bir etkinlikte üretimlerimizle olacağız.
Zaman içinde bu dialoğlar artacaktır. Dayanışma, ortak üretim ve eylemler gündeme gelmeli. Bu dialogları insanlar ile paylaşmak, tartışmak, tartıştırmak önemli. Ayrıca karşılıklı metinlere yer verilebilir, yapılan sanatsal üretimler/eylemler karşılıklı tanıtılabilir. Yapılan aktivitelere işler gönderilebilir.
Türkiye deki sürrealizmin var olma ve doğru tanınma sorununun çözümü için uluslar arası bir çalışmaya ihtiyaç var.
Mart 2007

9 Aralık 2007 Pazar

Müstehcen/ Ferzan(Süperfreak)


Erekte Şiir Nedir?

Erekte şiir ayaktadır, başkaldırır… Sadece sisteme değil; aynı zamanda dünyaya ve insana da… Parıltılı hümanizm nutuklarına karnı toktur; kötülüğün kaynağını hep insan da arar. Karanlığı çift yönlü okur; gerektiğinde karanlığa dalmaktan çekinmez.
Politik doğruculuğa ve benzer liberal zırvalara pabuç bırakmaz; hep uyanıktır, ayaktadır. Aynaların ve kadınların çoğaltma gücü ile sistemin kendini yeniden yeniden üretme gücü arasında gerekli analojiyi kurar; bu yüzden fallik bir dilden kaçınır.
Hayatın her alanından sızan şiddetin görmezden gelmez; yalanı reddeder; hastalıklarına karşı da dürüsttür. Şiddetin söylemini-eylemini de içine alır. Sade’dan Artaud’a bir gelenekten beslenir, yani Erektedir…
Perşembe

Kendimi Bozduğumun Resmi mi?

Adab ile ırzına geçmeli kontes
Kalabalık kahvelerin alkol bulutlarında
Taramasız bir desen kadar makyajsız kamusal alanlarda
Tedirgin nefeslerindeki baloncuklar kadar
Öpsen dudak kenarımdan
Abartısız herifliğimden utanırım, sabaha kadar..

Salon sosyalistlerinin kabarık samimiyeti
Boşuna sarmasın seni,
Ben diyeyim Madrit’e son tren
Sen oportünist ikircikli
Takmasaydın o güzel kafanı politik doğruculuğa
İtinayla sevişirdik boş akşamlarda
Bitmez ibadet;
İlelebet!
30.11.07
P.

Bir Kez Daha/Bora Akıncıtürk


Yayınlanmayan Tutku Suçları Mülakatı

Mülakat Cumhuriyet gazetesinden Esra hanım ile S.E.T adına Rafet Arslan tarafından İzmir sergisine paralel yapılmış ve gerekli görselin eksikliğinden yayınlanmamıştır....


-Önce sizi ve tabii ki Sürrealist Eylem Türkiye'yi tanıyarak başlayalım? Kimlerden oluşuyor Sürrealist Eylem Türkiye, neden böyle bir oluşuma ihtiyaç duydunuz?..

-Öncelikle; İzmir doğumluyum 35 yaşındayım ve Eylül adında bir kızım var. Kişisel yazı serüveni yanında, dilim döndüğünce S.E.T’e beraberce emek verdiğimiz dostlarıma ses olmaya çalışmaktayım. Sanırım bu kadarı sorunuza yanıt oluyordur.

Sürrealist Eylem Türkiye(S.E.T) bu yılın nisan ayında varlığını duyurmuş olsa da, eylemlerinde yer alan kişiler uzunca bir süredir kolektif bir üretim ağının içerisinde yer alan insanlardır.
Ortak dertlere, takıntılara, kötümserliklere, öfkelere ve paylaşımlara sahip bu insanlara eklenen yeni dostlar ve dayanışma ağlarıyla gelişmektedir. Albemuth, Fetus, Düzensiz gibi fanzinler ile yola koyulmuş, şimdiki sergimize de kapılarını açmış sevgili İzmir Hayalbaz da gün ışığına çıkan ilk sergisini yapmış ama üretmek için genelde sokağı mesken tutmuş minör bir çabanın ürünüdür.

Öncü sanat geleneğinin en kadim varoluşu Sürrealizmi kendi adına koymuş, ama Dada’dan Cobra’ya , Sitüasyonistlerden Street Art’a uzanan bir üretim ve ruhsal birleşkenin koordinatlarına bağlı bir otonom yapıdır. Üyelik sistemi yoktur, ortak ruhsal paylaşımı olan insanlar tek tek S.E.T eylemlerine gönüllü olarak katılmaktadır.

Sokağın sanatı ve Mutant sanat için çağrılarımızla derdimizi insanlara duyurmaya çalıştık.
İzmir’deki ilk 2 sergi ardından, Portekiz ve Londra’daki 2 uluslar arası Sürrealist sergiye katılmış ve S.E.T adıyla ilk olarak (sokakta üretilen sanat pratiği haricinde) geçtiğimiz
Haziran ayında Karaköy Hafriyat’taki Müdahale sergisinde 14 aktivistin ortak üretimi olan Kaos Duvarı ile yer almıştır.

-Nereden çıktı tutku ile ilgili bir sergi oluşturma fikri ve neden?
-Neden tutku? Çünkü; çokuluslu kapitalizmin belirlediği tüketim toplumunda insan denilen şey de bir nesne halini almıştır. Daha 19. yüz yılın başlarında tutkunun filozofu Fourier uygarlığın tutkulara ket vurarak, evrensel bir mutsuzluğa yol açtığını söylemişti Sınıf atlamaya yada hayat standartlarını düşürmemeye, güçlü olmaya, yalana ve bencilliğe odaklanmış dünya; artık tamamen bir kötülük dünyasıdır. Özne olmanın çok uzağında, normal olarak anılan statükonun bir aracı halini almış insanların içinde söndürülmüş özgür ruhu uyandırma çabasında, insanın tutkuları ile barışması bir tür arınma girişimidir. Tutku; işte bu dönüşümün devrimci anahtarı konumundadır.
S.E.T, Barışarock sanat atölyelerinin çağrısı üzerine festivale bir sergi ile katılma kararı almıştı. Yaklaşık 20 aktivistin yürüttüğü tema tartışmaları sonucu, yukarı da özetlemeye çalıştığım nedenlerden tutku suçları konsepti ile önce Barışarock festivalinde, ardından İzmir Hayalbaz Sanat Derneği lokalinde yer almayı kararlaştırdık.
Böylece ülkenin ilk sürrealist grubunun, ilk toplu-bağımsız sergisi tutku suçları konseptiyle oluşturuldu.

-Sergide kaç eser var?
-15 katılımcının 20’nin üzerinde çalışması sergide yer alsa da, sergide yer alan bir çok çalışma aktivistlerin kolektif üretiminin eseri. Tutku Suçları’nın İzmir sergi ayağına aktif üretimleri ile katılan arkadaşlarımız ise; Cins, Onston, Hüseyin Ugur, Gözde Genç, Dilana Petrowa, Bob Actor(aka: E.C.A), Fantom, Duygu Kale, Tutkutut, Gökçen Öçalan, Özgür Erman, Gamze Özer, Güner Yeşiloğlu ve Perşembe..
Barışarock etkinliğinde olan bazı arkadaşlar, İzmir ayağında yer alamayan yeni arkadaşlar eklendi yada aynı arkadaşların yeni üretimleri de eklendi.

-Neler "tutku suçları"?
Tutku suçlarını ifşa edecek yada listeleyecek ahlakçı bir bakış açımız hiç olmadı ve amacımızda tutkuları suçlamak olamaz. Suç, suçlu, günah gibi kavramlara sistemin belirlediği gündelik verili gerçekliğin penceresinden bakmıyoruz. Kelimenin Lacancı anlamıyla yamuk bakmaya, verili gerçekliğin statikocu ve güdüleyici bakışının dışında olmaya uğraşıyoruz. Burada ele aldığımız bakış kentsoylu ahlakçılık değil,yeni bir etik kavrayıştır.
Eğer gerçek suçlardan bahsedeceksek, gündelik gerçekliğin sahte örtüsünü kaldırmalı okul, aile, zorunlu hizmet, evlilik, çalışma zorunluluğu gibi denetim aygıtlarına bakmalıyız. Philip K. Dick’in cümleleriyle kimin suçlu olduğunu anlamak için kimin kazandığına bak…
S.E.T’in tutku suçları eylemi; insanların sürekli birbirlerini aldatması, ezmesi ve kuralların buna bağlı çevrelendiği bir sisteme karşı başkaldırıdır.
Tabii, burada total bir eleştiri yanında gündelik, kişisel ilişkilerdeki tahakküme yoğunlaşmaya çalıştık. Bütünsel tahakküm ilişkilerinin, en öznel halini 2 kişi(mesela 2 aşık, 2 kardeş, baba-oğul vb.) arasındaki gizil güç savaşlarında görebiliriz.
Doğurma kabusu, tüketilen cinsellik, tahrip olan beden ve streril beden figürleri ile silahlanma yada 7 ölümcül petrol karteli arasında bağlar kurmaya çalıştık. Sade Markizi ve Althusser gibi olumlanan ve suçlanan tarihsel figürlere mercek uzatmaya çalıştık.

-Sistemde, kadınlara tutkunun öznesinden ziyade nesnesi rolü biçildiğine göre, sanırım bu suç daha çok kadınlara karşı işleniyor, demek yanlış olmaz...
-Feodal kalıntıların hüküm sürdüğü bölgeler için söylediğiniz ne yazık hala geçerli olsa da, günümüz popüler liberal feminist söyleminin tersine kentsel yaşam alanlarında kadının yada erkeğin değil, insanın nesne hatta emtia konumundan bahsetmek daha doğru olur. Post-modern tüketim toplumunun görsele dair bombardımanında kadın bedeni kadar erkek bedeni de nesne haline getirilerek, yapay tutkular oluşturmaktadır. Aşkın kirletildiği bu dünyada beden reklam ve tüketim nesnesine indirgenmekte, bedeni biçimlendiren tinsellik yok sayılmaktadır.
Tutku Suçları’nda da bedenin meta halini almasını, bedeni tersten bir diyalektik ile soyarak ironik bir eleştiri ile ele almaya çalıştık.Yada Cins’in işi gibi eti en mutant formları ile yansıttık.

Sonuçta çıplak bir göz, en az çıplak bir meme kadar tahrik edicidir.

-Bu suçlara insanları iten nedenler neler sizce? Sanırım bunlardan biri, tüketim toplumunun idealize ettiği haz peşinde koşma diyebiliriz
-Sergi bildirgesinde de andığımız gibi, artık sorun ‘haz alma talebi’ değil egemen kültürün ‘haz al’ baskısıdır. Yalana, kötülüğe, zulme teslim olmuş günümüz dünyasından ‘tadını çıkar’ sloganları yükselmesinde sado-mazoşist bir ruhsal durumun yansımaları vardır. Yanı başımızdaki Irak işgalinde 1.5 milyon insanın öldürülmesi, kapıya dayanan küresel ısınma, kanser gibi üreyen ırkçılık ve yükselen savaşlar çağında iyimserliğe yer yoktur. Gündelik medya küçük kişisel suçlara yoğunlaşırken, insanlığa karşı işlenen suçların üstünü örtmektedir. Çılgınlığın egemen olduğu bu ‘cesur yeni dünyada’ zulüm yada ölüm haberlerine paparazzi haberleri ve her türden yozluk eşlik etmektedir. Yapay korkularla, gerçek bir kaos ve yıkım yaşanan bu dünya, ne yazık hepimizin yaşadığı bu dünyadır. Gerçek’in gerçekliğe yenilip, yaratılan bu sanal dünyada ilk önce insanın kendi düşleri bastırılmıştır. Küresel baskı güçleri yanında, küresel iletişim ağları da düş gücünü önleme operasyonlarında iş başındadır.

-Sergi metninde, "Kirletilmiş bir dünyada arzunun masumiyetine sığınarak..." diyorsunuz. "Amaca giden yolda herşey mübahtır" anlayışının körüklendiği ve Hedonizmin yüceltildiği düşünülürse, sizce hala tutkunun bir masumiyeti kaldı mı?
-Sürrealist Eylem Türkiye; tam da bu kirletilmiş dünyanın ortasında önyargısız, çıkarsız,hesapsız paylaşımı, üretimi ve eylemleri ile insana, tutkuya, aşka ve özgürlüğe sığınarak var olan, var eden yeni bir oluşa bir kapı açma çabasıdır. Hırsa karşı ruhsallığa, yalana karşı samimiyete, bencilliğe karşı kolektifliğe mütevazı bir eylem çağrısı olarak.
Hala düşlere, rastlantılara ve gündelik hayatımızda karşımıza dikeliverecek olağanüstüye inanırsak; arzunun da masumiyetine inanabiliriz etrafımızı kaplamış karanlığın koyuluğuna rağmen.

8 Aralık 2007 Cumartesi

Fantom'un Sihirli Sözcükleri...

Çılgın AŞK

Ezgisiz bir ritimde yitirdim seni
Sarı mürekkebin döşediği bir yol
Birikim mevcudu yürekler sızınca
Kamçısıyla bir bakirenin
Koca çınar saatlerin körkütük hazmında
Kapa kapa bir çenelik yaşamda
Anlaşılmaz bir bedenlik içim cigarasıyla
Kara çentik bir ip gün sesinde
Saadet bir bahtsız sözcük kümeste
Korkma bulunur her kayıp sesinde,
Bir küpe konmakta kırmızı iktidara
Erk erk gagasında kargaların
Düşüşü beklerken cehennemin koynunda
Süslü orospuların mikrofonundan
Silikon tabancasındaki dehşet
Silik bir hayal iktidar gücünde.

Fantom